Ağzı bozuk milletiz, vesselâm!
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-04-28 08:56:26

Bu konuşmanın görüntülerini çeşitli haber bültenlerinde özel bir dikkatle seyrederken beyefendinin yüzünde ağzından kaçırdığı bu yarım kalmış küfürden utanıp pişmanlık duyduğunu gösteren bir ifade aradım; yoktu! Aksine olağanüstü bir 'espri patlatarak' büyük bir zafer kazanmış gibi pişkince bir gülümseyişle mest ettiği kalabalıkları süzüyordu. Arkasındaki milletvekili adayları da genel başkanlarının bu müthiş performansından çok etkilenmiş olmalılar ki, yüzleri memnuniyet ifade eden gülüşlerle gevşemişti.
Asıl vahim olan, bu küfrün meydanı dolduran kalabalıklar tarafından beğenilip alkışlanmış olmasıdır. Ahmet Turan Alkan'ın dünkü yazısında haklı olarak söylediği gibi, "aziz milletimiz (...) sin-kâflı imâlardan fena halde hoşlanmaktadır." Sözün özü, ağzı bozuk milletiz; sinema filmlerinde bile küçük büyük herkes, zekice esprilere değil, sin-kâflı küfürlere kahkahayı basıyor. Bu yüzden özellikle son yıllarda çekilen yerli sinema filmlerinin çoğunu edepli ve aklı başında birinin sonuna kadar seyredebilmesi imkânsız. Televizyon dizilerinde fazla küfür duymuyorsanız, RTÜK korkusundandır. Ama argonun bini bir para... Çocuklar ve gençler, bu dizilerden pek "zarif" bir Türkçe öğreniyorlar. Geçenlerde dolmuşla Üsküdar'a giderken güzelce bir genç kızın telefon konuşmasına istemeden kulak misafiri oldum; ağzından çıkan sözleri duysaydınız, küçük dilinizi yutardınız. Konuşmanın sonlarına doğru telefonun diğer ucundaki ne dediyse, beriki şuh bir kahkaha atarak "Oohaa!"yı bastı.
Siyasetçi ve sinemacıların ağzı bozuk da, gazeteciler pek mi farklı? Büyük büyük gazetelerde köşe kapmış "yazar"ların kan damlayan kalemlerinden çıkma öyle yazılar okuyoruz ki, kendimize yazar demekten utanır olduk. Maalesef çok eskiden beri "Babıâli"nin ağzı çok bozuktur. Kerliferli yazarlar birbirlerine öyle küfürler etmişlerdir ki, inanamazsınız. Peyami Safa, bir yazısında itibarlı gazetelerde kalem oynatan bazı yazarların küfürlü sözlerinden bazılarını sıralamıştır. Buyurunuz: Mahalle piçi, lağam ağızlı, Şengül Hafmamı'nın sermayesi, cife, dar pantolonlu kart züppe, mektep kaçkını, âdet bezi, iğrenç cibilliyet, sefil, hergele... Bunlardan "dar pantolonlu kart züppe" sözünün Ahmet Haşim gibi çok zeki ve zarif bir şaire ait olduğunu söylesem, inanır mısınız? Büyük şair, kendisini öfkelendiren Burhan Felek'i zekâ ürünü bir espriyle değil, böyle küfrederek sindirmeye çalışmıştı.
Köşe yazarlarının sık sık başvurdukları sindirme metodlarından biri de, tartıştıkları insanların etnik menşelerini ve fizikî kusurlarını dillerine dolamalarıdır ki, utanç vericidir. Örnek mi istiyorsunuz? Okuyunuz lütfen:
"Hele bunlar arasında bir tanesi var ki, büyük bir edibimizin isabetli tarifine göre, bir çekirge vücudu üzerinde bir katır kafası taşır! Edebiyata nisbeti, eski bir şairin sulbünden düşmüş bir cenin olmaktan başka hiçbir şey değildir. Hilkat tarafından daha dünyaya gelirken en feci silleyi yemiş olan, bu bir tarafı sakat ve bütün vücudu çarpık çurpuk zavallıya daha fazla nasıl tokat vurulabilir? Her gün aczinin ıztırabıyla kıvranan ve dört bir yana mezbuhane saldıran bu sokak itinin hakkından gelmek, elini pisliğe sürmekten iğrenenlere düşmez."
Peyami Safa hakkında bu cümleleri yazan büyük yazarın kim olduğunu asla tahmin edemezsiniz. Yakup Kadri Karaosmanoğlu... Yeri gelmişken aynı yazarın Nâzım Hikmet ve arkadaşları hakkında yazdıklarını da hatırlatmak isterim:
"Eski İstanbul'un viranelikleri arasından kendi halinde bir adam işine giderken, ansızın bir sürü aç ve uyuz köpeğin hücumuna uğrar. Elindeki bastonunu, bu pis deriden ve kırık kemikten mahlûkatın üzerine indirir, indirir. Fakat köpekler, gene saldırılarına devam ederler; çünkü açlığın ve kuduzluğun verdiği bir fena ateş bunlardaki hayvanî hassasiyeti de iptal etmiştir. Bir rate, yani hiçbir şeyde muvaffak olamayıp bir köşede kalmış şair bozuntularının işi gücü o devirde yetişmiş şöhret, ehliyet ve itibar sahibi edip ve şairler aleyhine ağza alınmaz derecede müstekreh birtakım sözler uydurup bunları vezne sokmaktan ibaretti. İşte bugün modern geçinen bu mülevves klik, bu kadar eski ve bu kadar iğrenç bir an'anenin muakkibi olmaktan başka bir sıfatı haiz bulunmuyor."
Çeşitli zamanlarda cereyan eden kalem kavgalarında, Peyami Safa'nın Ahmet Haşim'i Araplığıyla vurmaya çalıştığını ve Necip Fâzıl'ın meşhur tik'ini "irsî soysuzlaşma"nın bir tezahürü olarak yorumladığını, Necip Fâzıl'ın da onun "veremli sakat kolu"na taktığını ve Yakup Kadri'den ödünç aldığı "çekirge gövdesi üstünde at kafalı" hakaretine lâyık gördüğünü; öte yandan Nâzım Hikmet'in Peyami Safa'yı yetim olduğu ve ailesine katkıda bulunmak için bir matbaada nota istinsah ettiği için aşağıladığını... Hangi birini saysam, bilmiyorum.
Sonuç olarak söyleyebileceğim şu: Ağzınızı toplayın beyler!
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara