Genç ve iriyarı bir ressam Ayasofya Camii'nde şövalesini kurmuş resim yaparken zaptiyeler tarafından basılıp yaka paça dışarı atılır. Belli ki birileri tarafından jurnal edilmiştir. | |
Sanayi-i Nefise Mektebi'ni birincilikle bitirmiş bir ressam olan Şevket Dağ, kendisiyle yapılan bir mülâkatta, bu hadise üzerine, Ayasofya'da resim yapabilmek için Dâhiliye Nezareti'ne bir dilekçeyle başvurduğunu anlatır. Çok geçmeden huzuruna çağrıldığı Zaptiye Nazırı Şefik Paşa'nın niçin Ayasofya'da resim yapmak istediği yolundaki sorusuna, "Mektepten çıktım, mümarese kazanmak için çalışacağım!" cevabını veren genç ressam, "Evinde niçin yapmıyorsun?" sorusunu da, "Evimden cami gözükmüyor!" diye cevaplandırmış, sonunda -muhtemelen sempatik tavırları sayesinde- Ayasofya'da uzun yıllar resim yapmasını sağlayan bir "irade-i seniyye" koparmayı başarmıştır. Sultan II. Abdülhamid devrinde, onun dışında çok az ressam dışarıda resim yapabilmiştir. Şevket Dağ'ın romatizmaya yakalanmak bahasına çalışarak yaptığı Ayasofya resimlerinden biri, geçenlerde bir müzayedede 1 milyon 700 bin liraya alıcı buldu. İki yıl kadar önce yapılan başka bir müzayedede de "Ayasofya İçinde Osman Hamdi" adlı tablosu 175 bin liraya satılmıştı. Öyle anlaşılıyor ki Türk resminin klasikleri müzayede salonlarında modernlerle kıyasıya yarışıyor. "Ayasofya İçinde Osman Hamdi" tablosu, Şevket Dağ'ın bu büyük ressama duyduğu saygının bir ifadesi olsa gerek. Sanayi-i Nefise Mektebi'nden mezun olduktan sonra katıldığı bir sergide teşhir edilen bir "Ayasofya" tablosu onun tarafından çok beğenilir ve sekiz altın liraya satın alınır. O tarihte çalışmakta olduğu Evkaf'ta maaşının 120 kuruş olduğu düşünülecek olursa, sekiz altının genç bir ressam için ne ifade ettiği daha iyi anlaşılır. Ancak Şevket Dağ, çok saygı duyduğu Osman Hamdi Bey'in enteriyörlerini, yani iç mekân resimlerini havasız, donuk ve katı bulurdu. Osman Hamdi Bey bir oryantalistti. Sanayi-i Nefise Mektebi'nin ilk mezunlarından olan Şevket Dağ'ın ise Avrupalı ressamların etkisinden uzak kalarak kendine has bir resim tarzı yaratmaya çalıştığı bir gerçektir. Yukarıda sözünü ettiğim mülâkatta, "Gittiğim yol ve branşım hiçbir Avrupalı ressamın taklidi değildir, sırf kendi mahsulümdür" diyor. Osman Hamdi Bey azçok bilinen bir ressamdır; fakat Şevket Dağ'ın ismini uzmanlar ve meraklılar dışında bilen yok gibi. Hayatını Ayasofya'ya adadığı için "Ayasofya Ressamı" diye tanınan bu babacan ressam, soyadına uygun olarak dağ gibi bir gövdeye sahip olsa da, son derece hassas, duygulu, neşeli ve nüktedan bir "Osmanlı"ydı. Bir ara 120'ye çıkan kilosuyla ilk bakışta pehlivana benzerdi; pehlivandı da... Hoca Ali Rıza ile zaman zaman güreştikleri rivayet edilir. Başka bir zevki de evinde saat tamir etmekti; saatçiliği ikinci meslek olarak benimsemişti. Dahası var: Deve derisinden Karagöz suretleri keser ve oynatırdı. Tevfik Fikret tarafından keşfedilmeseydi belki de hayatını ara sıra resim de yapan sıradan bir devlet memuru veya bir saat tamircisi olarak yaşayacaktı. Şevket Dağ'ın hayatının yönü, Evkaf'ta çalışırken aynı zamanda bir ressam olan Tevfik Fikret tarafından Galatasaray Lisesi'ne "resim muallimi" olarak alınınca değişti. Böylece istediği gibi resim yapma imkânına kavuşmuştu. Meşrutiyet'in sağladığı hürriyet ortamında daha rahat çalışıyor, tarihî abideleri daha rahat inceliyordu. Asıl şöhretini Ayasofya resimleriyle sağlamışsa da, Rüstem Paşa Camii, Yeni Cami, Topkapı Sarayı'ndaki Bağdat Köşkü, Valide Hanı, Fatih'teki Şekerci Hanı ve Rumelihisarı gibi tarihî yapılarla eski Türk eşyasına, şallara, halılara ve kumaşlara özel bir ilgisi vardı. Figüratif resme ilgi duymuyor, sanki yok olmakta olan bir medeniyeti resmin diliyle kayda geçiriyordu. Hoca Ali Rıza'nın açık havada yaptığını, onun iç mekânlarda yaptığı söylenebilir. Bu eserleriyle Türkiye dışında da ilgi görmüş, Paris, Atina, Münih ve Sofya sergilerinde teşhir ettiği resimlerle madalyalar kazanmıştı. Bir sonraki kuşağın ressamları gibi bohem değil, mazbut bir İstanbul beyefendisi olan Şevket Dağ, son derece şık giyinir, yaz kış beyaz kolalı yaka kullanır, ipek kravatlarının üstüne palet şeklinde altın bir iğne takardı. Sürekli resim yapmasına rağmen üzerinde ufacık bir boya lekesi gören olmamıştı. Amansız bir alkol ve sigara düşmanıydı; sigara içtiğini hissettiği öğrencilerinin resimlerine iki metre uzaktan bakardı. Galatasaray'dan sonra Darülmuallimin'de görev yaptı ve tam yirmi dört yıl sürdürdüğü bu görevi sırasında yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Kendisinden önceki öğretmenlerin aksine, talebelerini tabiata çıkarak resim yapmaları için teşvik eder, yapılan resimleri büyük bir ilgi ve dikkatle gözden geçirir, hatalarını latifeler yaparak düzeltirdi. Sadece iyi bir ressam değil, öğrencilerinin hafızalarında silinmez izler bırakmış çok iyi bir öğretmendi de. Derslerine bir kere geç kalmamıştı, son derece dakikti. Belki de saatlerle haşir neşir olduğu için zamanı çok iyi kullanır, randevularına asla geç kalmazdı. Son randevusuna Bebek vapurunda kalp krizi geçirerek son nefesini verdiği için yetişememiştir (1944). Vapurda dağ gibi devrilen Şevket Dağ'ın son sözü -ve son nüktesi- şudur: "İnsan davul zurna ile ölmez, böyle ölür.'' |
Dağ gibi bir ressam
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-04-15 07:54:00

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara