Ülkemizde yabancı dil konusu tam anlamıyla bir bunalım (sendrom) dur. Bu bunalım işsizlik derdinin kalbe düşmesiyle başlayıp iş ortamına girmeyle birlikte kendini göstermektedir. İnanılmaz değerlerimiz ve potansiyelimiz bu sorun nedeniyle gün yüzüne çıkmayı beklemektedir.
Yabancı dil eğitimi, ilköğretimin üçüncü yılından itibaren beşe kadar haftada ikişer saat, beşinci seneden lise son sınıfa kadar dörder saat olarak müfredata alınmalıdır. Bu ivmeyle bir öğrenci ilk ve orta öğretimde bir yabancı dili İNTERMEDİATE seviyede bilmelidir. Yüksekokullarda veya fakültelerde bu seviyenin üstüne eğitim tamamlanmalı ve bir üniversite mezunu ileri, (advanced) seviyede, yabancı dil bilgisiyle donatılmalıdır.
Üniversitelerimizin yabancı diller bölümündeki yabancı dil eğitimi, temel olarak halen bir zorunluluktan kurtulma aracı olarak görülmektedir. Bu birimlerin veya fakültelerin, özel teşebbüs yabancı dil kurslarının misyonuna kavuşturulması zorunluluktur.
Bu ülkemizin dünyaya açılması ve rekabet avantajı yakalayabilmemiz açısından bir zorunluluk olmalıdır. Genç yaşlarda yabancı dil bilgisinin eksikliğinin hissedilememesi çok doğaldır. Her ne surette olursa olsun yabancı dil dersinin korkulan veya kaytarılan bir ders olarak görülmemesi için, yabancı dil dersine giren öğretmenlerin ve/veya okutmanların öncelikle davranış, formasyon, vizyon eğitimine alınması gerekmektedir. Bu vizyon eğitimcilerde ve eğitimi alacak kişilerde oluşturulmadığı sürece dünyanın gelişme ivmesi içinde yerimizde saymaya mahkumuz.
Üniversitelerin hazırlık sınıflarından itibaren yabancı dilde eğitim mevzuu ise apayrı bir konudur. Ancak buradan öncelikle şunu söylemeliyiz. Yabancı dilde eğitim ilk ve ortaöğretimde ve lisede terk edilmelidir. Bunun yerine ağırlıklı yabancı dil dersli müfredatlar uygulanmalıdır. Yabancı dilde eğitimi ancak üniversitede aşamasında makul görebiliriz. Yani bu yazı kapsamında yabancı dilde eğitim ile yabancı dil eğitimini karıştırmamak gerekir.
Burada üzerinde durulması gereken en temel bir başka nokta, yabancı dil eğitimi verilirken, örneklemelerde, temalarda, kendi kültürel değerlerimizin aktarılması bir vatandaşlık borcudur. Buna karşın, dilimizi koruyalım paranoyasıyla yabancı dil eğitimine ve öğretimine karşı olmanın bahsini bile yapmak istemem. Çünkü bizim kendi yerel ulusal kültürümüzü dinimizi, ancak ve ancak yabancı dil aracılığıyla dünyanın diğer ülkelerine taşıyabiliriz.
İlk ve orta öğretimden hareketle lise döneminde alınamayan güçlü ve etkili bir yabancı dil eğitimi temeli olmayınca üniversitede de bu devam ettirilmemekte ve ülke içindeki akademisyenler, araştırmacılar, bilim adamları kendi dillerindeki literatüre mahkum kalmaktalar. Bunun evrensel bilgi ve bilimi ne kadar kısırlaştırmakta olduğunu vurgulamaya bile gerek yoktur.
Avrupa birliği sürecinde yürütülen Sokrates ve Leonardo da Vinci gibi programlara genelde gençliğimiz, özelde üniversiteli gençliğimiz etkin olarak katılamamaktadır.
Bir yazıyı da yabancı dilde eğitim konusuna ayırırız ileriki yazılarımızda.
Aydınlık yarınlar temennisiyle, esen kalın.