Le Corbusier ve 'Şark Seyahati'
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-09-11 07:25:29

Bilgi Üniversitesi, Le Corbusier Vakfı'yla birlikte, modern mimarinin öncülerinden Le Corbusier'nin Osmanlı şehirlerine de uğradığı doğu gezisinin 100. yılı dolayısıyla "Le Corbusier Doğu Gezisi 1911: Mimarın Formasyonunda Seyahatin Rolü" konulu bir konferans düzenlemiş. Atina ve Napoli'de aynı tema çerçevesinde düzenlenecek konferanslar dizisinin ilk ayağı olarak planlanan ve 7-8 Ekim günlerinde Santralistanbul'da gerçekleştirilecek bu konferans, mimarlık fotoğrafçısı Cemal Emden'in "Görsel Kayıt: Le Corbusier Yapıtdökümüne Bir Bakış" adlı sergiyle taçlandırılacak.
Bu programdan erkence söz etmemin sebebi şu: Ramazan Bayramı'nda üstadın Şark Seyahati'ni okudum. Le Corbusier, arkadaşı Auguste Klipstein'le birlikte gerçekleştirdiği ilk doğu seyahatiyle ilgili izlenimlerini La Feuille d'Avis de la Chaux-de-Fonds'a parça parça göndererek bir yazı dizisi olarak yayımlamış. Bu yazılar, araya Birinci Dünya Harbi girdiği için tam elli dört yıl sonra Le Voyage d'Orient (1965) adıyla kitaplaştırılmış. Türkçeye Alp Tümertekin tarafından "Şark Seyahati: İstanbul 1911" adıyla tercüme edilen ve İş Bankası Kültür Yayınları'nca üç yıl önce yayımlanan kitap, neredeyse o tarihten beri masamda okunacak kitaplar arasında duruyordu.
Asıl adı Charles-Edouart Jeanneret olan ve XX. yüzyılın en büyük şehirci ve mimarlarından sayılan Le Corbusier, söz konusu gezisinde Edirne, İstanbul ve Bursa'da incelemeler yaparak izlenimlerini yazmış, yanında taşıdığı deftere de resimler ve krokiler çizmişti. Ressam Amédée Ozenfant'la birlikte ortaya koymaya çalıştığı "pürizm"in asırlar önce İstanbul'da hayata geçirildiğini gören Le Corbusier'nin hayranlıkla çizdiği bu krokilerin altına düştüğü notlar dikkat çekicidir: "Pek soylu biçimlerin melodisi", "Geçmiş, şimdi, gelecek, değişmeyen. Prizmaların mersiyesi", "Saf geometrinin ebedî biçimleri"...
Le Corbusier'nin -zaman zaman kullandığı esrarlı, huzur, odalık gibi kelimelerden, oryantalizmin doğuyla ilgili tasavvurlarından büsbütün kurtulamadığı anlaşılsa da- yola peşin hükümlerle çıkmadığı, gördüklerini ciddi bir şehirci ve mimar gözüyle değerlendirmeye çalıştığı söylenebilir. Balkanlar üzerinden zahmetli bir yolculukla Keşan'a, oradan Edirne'ye ulaşan Le Corbusier, Edirne'yi görünce yaşadığı duyguları ve düşündüklerini, şehrin birden öğleden sonrasının muhteşem ışığında olanca parlaklığıyla göründüğünü belirterek anlatmaya başlar. Edirne, ünlü mimara göre, uçsuz bucaksız bir platonun yükselerek bir kubbeye dönüşmesidir; harika minareler göğe doğru bu yükselişi yönlendirerek zirveye çıkarmakta, diğer üç cami de "neş'eyle girişilen bu çabaya" omuz vermektedir. Selimiye'yi şehre giydirilmiş muhteşem bir taca benzeten Le Corbusier, burada tanıştığı Türkler hakkında da çok olumlu şeyler yazmış. Kendilerini güleryüzle karşılayan, hüsnükabul gösteren, içtikleri kahvenin parasını almayan, hatta kırdıkları bardakların bedelini ödemeye kalkıştıklarında kızan iyi yürekli yaşlı Türkleri birer aziz gibi gördüklerini söylüyor.
Edirne'den İstanbul'a geçen Le Corbusier, bütün yabancılar gibi "Pera"da konaklar ve burada kaldığı yerin balkonundan İstanbul'u seyreder. Birer camiyle taçlandırılmış tepelerin etrafındaki ahşap evler, onun ifadesiyle, çatılarını iyice yayıp mora çalan renklerini, kuytuları süsleyen, esrarına hayran kaldığı yeşilliklerin tazeliğinde ısıtmaktadır. New York'a benzettiği Pera'da ise, her tarafı acımasız bir ışıkta zehirli bir hava doldurmuştur. Dikine konulmuş domino taşları gibi duran taş evlerin adeta birbirinin üstüne tırmandığını söyleyen Le Corbusier, fazladan yer kaplamasınlar diye aralarına tek bir ağacın bile dikilmediği bu evlerin sertliklerini yumuşatacak hiçbir şey görememiştir. "Korkunç, kurak, kuru ve kalpsiz Pera, yıkılmış bir Messina gibi kimin nesi olduğu bilinmeyen acımasız bir taş yığını olan Pera..."
Le Corbusier, arkadaşıyla birlikte Pera'dan o tarihte adı Yeni Köprü (Cisr-i Cedid) olan salaş Galata Köprüsü'nden İstanbul tarafına geçer, yokuş yukarı çıkıp türbeler ve hazirelerle dolu sokaklara dalar. Arasıra karşılaştıkları "mabet gibi güzel" çeşmelerin başında huzur bulurlar; bu çeşmelerden bazılarının başında birer servi nöbet tutmaktadır. Her biri farklı bir görüntü veren küçük sokaklara girip çıkarlar.
Keşke yerim olsa da, Le Corbusier'nin gördüğü İstanbul'dan daha fazla söz edebilsem. Bu yazıyı, Şark Seyahati'ni hararetle tavsiye ederek, ünlü mimarın İstanbul'un imarına talip olduğunu ve Ankara'ya yazdığı mektupta, büyük bir uzak görüşlülükle, bu güzel şehri olduğu gibi korumayı tavsiye ettiğini hatırlatarak noktalamak istiyorum. Bu tavsiyenin ilerlemeyi ve çağdaşlığı yüksek apartmanlar dikmek ve şehirlerin göbeklerinde fabrika bacaları yükseltmek olarak anlayan yöneticileri, bürokratları, hatta aydınları nasıl dehşete düşürdüğünü ve talebin derhal geri çevrildiğini söylemeye gerek var mı?
Not: Enis Kortan'ın başta İstanbul olmak üzere Türk şehirleri ve şehirciliği hakkında ne düşündüğünü ve çizimlerini merak edenler, Şark'a Seyahat'le birlikte Enis Kortan'ın Le Corbusier Gözüyle Türk Mimarlık ve Şehirciliği (ODTÜ Yayınları, Ankara 1983) adlı kitabını okumalıdırlar.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara