Adam; beş vakit namaz kılıyor, sık sık hac ve umreye gidiyor, her yıl düzenli bol bol zekât veriyor, vakıflara yardım ediyor, öğrencilere burs veriyor, cami yaptırıyor, vs. vs…
Aynı adam, ürettiği ürüne haram ve şüpheli katkılar ekliyor…
Tüketiciden tepki almaması için bunları etiketine yazmıyor…
Daha çok ürün almak için hormon, zehirli tarım kimyasalları kullanıyor…
GDO’lu hammadde ithal ediyor, ‘GDO’suz’ diye satıyor. GDO’yu gizlemek için ‘modifiye’ kelimesine sığınıyor…
Dünyanın tüm soya, mısır ve kanolalarının GDO’lu olduğunu bildiği halde GDO’lu ‘soya lesitini’ni, mısır nişasta ve şurubunu ve bunlara ait yağları üretip piyasaya sürüyor…
Aspartam, sakaroz ksilitol, sorbitol, eritritol, asesulfam k, sukraloz, glikoz, izomalt, fruktoz veya bunlar gibi kanserojen yapay tatlandırıcıları, ürünlerine lezzet artırıcı olarak eklemeye devam ediyor…
Gazoz, meyve suyu, toz içecek, kola ve sair suni içeceklerine alkol ve diğer sağlıksız suni/yapay malzemeleri eklemekten geri durmuyor…
Yapayı ve kötüyü; doğal, yüzde yüz, organik gibi maskelerle tabiî gibi sunuyor…
Kötüye, iyi diyor…
Bozuk gıdayı imha etmek yerine, yeni ürüne karıştırıyor veya arıcılara yem malzemesi olarak satıyor…
GDO’lu tavuğu ‘helâl kesim/helâl sertifikalı’ diye satıyor…
Otçul hayvanların yemlerine, besin değeri yüksek maskesiyle açıkça ‘haram’ edilmiş kan ve diğer hayvan atıklarını veya ölülerini karıştırıyor…
Eski malı, yeni mala katıyor…
Kanola, ayçiçeği, pamuk, mısırözü gibi GDO’lu yağları zeytinyağı diye okutuyor…
Karışım yağları, fındık yağı diye satıyor…
Domuz jelâtinini ‘yenilebilir’ veya ‘sığır jelâtini’ diye etiketliyor...
Zeytine, kimyasal boya katıyor…
Sığır etine, domuz eti karıştırıyor...
Bala; parafin, naftalin, şeker, glikoz, yapay lezzet artırıcılar vs ekliyor…
Yoğurda nişasta, jelâtin, margarin vs katıyor…
Sütün yağını alıp, margarin ekliyor…
Tebeşir tozunu, pudra şekeri ve süt tozu ile karıştırıyor…
Bibere kiremit tozu, inşaat boyası katıyor…
Bezelyeyi, antepfıstığı diye satıyor…
Bozuk ve kalitesiz ürünlerin ayıbını boyayarak veya tatlandırarak gizliyor…
Böcekten üretilmiş katkı maddelerini hiç tereddüt etmeden ürünlerine ekliyor...
‘Düve yemi’ adı altında yalan beyan ve rüşvetle süt tozu ithal ediyor…
Meyvelerin olgun gözükmesi için ‘etilen gazı’, sıkıyor…
Ürünlerin hoş gözükmesi için ‘red-
Limonları ‘fungicid’ isimli zehirli kimyasal içeren beyaz kâğıtlara sarıyor…
Patates ve soğan türü ürünleri canlı ve diri gözükmesi için ‘malesic hydrazin’ sıkıyor…
Ürünlerin çürümesini geciktirmek için ‘formaldehit’ ile tütsülüyor…
Armut, portakal, limon, mandalina, şalgam, erik, havuç, yeşilbiber, şeftali gibi daha birçok meyve ve sebzeleri ‘parafin’le kaplıyor…
0,9 maskesi ya da AB uyumu veyahut da yemlerdeki GDO et, süt ve yumurtaya geçmez palavrasıyla GDO’lu ürünlerin ülkeye girişine izin veriyor…
‘GDO’ya karşıyım. Asla girişine izin vermeyeceğiz’ maskesiyle GDO’yu yasallaştırıyor…
Kanserojen, alerjen vs oldukları için çok sayıda ülke, birçok kimyasalı yasaklarken o, bunları görmezlikten gelerek izin veriyor…
Tohum ithal etmiyoruz diye yalan beyanat veriyor…
Topluma yalan söyleyerek gerçeğin üstünü örtüyor…
* * *
O günde, tıpkı bugünün piyasalarında olduğu gibi Medine’nin o anki mevcut pazarlarına da büyük oranda müşrikler ve Yahudiler hâkimdir.
Efendimiz s.a.v., ehli küfrün ‘aldatmaya dayalı ticari sistemini ortadan kaldırmak ve insanlığa örnek olacak Müslüman tüccarlar yetiştirmek’ için Medine Pazarı’nı kurar.
Bu yeni Müslüman pazarının ilk denetçisi de kendisi olur.
Medine Pazarı’nın ana amacı: Müslümanları üretimde, ticarette ve tüketimde kâfirlere benzemekten korumak ve kendi ilkelerini insanlığa vazetmektir. Hz. Peygamber s.a.v. ‘hilenin haram, dünyada ve ahrette sorumluluğa neden olduğunu’ bildirerek, ana ilkesini: “…Bizi aldatan bizden değildir” olarak ilan eder.
* * *
Oysa günümüz endüstrisi, aldatmayı ana ilke edinmiş…
Günümüz Müslüman üreticisi de tüketicisi de, batılı ticaret kurallarını, Medine Pazarı’nın ilkelerine tercih eder duruma düşmüştür. Müslüman tüketici de, aldanmaya razı olmaya başlayınca ferasetini kaybetmiş…
Bugün namazını kılan, orucunu tutan, haccını ifâ eden, zekâtını veren, bir Müslüman’ın ürettiği bir tüketim maddesi, Kur’an-ı Kerim’in ‘helal ve tayyib/temiz’ ilkesine ne yazık ki uyar durum değil…
Kimse raftaki bir ürünün -üretici Müslüman bile olsa-; helalliği, haramlığı veya şüpheliliği, dolayısıyla da sağlıklılığından emin değil.
* * *
Hz Peygamber s.a.v. yağmur yağınca ıslanıp güneşte üstü kuruyan bir mahsule elini daldırınca parmakları ıslanır. Bunun üzerine satıcıya; “Bu ıslaklık ne?” diye sorar.
Satıcı; ‘Ey Allah’ın Rasülü! Yağmur ıslattı’, der.
Efendimiz s.a.v.; “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı, üstüne çıkarsaydın ya!. Bizi aldatan, bizden değildir.” buyurur. [Ebu Hureyre: Müslim, Îmân 164]
Ey ahali! Siz Hz Peygamber s.a.v. döneminde yaşasaydınız yahut da O s.a.v. bugün sizin işyerine gelseydi sahi sizi kendin den sayar mıydı?
Hâlâ şeytanın ‘ne yapalım başka çare yok’ telkinin kulak vermeye devam mı edeceksiniz?
Ne çok paranız ve malikâne ve binitleriniz hatta hesabını bilemediğiniz kadar paranız olabilir.
Biliyor musunuz? Karun, Şeddad, İrem balarının sahipleri, Bâbil halkı vs hepsi sizden daha zengin ve daha güçlülerdi?
Ne oldu onlara?
Biliyor musunuz? Sizi bekleyen de aynı akıbet!