Hava sıcak, nemli, yapış yapış... Adımınızı dışarı atar atmaz güneş bir vahşi gibi saldırıyor. Üstelik kurşun gibi ağır bir siyasî atmosfer var.
Meydanlarda kendilerinden beklemediğimiz bir üslûpla konuşarak gerilimi tırmandıran liderlerin harareti mi güneşe yansıyor, güneş mi onların hararetini yükseltiyor, bilmiyorum. Canım sıkılıyor. Ramazan hürmetine üslûplarına biraz dikkat etseler, birbirlerinin soyunu sopunu, boyunu bosunu, evini barkını işe karıştırmasalar, olmaz mı?
Başka şehirleri bilmem, ama İstanbul'da, dayanılmaz sıcaklara ve gergin siyasî atmosfere rağmen güzel bir Ramazan yaşanıyor. Sultanahmet'teki kitap fuarı ve diğer Ramazan etkinlikleri bu yıl Beyazıt Meydanı'na taşındı; iftardan sonra Sultanahmet-Beyazıt arası, yani Divanyolu ışıl ışıl, cıvıl cıvıl... Bu bir geleneğin ihyası anlamına geliyor. Çünkü Şehzadebaşı-Sultanahmet arası bir zamanlar Ramazan'ın en canlı yaşandığı güzergâhtı. Beyazıt Camii'nin avlusunda o günleri yaşayanların anlata anlata bitiremedikleri Ramazan Sergisi açılırdı.
Biraz serinlemek, rahatlayıp güzelce vakit geçirmek için iftardan sonra kendilerini sokağa atan İstanbullular, hiç değilse bir gece yollarını mutlaka Beyazıt taraflarına düşürsünler. Bu Ramazan, Enderun usulü teravih kılmak ve cumhur müezzinliği nedir, anlamak isteyenler için de bir şans. İstanbul 2010 Ajansı Türk Müziği Yönetmenliği unutulmuş bir geleneği canlandırdı. Ramazan'ın başından beri her gece başka bir camide uygulanan bu usul, bana sorarsanız, İslâm'ın estetik boyutunu ihya açısından atılmış çok önemli bir adım. İnsanlara güzeli sunarsanız, güzel olana talebi artırır, dolayısıyla seviyeyi yükseltmiş olursunuz.
Enderun usulü teravihin ve cumhur müezzinliğinin uygulanabilmesi için imam ve müezzinlerin çok eğitimli ve güzel olması gerekiyor. Çünkü her dört rekâtın farklı bir makamda eda edilmesi esas. Aralarda aynı makamlarda bestelenmiş ilâhiler okunuyor. Gerekli şartlar yerine getirildiği takdirde, Enderun usulü teravih ve cumhur müezzinliğinin özellikle büyük camilerde ne kadar ruhanî bir atmosfer yarattığını tahmin edemezsiniz. Sorup soruşturdum, bu usulde teravih kılınan camilere beklenmedik ölçüde rağbet varmış; cemaat dışarılara taşıyormuş. Bu gece Teşvikiye Camii'nde, yarın Şişli Merkez Camii'nde, cuma gecesi de Hırka-i Şerif'te Enderun usulü teravih var. Aklınızda bulunsun.
Hırka-i Şerif Camii dedim; bilindiği gibi bu cami, Peygamberimiz'in Üveysü'l-Karani'ye hediye ettiği, I. Ahmed devrinde Osmanlılara intikal eden mübarek hırkasının korunması için Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır (1851). Hırka-i Şerif, bu camideki özel bir odada yakın zamanlara kadar çok küçük bir parçası görünecek şekilde teşhir ediliyordu. Zaman içinde ciddi bir şekilde kirlenip yıpranan hırka, geçen Ramazan'da ziyarete açılmadı. Bu arada uzmanlar tarafından gerekli incelemeler yapıldıktan sonra modern teknikler kullanılarak büyük bir titizlikle temizlenip restore edildi. Önceki gün son haliyle görme imkânı bulduğum, hırkadan ziyade bir kaftanı andıran bu mübarek giyecekte mucizevî bir bezeme ve dokuma tekniği uygulanmış. Özellikle topluiğne başı büyüklüğündeki deliklerin etrafında uygulanan dokuma tekniğinin en modern tezgâhlarda bile imkânsız olduğu söyleniyor.
Hırka-i Şerif, yarın eskisine nazaran çok daha uygun şartlarda ziyarete açılıyor; artık sadece küçük bir bölümünü değil, özel olarak hazırlanan vitrinde tamamını görmek mümkün olacak.
Hırka-i Şerif Camii'nden çıktıktan sonra, Has Ahırlar Bölümü'nde açılan "Sonsuzluğun Kapısı: Türbeler" sergisini gezmek için bir taksiye atlayıp Topkapı Sarayı'na gittim. Bir baktım, kapı duvar; müzenin salı günleri kapalı olduğunu unutmuşum. Açılışına davetli olduğum hâlde başka bir programım olduğu için katılamadığım bu sergi, başından beri yakından takip ettiğim bir projedir.
Bilindiği gibi, 1925 yılında türbeler, tekke ve zaviyelerle birlikte kapatılınca, buralarda yüzyılların birikimi olan ve kültürümüz açısından büyük önem taşıyan eşya ve sanat eserleri de yağmalanmış, kurtarılabilenler depolara kaldırılmıştı. İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü'nün depolarında bir zamanlar türbeleri bezeyen eserler arasında büyük hattatlar, hatta II. Mahmud, Abdülmecid ve Abdülaziz gibi padişahların elinden çıkma nefis levhalar bile bulunuyor. Daha neler mi? Sakal-ı Şerif gibi kutsal emanetler, puşideler, peşkirler, yazma eserler, rahleler, sehpalar, şamdanlar, buhurdanlar, gülabdanlar, tarikat kıyafetleri... Binlerce eser... Bunlardan bir kısmını Ramazan sonuna kadar Topkapı Sarayı Müzesi'nde görebileceksiniz. Peki sonra?
Yapılması gereken, uygun bir bina bulup depolardaki bütün eserlerin, hiç olmazsa en önemlilerinin sürekli sergileneceği bir Türbeler Müzesi kurmaktır. Gayretli bir bürokrat olan Türbeler Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, I. Ahmed Türbesi'nin hemen yanında, yirmi altı odalı Sultanahmet Medresesi'ni bir müze ve restorasyon atölyesine dönüştürmek için talepte bulunmuştu; galiba netice alamadı.
Dedim ya, her şeye rağmen güzel bir Ramazan yaşanıyor. Arzu edenler, bu ay sonuna kadar dünyaca ünlü Müslüman cazcıları bile dinleyebilecekler.
Daha ne olsun?