Arap dünyası, ard arda yaşadığı devrimlerle tarihi bir dönüşüme tanıklık ediyor. Uzun yıllardır halka rağmen devam eden iktidarlar ve liderler yavaş yavaş güç kaybederken, halk artık demokratik bir yönetim için ısrar ediyor. Arap ülkelerine aheste aheste ve sıralı olarak gelen 'bahar', yıllardır baskı altına alınan ve seslerini duyuramayan 'büyük bir azınlık' için de baharı müjdeliyor aynı zamanda: O sessiz çoğunluk, elbette kadınlar. Hiç olmadığı kadar gür çıkıyor artık sesleri. Tüm dünya, aylardır Arap ülkelerinden yükselen isyan çığlıklarını dinlerken, kadınlar da uzun zamandır içlerinde yankılanan sessiz çığlıkları artık herkese duyurmak için devrimlerde en ön sırada yer alıyor. Onlar, bu devrimin 'gerçek kahramanları'..
Devrimlerde kadınların bu denli aktif rol oynaması hâkim geleneksel Arap kadını imajını da temelinden sarstı bir bakıma. İtaatkâr, boyun eğen, hemen hemen hiçbir hakkı bulunmayan ve bunun için mücadele vermeyen 'pasif müslüman kadın' algısı, devrim hareketleri ile birlikte alt üst olmaya başladı. Dünya kamuoyu için olduğu kadar Arap ülkeleri için de şaşırtıcı bir gelişme idi bu hiç süphesiz. Belki de hiç kimse, kadınların bu kadar aktif olacağına, hayatlarını tehlikeye atmak pahasına isyanlara katılacağına ihtimal vermiyordu. Ya da belki, rejimlerin yıkılmasını hedefleyen bu siyasi hareket bir ''erkek işi''ydi ve kadınların, her zamanki gibi, evlerinde kalması bekleniyordu. Fakat 17 Aralık 2010'da ilk Tunus'u vuran devrim dalgası, bunun böyle olmayacağını tüm dünyaya ispatlamış oldu. Artık dünyanın gözü önünde, güçlü, eğitimli, kendinden emin ve ne istediğini bilen bir Arap kadını vardı. Doktor, avukat, akademisyen, öğrenci, yüzlerce kadın Tunus caddelerinde değişim için bağırdı. Mısır'da kadın hakları aktivisti Azza Kamel ve beraberinde yüzlerce kadın, Tahrir meydanında yatıp kalktı günlerce. Bahreyn'de kadınlar, çocukları ile birlikte en ön sıradaydılar. Zeynep El Khvaja'nın liderliğinde, açlık grevleri düzenleyen, sokaklarda yaralıları tedavi eden yine kadınlardı. Libya'da Kaddafi rejimine karşı düzenlenen protestolarda kadınların desteği göz ardı edilemeyecek büyüklükteydi. Eline alelacele tutuşturulan bir pankart ile ne yapacağını dahi bilemeyen, hayatında ilk kez bir protestoya katıldığını söyleyen cesur isyancı, Muna Sahli adında bir kadındı. Yemen'de ise kadınlar, protestolara adeta damgasını vurdu. Tavakul Karman (Tevekkül Karaman) adlı üç çocuk annesi genç kadın, adını altın harflerle yazdırdı Yemen'deki isyana. Kendini adeta rejimin değişmesine adayan Karman, Yemen'deki devrimin de sembolü haline geldi. “Demir lady” veya yeni “Sebe Melikesi” olarak adlandırılan Tavakul Karman’ın resimleri Sana’daki Tahrir Meydanı’nı süslüyor.
