Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Auschwitz Suriye'de olunca görmeyenler

12 Yıl Önce Güncellendi

2014-01-23 15:27:46

Auschwitz Suriye'de olunca görmeyenler
Alain Resnais’in, Night and Fog / Gece ve Sis başlıklı, Auschwitz’in tam olarak ne olduğu üzerine can yakıcı filmi, insanın nerelere kadar “düşebileceğini” gösteren ve zamanı durduran bir deneyim olarak tanımlanabilir. Nazi zulmüne maruz bırakılan Yahudilerdi can yakıcı katliamlara maruz bırakılan; ama film, zamanı, Nazi zulmü nezdinde tüm zalimlerin ve kamplarda katledilen Yahudilerin nezdinde de tüm mazlumların zamanında donduruyordu. Topu topu yarım saat süren film, o yarım saati bir asır kadar ağır yüklüyordu vicdanımıza.

Kamera, Auschwitz kampının “bugünü” ile “geçmişi” arasında bir zaman köprüsü kurarak, bugün yaşayanların, hem geçmişe, hem de geleceğe yönelik sorumluluklarını hatırlatıyordu. Kampın sokaklarında “bugün” yürürken geçmişin “kan” ve “yanık” kokusu ciğerimize doluyor, hepimizi ağır bir yükün altına sokuyordu. Bu zulüm, “insanların” yaşadığı bir dünyada nasıl olabilmişti? Asıl sormamız gereken soru buydu ve bizi, “geçmiş” üzerinden “bugün” ve “gelecekle” bağ kurmaya sevk edecek yollar, bu soruya vereceğimiz cevaplarda gizliydi!

Gece ve Sis’i, yıllar önce, çalıştığım büyük şirkette göstermiştik. Film bitiminde, salondan çıkanların hepsinin gözleri ağlamaktan şişmiş hâldeydi. Ölenin “kimliğinin” Yahudi olup olmadığıyla ya da zalimin kim olduğuyla ilgilenmemiştik çoğumuz. Bizatihi insan denen varlığın ne kadar zalim olabildiğini görmek ve belki de kendi potansiyel “esfele safilin” düzeyimizle yüzleşmek ürkütmüş, korkutmuştu hepimizi. Yarım saatlik süre, bize günlerce süren bir zulüm gibi gelmiş ve insan olmak denen şeyin yükümlülüğünün ne ağır olduğunu fark etmiştik.

İnsan, sadece yapıp ettikleriyle değil; yapmadıkları, göz yumdukları, kulağının, vicdanının üstüne yattıklarıyla da “insan olup olmadığının” kararını kendisi verebilecek tek varlık. Eşref-i mahlûkat olarak “Ahsen-i Takvîm’de” yaratılmış, ama esfele safiline düşme potansiyelini nefsinde taşıyan bir varlıktı insan. Auschwitz kampında olanlar insanın en aşağılık hâllerini gözümüzün önüne getiriyordu. Kepçelerle götürülüp bir çöp gibi yığınlarla çöplüğe atılan, yakılan, aç bırakılan ve türlü aşağılamalarla insan olmaktan doğan hakları ellerinden alınan insanlar… Bunları yapan “elit subayların” kampın hemen dışında konser salonlarının olduğunu öğreniyorduk. Kampta insan yakan “elitler”, akşamları eşlerini, çocuklarını alıp Bach, Beethoven, Wagner dinlemek üzere konser salonlarına akın ediyor olmalılardı!

O büyük şirkette, bir ruh taşıyor olduğunun kırıntısını bile vermeyen kimi insanların, filmden sonra ağlamaktan gözlerinin şiştiğini gördüğümde, insanlığa olan umudum tazelenmişti. Sanmıştım ki, bu gördüklerimiz, bizi tüm mazlumların yanında olmaya sevk edecek, zalimlerin karşısında bir vicdan duvarı olarak yer almamızı sağlayacaktı! Ama öyle olmadığını çok kısa sürede gördük.
“Aşırı duygusal” korku, endişe ve acıma duygularının ardından, vicdanı harekete geçirmek her zaman mümkün olmuyordu demek! İnsan, gördüğü görüntülere anlık duygusal bir refleks veriyordu, ama vicdanın beslenmesi için bunun çok ötesinde bir şeyler daha gerekiyordu. Bosna’da, Filistin’de, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de gördüklerimiz, bu yüzden anlık “acıma tepkisi” dışında bir vicdan uyarmasına sebep olmuyor olabilir miydi kimilerinde? “Anlık duygusal” tepki dışına çıktığı an, ideolojilerin ve dünya görüşlerinin “yönettiği” çıkar odaklı aklımızın hegemonyasına girdiğimizde unutuveriyorduk demek ki her şeyi? Bosna’da, Irak’ta Ebu Garip’te, Mısır’da Auschwitz’i asla aratmayacak görüntülerle karşılaşıyoruz yıllardır. Görüntüler, kimilerinin vicdanına bir çentik bile atmadan geçip gidiveriyor… Vicdan bambaşka bir şeymiş ve vicdanı canlı ve “hakîkî” tutmak, bambaşka bir kalbî sorumluluk duygusunun inşası ile mümkün olabiliyormuş demek ki!

İki gündür, Suriye’de Esed zulmünde türlü işkencelerle katledilen insanların fotoğrafları düşüyor basına. Aynen Sis ve Gece filminde olduğu gibi, bu fotoğraflarda da insanın bütün “sırlarını” ifşa eden bir mahiyet var! Bütün zulümlerin zamanını aynı karelerde donduran bir şey… İnsan, zulmedeceği “ötekini” çırılçıplak soyup, kendi zulmünü böyle bir aşağılama üzerinden kurgulamaya çalıştığında, aslında sadece zulmeden olarak kendisi çırılçıplak hâliyle önümüze düşüyor. Çırılçıplak bedenleri, açlık ve işkencelerden bakmaya yürek dayanmayacak hâle gelmiş o mazlumlar, kendilerini o çıplaklıkları ardında görünmez kılarak, insanlığa, bakmaya utandıkları bir aynayı gösteriyorlar aslında. Zalimlerin ve zalime, susarak, onaylayarak, dalga geçerek onay veren insanlığın bitişinin aynasını… Aynı aynaları Bosna’da, Filistin’de, Irak’ta, Mısır’da, Arakan’da, Somali’de defalarca gösteriyordu mazlumlar bize!

İki gece önce, Suriye’de Esed zulmü ile ilgili fotoğraflar basında görünmeye başladığında, kimi basın mensuplarının sosyal medyadaki sözleri de önümüze düşüyordu. Sırf “kadın oldukları” için basına merhamet getirecekleri zannıyla, hiçbir zeka ve vicdan pırıltısı taşımadıkları hâlde, yıllarca pozitif ayrımcılık yapılan kimi köşe yazarı tipler, fotoğrafları “Erdoğan’ın şansı, yolsuzlukların üstünü örtecek bir bahane” olarak yansıtmakta sakınca görmezken, CNN Türk adlı uluslararası zulüm kanalında fotoğrafların onca can yakıcılığına kupkuru akıllarıyla “analizler” yapanlar türüyordu. “Mazlumun” ve zalimin ırkı, dini, milliyeti, ideolojisi olmaz diye düşünen bizlere inat, ısrarla mazlum seçenler basında kirli bağırsaklarını yine yeni yeniden ifşa ediyorlardı.

Zulmün zamanı, mazlumun kalbiyle değil de zalimin çıkarıyla bakıldığında, kendisini akıp giden bir vurdumduymazlık olarak sunuyordu demek ki! Bize yarım saatlik belgeseli bir asır gibi hissettiren mazlumun zamanı yüreğimizi acıyla kazıyordu. Ama Suriye’deki fotoğraflara, zalimin zamanında / zamanıyla bakanlar için, anlık bir merhamet kırıntısı bile oluşturmuyordu demek! Zaman, zalimin ve mazlumun, kalbin, ruhun ve nefsin zamanı olarak bin çeşit olabiliyordu demek ki! Katliam fotoğrafları, onlara Suriye canisi Esed’in gözüyle bakanların vicdanında, “eğlenceli hayatlarının” ortasında anlık bir “tiksinti” kırıntısı olarak bile yer etmiyordu… Vicdanı olan birisinin tüm hayatını bir ân’da dondurabilecek ve tüm kâinatın yükünü üzerine alabilecek ağırlıkta olan aynı fotoğraflar…

Cemaatin televizyonlarından birisi, fotoğraflar gündemi meşgul ederken “aslan belgeseli” veriyor, bir diğeri ise “tırlarda silah vardı!” propagandasıyla Kılıçdaroğlu’nun sözlerini defalarca yayına sokuyordu. Esed’in her gün yüzlerce mazlumu öldürmesiyle, o ölümlerin basına yansıyan biçimlerinin bile ne kadar iç yakıcı olduğu ile zerre ilgilenmeyen; ama mazlumun direnebileceği ihtimalinin bile gözlerini kör ettiği bu insanlar, kendi ülkelerini ve Müslümanları Batı’nın tüm zalimlerine satmaktan zerre utanç duymuyorlardı. Dünyanın tüm zalimleri, mazlum Müslüman olunca alaycı bir tiksindiriciliği “akıllılık”, “strateji” ve “demokrasi” olarak sunmakta zerre sakınca görmüyor ve bu mazlumlara karşı topyekûn savaşa girmeyi göze almış görünüyordu. Aynı Sis ve Gece’yi izlediğimizde olduğu gibi, iki gece önce de insan denen “yaratığın” ne kadar alçak olabileceğini görmek, her şeye rağmen şaşırtıyordu bizi!

