Dolar

38,2499

Euro

44,1241

Altın

4.291,22

Bist

9.321,64

Dolar

38,2499

Euro

44,1241

Altın

4.291,22

Bist

9.321,64

Dolar

38,2499

Euro

44,1241

Altın

4.291,22

Bist

9.321,64

Bir sergi: 'Doğu'nun Cazibesi' ve bir film: 'Dinle Neyden'

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-10-16 07:24:00

Bir sergi: 'Doğu'nun Cazibesi' ve bir film: 'Dinle Neyden'

Bir sergi: 'Doğu'nun Cazibesi' ve bir film: 'Dinle Neyden'Pera Müzesi'nde, Britanyalı oryantalist ressamların eserlerinden oluşan harika bir sergi var: 'Doğu'nun Cazibesi'.

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Koleksiyonu'ndan Osman Hamdi Bey'in 'İki Müzisyen Kız' ve Henry Bone'un 'Türk Giysileri İçinde Thomas Hope', Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu'ndan da David Wilkie'nin 'Sultan Abdülmecid Portresi'yle desteklenen sergi hakikaten görülmeye değer. Müzenin üç katına yayılan bu muhteşem sergide, ilâve üç eserle birlikte yüz beş resim yer alıyor.

Sergiyi gezerken, Britanyalı ressamların belki de Doğu'ya duydukları geleneksel ilgi, özellikle Ortadoğu'yu yakından tanımaları ve ressamlardan çoğunun bu dünyada bizzat yaşamış olmaları dolayısıyla daha 'namuslu', başka bir ifadeyle, gerçeğe nisbeten daha yakın resimler yaptıklarını düşündürten bir sıcaklık hissettim. Ama bu his, ne kadar samimi olurlarsa olsunlar, oryantalistlerin kendilerine farklı bir yaşama iklimi yaratmak amacıyla gerçeğinden çok farklı bir Doğu kurguladıkları gerçeğini değiştirmiyor.

Oryantalizm, Batılıların fantezilerini yansıtan sahte bir Doğu inşa etmiştir; bu artık herkesçe bilinen bir gerçek. Edward Said'in deşifre ettiği sahtekârlığı bizde de erkenden sezenler olmuştu. Mesela tipik oryantalist klişelerin kullanıldığı Aziyade romanında anlatılan aşk macerasının imkânsızlığını Servet-i Fünun'da peşpeşe çıkan iki yazısıyla açıklayan Tevfik Fikret...

Ahmet Hâşim'e göre 'Kütahya tabakları ve kırık aşure çanaklarından yapılmış antikacı dükkânı şerefine müşabih sahte bir şarktan sükkân-ı arzı otuz senedir meşgul eden haşhaş dumanı lezzetinde bir şark edebiyatı vücuda getiren' Loti'yi Nâzım Hikmet de sevmezdi ve 'Pierre Loti' adlı şiirinde oryantalizmi şaşırtıcı bir biçimde eleştirmişti.

Oryantalizm, elbette Hâşim'in ve Nâzım'ın anladıklarının da ötesinde, 'sömürgeciliğin keşif kolu' olarak kullanılmış bir araçtı. Edward Said, Türkçede iki ayrı tercümesi bulunan Oryantalizm adlı dev eserinde, Avrupa'nın Müslüman Doğu'ya bakışının tarihî, felsefî, siyasî, edebî ve kültürel köklerine inmiş, oryantalizmin 'Doğu'sunun nasıl bir zihnî inşa olduğunu bütün açıklığıyla göstermiştir.

Oryantalizm'in Doğu'yla ilgili görüş ve tasavvurları, Said'e göre, 'Doğu'nun dışında gelişmiş, ona karşı ve onunla ilgisiz varsayımlardır'. İlk bakışta, Avrupalıların masum hayal ve fantezileri gibi görünen bu varsayımların arkasında Avrupa'nın üstünlük iddiası ve hegemonya ihtirası yatar.

