Hani bazen ardiyeye girer veya tavan arasına çıkar, ateşli ateşli size lazım olan şeyi aramaya başlarsınız. Aslında aradığınız şeyin orada olduğunu bilmeseniz de en azından bilmek istersiniz. Bu ümit ve hevesle biraz da oflaya puflaya. Derken çok uzun zamandır unuttuğunuz eşyalarınızı, terk ettiğiniz anılarıyla birlikte görürsünüz. Bazen de bir sandukça çıkar apansız karşınıza. Bir şevkle hemen aralarsınız kapağını. Biraz tozlu biraz da rutubetli kokusu efsunlar sizi hemen. Ve içindekileri bir bir çıkarmaya başlarsınız.
Tavan araları veya ardiyeler marketler gibidir. Size lazım olan bir şeyi bulmak ve almak için girersiniz, size lazım olmayan bir çok şeyi alarak çıkarsınız. Bulmayı veya almayı planladığınız şeyi unutmuş olarak veya almadan. Bunun gibi bir durum geçen günkü tavan arası gezintim.
Bir kitapçık çıktı sandukçadan karşıma, cildi dağılmış, şirazesi sökülmüş, (dedemin askerlik anılarıyla ağırlaşmış, gün görmüş geçirmiş kahveye çalan sayfaları araladım ve okumaya başlamadan önce beynime bir sürü duygular doluştu. Elime aldığım kitapla konuşmaya başladım hemen. Kitap bana baktı ben kitaba. Bir çimento kağıdı buldum ve karalamaya başladım söylediklerini ve aşağıdaki dizeleri konuştuk.
***
Beni ciltler misin kitapçı.
Tutturur musun dağılmış şirazemin bağını.
Çözer misin, satırlara sakladığım kelimelerin ağını.
Karbon kopyalara isyan etsin kelimeler,
Gün görsün tav tutsun berzaha açılsın nağmeler.
Ömür törpüsünün döküntüsüne düşülsün dipnotlar,
Ukbanın fecrine doğsun afakı boğsun kızıllıklar.
Beni koklar mısın kitapçı,
Hisseder misin, sayfalarıma sinmiş anılarımı,
Görür müsün, beni sandukçaya hapseden yarınlarını.
***
Kitabın beynime düşürdüğü bu anlamlar taa, böğrüme oturdu. Demir gibi indi içime. Ve birden bütün dikkatimle ve rikkatimle tozunu aldım ve koltuğumun altına koydum. Ardıma bile bakmadan sandukçayı kapatıp odama daldım. Açtım ve okumaya başladım demir hurufatın kağıda vurduğu izlere dokundum itinayla. Sanki dün gibi kurşun izlerinin arasında gezindim. Bir taraftan klavye tuşları, bir taraftan kurşundan dökülmüş hurufat, bir taraftan kahveye çalan mis kokulu kağıt, bir taraftan plastik plazma ekran.
Ahhh dedeciğim, ne kadar şanslıymışsınız mı desem, yoksa
Ahhh gençliğim, ne kadar şanslısınız mı desem düşünceye daldım.
İtiraf etmek gerekirse çıkamadım içinden.
İyi pazarlar efendim.