Vicdanlarının “referansını” Batı’dan devşirenler için, Auschwitz’ler, Mısır’da, Filistin’de, Arakan’da, Bosna’da, Suriye’de olunca ve mazlumlar Müslüman olduğunda, zerre görülmüyor. Mesela onlar için İsrail’in Filistin’de yaptıklarını eleştirmek, “dört kadın alan gericileri, Batı’lı lâik, demokrat, insancıl İsrail’e yeğlemek” olduğu için kesinlikle karşı çıkılması gereken bir şey! Suriye’de mazlumların yanında olmak “kafa kesen gericilerin yanında olmak” demek! İdeolojik geri zekâlılıklarını ve iflah olmaz İslam düşmanlıklarını kamufle edebilecekleri yeni kılıflar üretmekten hiç bıkmıyor, utanmıyorlar!

Yüz elli binden fazla resmi, iki yüz binden fazla gayrı-resmi ölümün olduğu, milyondan fazlası mülteci olmuş insanlara yapılan bu post-modern Auschwitz’i, Esed’in karşısına sanal bir El-Kaide yerleştirerek haklı bulmaya çalışmak, Batı zihniyetinin yüzlerce yıldır tekrarladığı bir taktiktir. Bizim utanmaz Batıcıların her versiyonu için aynı taktikler geçerli ama artık mızrak çuvala sığmıyor! İsrail’in Gazze’yi yerle bir ettiği dökme kurşun operasyonunda, İsrail’i lanetleyen bizleri, “anti-semitist” olarak lanse etmeleri de; Ceyda Karan gibi “utangaç Esed’cilerin” fotoğraflardaki sorumluluklarından zerre vicdan azabı duymamaları ve Esed zulümlerini utanmazca yöntemlerle kamufle etmeye kalkışmaları bununla ilgilidir. Kendi “mazlum seçen” vicdanlarını rahatlatmak için uyguladıkları bir “Batılı” taktiktir bu! Batı, başta İngiltere olmak üzere, dünya tarihinde Yahudilere en fazla zulüm eden yerin adı olduğu hâlde, Holocaust’tan sorumlu kendi suçlarını bastırmak için, İsrail Siyonistleriyle birlikte Müslümanlara işgalci hücumları da bununla ilgilidir. Batı, kendi vicdanını, Müslümanları öldürterek, onların topraklarını İsrail’e peşkeş çektirerek rahatlatmayı sürdürmektedir!

Sonucu, “seçici vicdan”, “ruhsuz, çıkarcı akıl”, “dizginsiz nefs” ve “plancı zulüm” olan bir zihniyettir Batı zihniyeti. Bosna’da, Filistin’de, Irak’ta, Mısır’da, Suriye’de, Arakan’da vs. yaptıkları ve yapmadıklarıyla defalarca şahit olduk bu zihniyetin çıktılarına. Batı’ya ve onun “kemali” neo-liberal vahşiliğine kayıtsız şartsız destekçiliği aydın olmak sananların, Suriye’deki Auschwitz ile karşılaştıklarında, alaycı bir görmezden gelmeye soyunmaları bundandır. Sadece Esed’e “Sünni Müslüman” öldürdüğü için hayranlıklarından değil; akıllarını, vicdanlarını “Batı ne derse o!” tarzı bir mottodan devşirdikleri için görmezden geliyorlar Suriye’deki Auschwitz’i! Batı, görmediği için onlar da görmüyor…

Şimdi hiç kuşdili konuşmadan, apaçık şekilde söyleyelim: Cemaatin, Suriye’de her gün katliamlar olurken, “yardım tırlarında mühimmat vardı” diyerek yardım tırı avına çıkması ve mazlumların değil zalimlerin yanında saf alması da, aynı “Batıcı teslimiyet” ile ilgilidir. Hangi dinden, dünya görüşünden olursa olsun, Batı ile bir çıkar ilişkisine giren ve Batı tarafından döllenen bir zihniyetin bir daha iflah olmadığının en çarpıcı kanıtlarından birisidir Cemaatin bugünkü durumu.

Vicdanın, kaynağını Allah’tan alan ve Allah’ın ipine sımsıkı bağlı olan yönü, Batıcı çıkarcılık ve hesapçı rasyonaliteyle bozulup “seçiciliğe” dönüşüyorsa, mazlumun ve zalimin kimliğini seçmeye başlıyorsak, tümden bir vicdan guslüne ihtiyacımız var demektir. Radikal, Hürriyet, Milliyet vs. gazetelerinin ruhsuz köşeci tayfasını geçtim; eğer kendine Müslüman diyenlerin kendilerini buldukları yer “seçici vicdan” oluysa, esfele safilin’e çok yaklaşmışlar demektir. Yol yakınken ya da henüz tam batmamışken vicdanınızı ve Allah’ın ipinin sizi sımsıkı sardığı ruhunuzu dinleyin derim!

Haber Ara