Devrimlerde oynadıkları rollerle dünya kamuoyunda hâkim olan müslüman kadın imajını tepetaklak eden bu 'devrimci kadınlar', bir yandan da gelişmelerine en büyük engelin İslam olduğu yönündeki kanıyı da sarsmış oldu. Kadınlar, geri kalmalarında en önemli nedenin kendilerini her alanda baskı altına alan İslam olduğu yönündeki savı çürütürcesine kara çarşafları, kimi yüzlerinde nikapları ile erkeklerle aynı saflarda yer aldı meydanlarda. İslam’ın kendileri için bir engel olmadığını, onları eve hapseden ve baskı altında tutan nedenin İslam değil hâkim ataerkil gelenekler ve diktatör yönetimler olduğunu kanıtlayanlar, son derece dindar müslüman kadınlardı. Yemen'de Tavakul Karman buna en önemli örneklerden biri oldu. Oldukça dindar bir aileden gelen ve kendisi de dinine son derece bağlı bir kadın olan 32 yaşındaki Karman, 2004 yılına kadar yüzünü dahi örtüyordu. Dahası Karman, Yemen'deki en güçlü dini gruplardan biri olan Müslüman Kardeşler'in (İhvan-ı Müslimin / Muslim Brotherhood) aktif bir üyesi ve aynı zamanda bu grubun siyasi uzantısı olan Islah partisinin meclisteki temsilcilerinden biri. Ailesi de güçlü bir dini kimliğe sahip olan Karman'ın babası Abdusselam Karman ve dayısı Yasin Abdulaziz de Müslüman Kardeşler'in önde gelen liderlerinden. Hemcinsleri de bu noktada Karman'dan farklı değil. Hepsi dindar ve aydın insanlar olan bu kadınlar, üzerlerindeki 'siyah çarşaf'tan ve dünyanın onları 'gördüğünden' çok daha fazlası olduklarını herkese gösterdiler.
Her ne kadar Arap devrimleri, çıkış noktası itibariyle cinsiyet eşitliğini amaçlayan bir hareket olmasa da, kadınların aktif katılımı önemli bir süreci beraberinde getirmiş oldu. Halk, uzun yıllardır iktidarda olan yozlaşmış hükümetlerin istifa etmesi için harekete geçtiğinde, kadınlar da kendi seslerini duyurabilmek, sorunlarını dile getirebilmek için belki de tarihi bir fırsat yakalamış oldu. Bu önemli fırsat, bilhassa Yemen'deki kadınlar için bir milad niteliği taşıyordu. 1978'den beri devam eden Ali Abdullah Salih yönetimi, pek çok açıdan diğer Arap ülkelerindeki hemcinslerinden daha fazla mağdur etmişti Yemenli kadınları. Seneler süren bu mağduriyet, dile ancak devrimler başladıktan sonra dökülebildi bu nedenle. Yemen'de, başını Karman'ın çektiği öfkeli kadın isyancılar, Salih hükümetinin düşmesini herkesten çok istiyordu belki de. Kendi ülkelerinde 'azınlık'tan farklı olmayan yaşamları, yaşları kaç olursa olsun bir erkeğin 'yasal veliliği'ne gereksinim duymaları, ve en önemlisi, çocuk evliliklerin oranı.. Bu ve benzeri sayısız uygulama ile Yemen, kadın hakları konusunda en problemli ülkelerin ilk sıralarında yer alıyor. Nitekim Birleşmiş Milletler tarafından 2009'da yayınlanan Arap İnsani Gelişme raporunda yer alan rakamlar bu durumu çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor. Buna göre, kadına uygulanan fiziksel şiddet oranı raporun ilgili sayısında yüzde 50 ile en yüksek rakama ulaşırken, dahası bu bir 'suç' dahi değil. Rakamlar raporda tüm dehşeti ile yer alırken, yakın geçmişte şahit olunan örnekler durumun vehametini anlamak için yeterli. 2008 yılında, olaylı bir şekilde boşanmayı başaran 9 yaşındaki Nujood Ali sonrası yükselen tepkilerle, Yemen'de minimum evlilik yaşı 17'ye yükseltilmiş, fakat hemen ardından muhalefetin itirazlarıyla bu kanun askıya alınmıştı. Nitekim çok değil, daha bir sene önce, zorla evlendirilen 12 yaşındaki bir kız çocuğunun doğum esnasında yaşamını yitirmesi, bu korkunç geleneğin halen devam ettiğini tüm dünyaya acı bir şekilde göstermişti. Devrim dalgası başlayana kadar Yemen'den, kadınların durumuna dair bundan farklı haberler gelmedi ne yazık ki…
Yemen'de, Salih hükümetinin yıllar içinde iyice pekiştirdiği bu olumsuz tablo, genel olarak Arap toplumu ve kadını algısını da güçlendiriyordu senelerdir. 2011'e gelindiğinde ise Arap ülkelerini etkisi altına alan ''bahar'', Yemen'de de değişimi müjdelemeye başladı. Devrim dalgasının Yemen'e de sıçraması ile, kadınlar senelerdir bastırdıkları huzursuzluğu dile getirme şansı kazandı. Aslında Tavakul Karman, çok katı ve kapalı bir toplumda yıllardır sesini duyurma mücadelesi veriyordu. Salih hükümetinin devrilmesini amaçlayan gösterilere bu devrimlerden çok önce başlayan Karman, başkentteki Sana'a üniversitesinde 2007'den beri her salı günü rejim karşıtı protestolar düzenliyordu. Geleneklerin ve baskının esir aldığı bir toplumda, O'nun sesi ancak, hemcinsleri ile birlikte, diğer Arap ülkelerinden gelen isyan çığlıkları ile karışınca gür çıkmaya başladı. Cumhurbaşkanı Salih'in yaptığı bir çağrı da, onların sesini biraz daha yükseltmekten öteye gidemedi. Kadın ve erkeklerin bir arada protestolara katılmasının 'İslam’a aykırı' olduğu ve kadınların 'evlerinde kalmaları' gerektiği yönündeki bu uyarı, onları daha da ateşlemek için yetti. Senelerdir neyin 'İslami' olup neyin 'haram ya da helal' olduğuna yönetenler tarafından karar verilen bu kadınlar, güçlerini önce İslam’dan, sonra hemcinslerinden alarak sokaklara döküldü.
Meydanlarda demokrasi için savaşan kadınlar şüphesiz bunun karşılığında ağır bedeller ödemek zorunda kaldı. Yemen'de protestoların başlangıcından bu yana 100'den fazla kadın, güvenlik güçleri ve hükümet yanlılarının saldırıları sonucu yaşamını yitirdi. Yazık ki bir kısmı sözlü ve fiziksel tacize, şiddete ve hatta tecavüze maruz kaldı. Tavakul Karman protestolarına başladığından bu yana birkaç kez gözaltına alındı. Fakat tüm bunlara rağmen yılmadı kadınlar, aksine sesleri daha da güçlü çıkmaya başladı her seferinde. Onlar için artık geri dönüşü yoktu gelinen bu noktanın. İstekleri belliydi ve bedeli ne olursa olsun bunu dile getirmekten vazgeçmeyeceklerdi. Onlar da erkeklerle aynı yasal haklara sahip olmak, insanca yaşamak ve kendi ülkelerinde, kendi gelecekleri ile ilgili söz sahibi olmak istiyorlardı. Meydanlarda Mübarek'in, Bin Ali'nin, Kaddafi'nin istifa etmesi için erkeklerle yan yana mücadele veren kadınlar, kendileri için de 'mutlu bir son' talep ediyorlardı. Yine de birçoğu bu son'a, liderlerin istifası sonrasında ulaşabileceğinden endişeli idi. Haksız da sayılmazlardı bu endişelerinde. Zira Mısır'da, Mübarek'in istifasından sonra yapılan anayasa değişikliğinde 13 madde değiştirilirken, kadınların durumuna dair hiçbir gelişme kaydedilmedi.
Devrimlerde canları pahasına mücadele eden ve ağır bedeller ödeyen kadınlar, yaptıkları karşılığında kimseden bir ödül ya da alkış beklemiyor. Onlar sadece, en başından beri sahip olmaları gereken en temel insani hakları artık elde etmek ve insan gibi yaşamak istiyor. Arap dünyasında yaşanan demokratikleşme sürecinin, kadınların yaşantısında pozitif herhangi bir değişim olmaksızın tamamlanması mümkün değil. Bu nedenle salt iktidar değişimleri asla yeterli olamaz. Rejimlerin değişmesi ile beraber kadın hakları konusunda da kayda değer adımlar atılması gerekiyor. ''Devrim bitti, haydi artık evinize'' gibi bir yaklaşım, dökülen bunca kana ve harcanan olağanüstü çabaya rağmen hiçbir mesafe katedilemediği anlamına gelir. 'Arap bahar'ı bu kadar 'çetin bir kış' tan sonra gelmişken, kadınların talepleri 'bir başka bahar'a kalmamalı. Kadınların da erkeklerle eşit haklara sahip olduğu, gerçek anlamda demokratik bir toplumda ancak bahar'dan sonra bir 'yaz' dan bahsetmek mümkün olabilir çünkü…