Taksim’i kana bulayan Vedat Acar, 24 yaşında... 11 çocuklu bir ailenin 4. çocuğu...
Ailesi 7 yıl önce Van’ın Çığlı mezrasından, İstanbul Bağcılar’a taşınmış.
O, 6 yıl önce, yani 18 yaşındayken PKK’ya katılmış.
3 hafta önce İstanbul’a gelip Şirinevler’de ev tutmuş. Saldırıdan önceki gece, oturduğu apartmanın altındaki pide salonundan 3 lahmacun söylemiş.
Eylem sabahı üstünde bombalarla evden çıkarken evin anahtarını pide salonunun çalışanlarına vermiş. “Ev sahibine teslim edersiniz” demiş.
Her ihtimale karşı cebine bir siyanür hapı yerleştirmiş.
Taksim’e gidip üzerindeki patlayıcının pimini çekmiş.
* * *
Psikiyatristler buna “presuisidal sendrom” diyorlar.
Ölüme gidenler, intihar öncesi garip bir kararlılık, serinkanlılık sergiliyorlar. Kimisi kalanlara mektup yazıyor, kimi eğlenmeye gidiyor ya da yiyip içiyor.
Tereddüt çok az; hedefe kilitleniyorlar.
İnsan, savaşta ölümün üzerine yürüyenin psikolojisini anlayabiliyor. Ama 24 yaşında bir gencin, gece evinde lahmacun yerken bir yandan da sabahleyin vücudunu bin bir parça halinde semaya savuracak ve kendisiyle birlikte kim bilir kaç masumun canına kıyacak bombayı üretmesine, sabah da işe gider gibi ölüme gitmesine akıl erdiremiyor.
* * *
“Beyni yıkanmış canavarlar” demek kolay... Ama durumu izaha yetmiyor. Özellikle Batı’da, son 30 yılda yaygınlaşan intihar komandolarına dair, epey araştırma yapıldı.
Canlı bombaların ortalama yaşı 22...
Farklı tabaka ve eğitim grubundan geliyorlar. Çoğu, son derece “normal” insanlar... Ama iç dünyalarında, türlü izler var:
Kıstırılmışlık hali, yaşama bıkkınlığı, seçilmişlik duygusu, korkak damgası yeme korkusu, hayatta bir işe yarayacak olma hissi, cennet vizesi, kahramanlık vaadi, gizli bir narsizm...
* * *
Batı’nın bulguları bunlar, ama Türkiye’deki eylemler daha fazla açıklama gerektiriyor:
Bireysel kurtuluş kanallarını tüketmiş gençler...
Kendi köyünde fakirlik içinde bunalmış, sonra aşağılanıp zorla göç ettirilmiş, büyük şehirde de işsizliğe mahkûm edilmiş aileler...
Ve hak taleplerine, silahla ifade edilmedikçe kulak asmayan, şiddete meyilli bir toplumsal yapı...
Ümitlerin tükendiği bu çaresizlik noktasında, bazıları için geriye tek bir seçenek kalıyor:
Kendilerine bunu reva gören dünyayı kendileriyle birlikte berhava etmek...
* * *
İki duygu birbirini besliyor burada:
Öfke hali ve fedai geleneği...
Öfkenin ardında yoksulluk, çatışmalar içinde geçmiş bir çocukluk, kesif bir yoksulluk, yarın ümidinin tükenmesi ve çaresizlik var. Kaybedecek bir şeyi olmayanların kendi vücudunu, elde kalan son silah olarak ateşlemesi...
Fedai geleneğinin kökleri ise çok daha derinlerde:
“Sana kurban olurum” ninnilerinde...
“Varlığım varlığına kurban olsun” yeminlerinde...
“Kutsal davalar”ın insanı hiçe sayan, şahadeti yücelten, adanmışlık geleneğinde...
* * *
Ürettiğimiz şiddet tarlasının mahsulleri bunlar...
Umutsuzluk ikliminde asker toplaması en kolay ordu da canlı bombalar...
Serseri mayınlar gibi; dün diyalog talebiyle dağları bombalıyorlardı, şimdi şehirde diyalog sürecini bombalıyorlar.
Milliyet