Erbakan’la 40 yıl boyunca alay edenler haksız mıydı? Nereden baksanız “yenilmiş bir millet”in çocuğuydu Erbakan. Batı medeniyeti karşısında İslam medeniyeti yenilmiş görünüyordu. Batı karşısında üç asırdan beri yenilgi üstüne yenilgi yaşıyorduk. Osmanlı’nın 24 milyon kilometrekare toprağı yavaş yavaş elden çıkmış, elde kala kala 815 bin kilometrekarelik bir Anadolu kalmıştı.
Bu küçücük toprak parçasını da Birinci Dünya Savaşı’nda alınan büyük yenilgiyi kabul etmeyen bir avuç hayalperestin girişimiyle kurtarabilmiştik. Gerçi o hayalperestler kısa zaman sonra tasfiye edildiler. Geride kalanlar İzmir suikastı davasıyla ortadan kaldırıldılar. Sene 1926.
Erbakan 1926 doğumlu. Yani resmi öğretinin ve resmi öğretimin yeni yetişen cumhuriyet nesline emperyal hedefler göstermeye ne niyetinin ne de mecalinin olmadığı bir dönemin çocuğu.
Elbette Erbakan tek örnek değil. O nesilden birkaç “aykırı” tip daha vardı. Hangi ocaktan hangi eğitimi aldılarsa artık bunlar, yenilgiyi kabul etmiyorlardı. “Yiğit düştüğü yerden kalkar” diye bir laf tutturmuşlar, “Yeniden büyük Türkiye”yi kurmaktan bahsediyorlardı.
Oysa o günkü Türkiye üç asırlık yenilgilerin yorgun ve yoksul bıraktığı bir ülkeydi. Ne eğitimli bir nüfusu ne de kalifiye işgücü vardı. Toplu iğne üretecek bir fabrika bile yoktu. İslam dünyası desen baştan başa Batı emperyalizminin sömürgesi haline gelmişti. Üstelik Batı dünyasının askeri, teknolojik, iktisadi ve siyasi gücü giderek artıyor ve pekişiyordu.
Seçkinlerimiz yahut aydınlarımız yenilgiyi çoktan benimsemişlerdi. “Biz adam olmayız” edebiyatı almış yürümüştü. Başımıza gelenler de “Müslümanlığımız yüzünden”di zaten.
İşte böyle bir dünyada ve böyle bir ülkede Erbakan ve onun neslinden bir avuç hayalperest “yeniden büyük Türkiye” diye bir hedeften bahsediyordu.
Yahya Kemal’in dizeleriyle “Mağlupken ordu, yaslı dururken bütün vatan / Rü’yama girdi her gece bir fatihane zan!” diyen adamlardı bunlar.
Veya Sezai Karakoç’un dizesiyle “Biz yarış bittikten sonra da koşan atlarız” diyen adamlar. Yahut “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” diye inananlar.
Mesela Erbakan’ın neslinden Fethi Gemuhluoğlu, 1950’lerde “Arapkir Postası” gazetesinde yazdığı yazılarda Cezayir’in, Tunus’un ve hatta Gana’nın bağımsızlığını, “Afrika’nım uyanışını” hayal ediyordu. “Asya silkinecek ve Rusya’yı sırtından atacaktır” diye, “İslam Birliğini kurmak için çalışmalıyız” diye yazılar yazıyordu.
***
Necmettin Erbakan’ın Türk siyasetinde temsil ettiği görüşün hâkim zümrelerce yadırganması doğaldı. Ağır sanayi kuracağız diyordu. 40 bin tank imal edeceğiz... Türkiye mazlum milletlerin kurtuluşuna önderlik edecek... Faizsiz, sömürüsüz bir ekonomik düzen kuracağız... vs. vs. diyordu. Hem de Türkiye’nin bir sente muhtaç olduğu günlerde söylüyordu bunları.
Türkiye’nin “seçkin”leri de bu laflara gülüyordu.
Bugün Türkiye dünyanın 16. büyük ekonomisi. Bölgesinde sözü geçen, dünyada itibarı olan bir ülke. İçeride ise oligarşik yapılar tasfiye oluyor ve millet iradesine dayalı demokratik yapı güçleniyor. Hasılı kelam işler fena gitmiyor.
Gerçi Erbakan’ın ve Erbakan neslinin hedeflediği Türkiye’ye henüz ulaşılmış değil. Ama geldiğimiz noktada hiç değilse bunun mümkün olduğunu görebiliyoruz. Kurdukları “hayal”lerin gerçeğe dönüşebileceğinin işaretlerini görüyoruz artık.
Şunu da görüyoruz: Bugün gelinen yer büyük ölçüde Erbakan’ın ve arkadaşlarının kurduğu “hayal”lerin eseri.