Sayın Başbakan, 'Ramazan Bayramı'na 'Şeker Bayramı' diyenleri haşlayıverince hararetli bir tartışma başladı.
Aslında bu, yeni bir tartışma değil; aynı mesele 2005 yılında aynı şekilde tartışılmış, hatta muzip bir köşe yazarı, üşenmeyip 'Ramazancı', 'Şekerci' ve 'orta yolcu' meslektaşlarını tek tek sayarak elli dört yazardan otuz dokuzunun Ramazan Bayramı'nı, on ikisinin Şeker Bayramı'nı tercih ettiğini, üçünün de ikisini birden kullandığını yazmıştı.
Bu çeşitliliği bir kavga konusu da değil de, Türkçenin ve Türk kültürünün zenginliği sayamaz mıyız? Aynı bayramın iki farklı ismi nedense son birkaç yıldır ısrarla tokuşturuluyor. Hâlbuki benim neslim Şeker'e de âşinadır, Ramazan'a da... Belki inanmayacaksınız, bayramlar bana hep çocukluğumu renklerine boyayan ışıl ışıl horoz şekerlerini hatırlatır.
Eskiler daha çok 'İyd-i Fıtr'ı kullanır, birbirlerinin bayramını 'İyd-i saîd-i fıtrınız mübarek olsun!' gibi sözlerle tebrik ederlerdi. 'Fitre' şeklinde Türkçeleşen 'fıtr' kelimesi, Arapçada 'orucu açmak' anlamına gelir; 'iftar' ve 'fıtrat' kelimeleriyle aynı köktendir. Ramazan Bayramı'nda 'fitre', yani 'sadaka-i fıtr' verilir. Bu, Ramazan'ı idrak edip bayrama ulaşan ve temel ihtiyaçları dışında belli bir miktarda varlığa sahip Müslümanların kendileri ve velâyetleri altında bulunan kişiler için yerine getirmekle yükümlü oldukları malî bir ibadettir.
'Şeker Bayramı' tabirinin bize has bayram gelenekleriyle ilişkili olduğunu sanıyorum. Bayram ziyaretlerinde öncelikle şeker ve tatlı ikram edilerek bir bakıma yıl boyunca 'ağız tadı' temennisinde bulunulduğu için Ramazan Bayramı halk arasında bu isimle de anılır. Kim ne derse desin, güzel bir isimlendirmedir bu. 'Şeker' sıfatını her zaman güzelleme maksadıyla kullanmaz mıyız?
Ancak bu tabir, sanki bir süredir Ramazan'ı bir ibadet ayı olarak yaşamayan, fakat bayramından da vazgeçemeyenler tarafından dayatılmak isteniyor. Başka bir ifadeyle, üç günlük tatil fırsatını dinle, imanla ilişkilendirerek ağızlarının tadını kaçırmak istemeyenler var.
Olsun, onlar da mütedeyyin Müslümanların bayram sevincine 'şeker'le katılıversinler, bu sevinçten istifade etsinler. N'olur sanki, kıyamet mi kopar?
Bayramlarda dayanışma ve yardımlaşma elbette sadece fitre vermek ve kurban kesmekten -eskilerin Kurban Bayramı'na de 'iyd-i adha' dediklerini hatırlatmak isterim- ibaret değildi. Evlerde sofralar herkese açıktı ve hediyeleşilirdi, hem de hiç ayrım gözetilmeden... On dokuzuncu yüzyılın ortalarında İstanbul'u ziyaret eden Fransız şairi Gerard de Nerval, Noel'e benzettiği bayramlara her dinden insanların katılabilmesine hayret etmiştir. Hayret ettiği bir başka husus da, herkesin hemen her eve girip yemek yiyebilmesi, hatta bu evlerde yemek yiyenlerin Müslüman olup olmadıklarına bakılmamasıdır.
Bayramlar dayanışma, yardımlaşma ve barışma günleridir. Yüreklerin topluca vuracağı, hep birlikte sevineceğimiz günlere ihtiyacımız var. Lütfen, bu günleri sudan sebeplerle ve saçma tartışmalarla birbirimize zehir etmeyelim.
Efendim, İyd-i Said-i Fıtr'ınız, Ramazan ve Şeker Bayramı'nız kutlu ve mübarek olsun.
DERKENAR
Mutluluğun resmi
Milli Eğitim Bakanlığı'nın 'Ortaöğretim Felsefe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu'nda 'Mutluluğun Resmi' isimli kötü bir tablonun Abidin Dino'ya ait olduğu iddia ediliyor, derslerde öğrencilere gösterilmesi isteniyormuş.
Nâzım Hikmet, 'Saman Sarısı' şiirinde yakın dostu Abidin Dino'ya 'Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?' diye sorar. Ancak Taraf gazetesinin haberinde de belirtildiği gibi, Dino hiçbir zaman böyle bir resim yapmamıştır. Ne var ki internet sitelerinde uzun zamandır ona atfedilen bir resim dolaşıyor. Arama motorlarından birine 'mutluluğun resmi' yazdığınız zaman karşınıza çeşitli boyutlarda kopyaları çıkan bu resmin sağ alt köşesine bir işgüzar tarafından kötü bir yazıyla Abidin Dino yazılıp internet denen gayya kuyusuna atılıvermiş. Söz konusu kılavuzu hazırlayan Erciyes Üniversitesi hocaları da zokayı yutmuşlar.
Abidin Dino'nun resimlerini bir kerecik görmüş olanların bile asla düşmeyecekleri bir hata bu. Üstelik aynı resmin üzerinde fligran şeklinde Dianne Dengel yazılı kopyalarını da aynı sayfalarda görebiliyorsunuz. Ayrıca 'grafiksaati.com' sitesinin 'Ressamlar' bölümünde internette dolaşan bu resmin Abidin Dino'ya ait olmadığı hakkında uzun bir açıklama var.
Kılavuzu hazırlayan akademisyenlerin düştükleri tuzak, internetteki bilgilere asla güvenilmemesi gerektiğini göstermiyor mu? Genç araştırmacılara her fırsatta internetin özellikle Türkçe sayfalarındaki bilgi çöplüğünde gezinirken çok dikkatli olmalarını, kılı kırk yarmalarını tavsiye ediyorum.
Nâzım Hikmet'in mısraı ne kadar güzelse, ismi yukarıda zikredilen Amerikalı popülist ressamın tablosu o kadar kötü. Ünlü Fransız ressam Pierre Bonnard'ın da aynı isimde ('Peindre le bonheur') bir tablosunun bulunduğunu biliyorum, fakat görmedim. Yağmur Atsız, yıllar önce bir yazısında Nâzım Hikmet'in meşhur mısraının bu tablodan 'intihal' olduğunu iddia etmişti.
Peki, Nâzım Hikmet'in mısraındakine benzer bir fikri birkaç asır evvel Şeyhülislam Bahâyî Efendi'nin söylediğini biliyor muydunuz? Buyurunuz:
Güzel tasvîr edersin hal ü hatt-ı dilberi amma
Füsûn u işveye geldikde ey Bihzâd, neylersin?
'Ey Bihzad, dilberin yüzünü, benlerinden ayva tüylerine kadar, çok güzel tasvir ediyorsun, ama onun güzelliğinin büyüsünü ve işvesini tasvire sıra geldiğinde, bakalım ne yapacaksın?'
ZAMAN