Açıkçası, Avrupa ve Atlantik güçlerinin Doğu üzerindeki kuvvet denemeleri olan ve XIX. yüzyılın ortalarından bugüne, üniversitelerle, akademilerle, kongrelerle, edebî eserlerle, resim sanatıyla ve sinema filmleriyle yayılan bu fikir ve imaj sistemi, yani oryantalizm, Said'e göre, korkunç olduğu kadar basit ve anlaşılması kolay bir yalan serisinden ibarettir. Birkaç nesil tarafından ciddi bir mesai sarf edilip büyük yatırımlar yapılarak meydana getirilen bu doktrinler ve uygulamalar paketi, aynı zamanda sıkı bir süzgeç vazifesi görmektedir: 'Doğu, Batılının vicdanında yer tutabilmek için, oryantalizmin süzgecinden geçmek zorundadır'. Said, bu süzgecin Doğu'yu nasıl çarpıttığını ve İslâm dünyasıyla ilgili haberlerin Batılı iletişim araçları tarafından nasıl münipüle edildiğini de Haberlerin Ağında İslâm adlı kitabında anlatmıştı.

Trajik olan, bizde Avrupa resmiyle temasa geçen ilk heveslilerin oryantalist ressamların ağlarına düşmüş olmalarıdır. Sanatta Batılılaşma sürecinin hemen başında yer alan Osman Hamdi Bey ve onun neslinden ressamlar, Paris'te Jean-Léon Gérome gibi oryantalist ressamların öğrencileri oldular. Osman Hamdi Bey'le birlikte, sanatta kendi hayatımıza kendi gözümüzle bakamaz hâle geldiğimizi, muhayyilemize Avrupalı oryantalistlerin hükmetmeye başladığını söyleyebilirim. 'Doğu'nun Cazibesi' sergisinde, Osman Hamdi Bey'in tablosunun diğerlerinin yanında hiç de yabancı durmamasına bunun için hiç şaşırmadım.

Elbette, oryantalizmin iki asırlık devâsâ birikiminin hiçbir şey ifade etmediğini ve bütün oryantalistlerin kötü niyetli ve 'düşman' olduklarını söylemek istemiyorum. Ancak oryantalizm öyle kapsayıcı ve kavrayıcı bir tasavvurlar bütünüdür ki, çok zaman, Doğulular bile farkında olmadan kendi dünyalarına 'oryantalist' klişeleri kullanarak bakmışlardır. Özellikle bizde... Tehlike buradadır; içinden geldiğimiz dünyayı doğru okuyabilmenin ilk şartı bu klişelerden kurtulmaktır.

Doğu'yu Batı'ya asıl cazibesiyle ancak biz gösterebiliriz. 'Dinle Neyden' filmini bu yolda atılmış çok önemli bir adım olarak görüyorum. Hollywood sinemasının cılkını çıkardığı klişelere iltifat etmediğiniz, anlatmaya çalıştığınız olayı ve dönemi anlamak için samimi bir gayret gösterdiğiniz ve kalbinizin sesini dinlediğiniz takdirde, çok küçük bütçelerle çalışsanız bile, başarılı olabilirsiniz. 'Dinle Neyden' böyle bir film. Aksiyon sahneleri yok, büyük mekân düzenlemeleri yok, hatta anlatılan çok çarpıcı bir olay da yok; fakat filmin size aktardığı öyle bir duygu var ki, 'tamam', diyorsunuz, 'olmuş!' Yönetmenin Fransız olmasına, hatta yer yer Doğu'yla ilgili tasavvurlarını dayatma çabasına rağmen, filmi tasarlayan asıl ekibin duruşu ve duyuşu hemen her karede hissediliyor.

'Dinle Neyden', bana sorarsanız, bundan sonra Osmanlı tarihini ve kültürünü konu alacak filmler için önemli bir örnek ve harika bir başlangıçtır. Demek ki Türk sinemasını oryantalizmin tasallutundan ve Musahipzade sululuğundan kurtarmanın zamanı gelmiş!

Evet, sevgili okuyucularım, İstanbul'da yaşıyorsanız, önce 'Doğu'nun Cazibesi' sergisini geziniz, sonra 'Dinle Neyden' filmini seyrediniz. Bakalım, neler hissedecek, neler düşüneceksiniz?

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara