Dolar

35,2045

Euro

36,6832

Altın

2.955,83

Bist

9.626,56

Ankara’nın uzun gündüz ve geceleri

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-05-09 00:37:00

Ankara’nın uzun gündüz ve geceleri

İster tek parti, isterse de çok partili sisteme geçildiği günden buyana, milletin başından geçenler pişmiş tavuğun başından geçmemiştir. Batılı ülkeler arasında kendi ülkesi ve insanına bu denli yabancı bir siyasetçi türü, olsa olsa sadece ABD’dedir.

 

Çünkü ABD yönetimleri, sanılanın aksine Amerikan halkı tarafından belirlenmez. Acaba son seçimde, Obama’nın tek rakibinin Cumhuriyetçi McCain’nin olmadığını dünyada kaç kişi bilir? Mesela Yeşiller Partisi’den Cynthia McKinney, Anayasa Partisi’nden Chuck Baldwin, Sosyalist Parti’den Brian Moore, Libertaryen Partisi’nden Bob Barr ve bağımsızlar Ralph Nader, Alan Keyes’in Obama’nın rakibi başkan adayı olduklarını kaç gazete yazmıştır?

 

Kendi toplumunun, küresel süper güçlerce deney faresi gibi kullanılmasına izin veren ABD yönetiminin halkına dost olduğu elbette söylenemez.

 

Kendi halkına her türlü zulmü reva görenlerin, başka toplumlar için yapabileceklerinin elbette hiçbir sınırı olamaz. Olmadığını, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombasından, Gazze ve Bağdat’ta kullanılan kimyasal silahlardan, Vietnam’da kullanılan turuncu madde (agent orange)’den zaten biliyoruz. Fakat bunlar, bildiklerimizin sadece bir kısmı. Yazımızın konusu ABD’nin kullandığı silah türleri olmadığı için ayrıntısına gerek yok.

 

Lakin açıkça yapılması teşvik edilen, emredilen ve desteklenilen darbelerin yanı sıra, halen Türkiye’nin yüzleşmeye çalıştığı Türk ve Kürt gladyolarınca yıllardır millete reva görülenler, bu güçlerin -en hafifinden- bilgileri dâhilinde gerçekleşen hâdiselerdir.

 

Ülkenin özgürlükçü bir anayasasının olup olmaması, denetim mekanizmalarının zayıflığı ve sisteminin demokratik olup olmamasının geleneksel politikacılar açısından hiçbir önemi yok.

Siyasetçisi, yargıcı, sivil ve askerî bürokrasisinin, adına karar verdiği topluma, hesap verip vermemesi de umurlarında değil. Bu köhnemiş politik düşüncenin tiksindirici halleri de toplumsal güvenin ortadan kalmasına neden oluyor.

 

Toplumda “hepsi birbirinin aynısı, hepsi düzenbaz, daha kötüsü olmaz”  hissini uyandırıcı davranışlar, siyasete güveni ortadan kaldırır ki; bu sorunları daha da derinleştirir ve toplumda siyasi partilerin işe yaramadığı hissinin uyanmasına neden olur.

 

Politikacıların, iletişim ve veri teknolojilerinin bu denli yaygınlaşmadığı dönemlerdeki klasik politik davranışlarını bu dönemde de sürdürmeleri, hem kendi sonlarını hem de partilerinin sonuna hazırlıyor.

 

Bu durum ‘kendi düşen ağlamaz’ şeklinde geçiştirilemez. Sıklaşan bu güvensizlik, toplumsal ilişkileri zayıflatacağı gibi toplumları başka arayışlara da itebilir. Artık ‘sıradan yurttaş’ bile her şeyden haberdar. Üstelik öylesine haberdar ki, bir ‘seçkin’ kadar olayların, hem içinde hem de aynı zamanda tüm detaylara erişebiliyor.

 

Klasik politik davranışların en son örneğini TBMM Tv’den yayınlanan anayasa tartışmaları, söze gerek bırakmayacak kadar canlı bir örnek. CHP lideri Deniz Baykal’ın “özel yaşamı” diyerek geçiştirilmeye çalışılan skandalı ise bu durumun en iyi ve en son örneği olsa gerek.

 

Türkiye’nin ana muhalefet lideri, ülkenin en çok konuşan ve en çok tartışılan kişisi olacaksınız ve bu hataya düşeceksiniz, olur şey mi?

Zaten izah edilemiyor. İzah edilmemesi zımnî bir kabul içerse ne olur, içermese ne olur? Genç olsa hadi neye desek, yaşı seksene gelmiş bir adam bu hâle düşmeli mi?

 

Elbette günahları alenileştirmemek gerekiyor. Büyük konuşmamak ve ayıplamamak da gerekli…

 

Kanaatimce konu, özel yaşam olarak geçiştirilemez. Sıradan bir kimsenin işlediği bir günahı, görmezlikten gelmek ve topluma kötü örnek olmaması için üstünü örtmek kaçınılmaz bir gereklilik. Fakat bir siyasi parti lideri için bu durum kabul edilebilir değil.

 

Baykal’a düşen: Çıkıp özür dilemek ve köşesine çekilmek.

 

Bu kaset başka birine ait olsa, Baykal ve CHP’liler nasıl tepki koyarlar bunu tahmin etmek zor değil. Baykal’ın kurmayları konu hakkında konuşmak yerine Baykal’a suikast yapılacağı iddiasıyla gündem değiştirmeye kalkıştılar.

 

Elbette nafile bir çaba!

 

Bu kasetle birlikte Baykal talihsiz bir jübile yapmıştır. İki hafta sonraki genel kurulda, yeniden aday olabilir mi? Olsa bile, delege Baykal’ı yeniden seçer mi? Bu imkânsız. CHP teşkilatları kaynıyor. Genel merkezin dindirmeye yetecek mecali de yok.

 

Ali Kırca vak’asında olduğu gibi olamaz bu kez. Her gün ekranda olsa bile Kırca ile Baykal’ın durumu birbirine benzemez. Kaldı ki, Baykal olayında taraflardan biri, evli bir milletvekili. İşin özeti, neresinden bakarsanız bakın olay, yazarken bile insanın yüzünü kızartıyor.

 

Bir İnternet sitesine konuştuğu iddia edilen Baykal, kaset için “düzmece” demiş. CHP'nin inançlı kesimlere el uzattığı bir dönemde, kasetin ortaya çıkarılmasının tesadüf olamayacağını savunan Baykal'a göre amaç; inançlı kesimleri CHP'den soğutmakmış.

 

Acaba Baykal, neden çok sevdiği kameraların önüne çıkıp söylemiyor bunları. Ayrıca CHP’liler birkaç hafta önce sokaklarda çarşaf yırtmamış mıydı? Baykal değil miydi başörtülülere eğitim özgürlüğü getiren anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi’ne götüren? Tüm dindarları fişleyen, camileri bombalamak için planları yapanlara avukatlık yapan da o değil miydi? Eğer Baykal’ın, Diyanet’in Kutlu Doğum etkinliğine gidip, eline tutuşturulmuş bir konuşmayı yapması inançlı kesimlere yaklaşmaksa; Baykal’ın 10 yıl önce genel merkez binasına astığı tabelalar bile Kutlu Doğum’dakinden daha pozitif bir manevra sayılırdı. Ama bu işlerin ve bu savunmaların boş işler olduğunu, hem CHP’liler hem de toplum çok iyi biliyor.

 

Ne geceleri ne de gündüzleri bitmek bilmeyen Ankara’nın, Baykal olayından sonra arazı olan kimi siyasetçi ve bürokratlar için iyice çekilmez hâle geldiği konuşuluyor. Arazı olan ve hâlâ yüzü kızarabilenlerin ecel teri döktükleri söylenebilir.

 

Bu durum, çok acı ve çok kötü. Elbette hatasızlık Allah’a mahsus. İnsanlar hata etmiş olabilirler. Önemli olan hatalarda ısrar etmemek.

 

Lakin Ergenekon davası sürecinde, başta Baykal olmak üzere CHP’lilerin takındığı tavır ve son olarak da anayasa değişikliğindeki tavırları, hatalarında ısrardan çekinmediklerini gösteriyor.

 

Bu hadise;

- Baykal’ın CHP genel başkanlığından istifa etmese bile iki hafta sonraki genel kurulda aday olmamasına ve dolayısıyla CHP’de genel başkanlık kavgasının yeniden başlamasına hatta hatta CHP’nin bölünmesine,

- CHP’nin anayasa değişikliği konusunda umduğu imzaları da bulamayarak, Anayasa değişikliğini mahkemeye götürememesine neden olabilir.

 

Baykal’ın ve CHP’nin gerekli değişim adımlarını atmaması durumunda, yayınlanan kasette de ifade edildiği gibi yeni kasetlerin servis edilmesine ve de işin daha çetrefilli ve içinden çıkılmaz bir hal almasına neden olabilir?

 

İçeriden ve dışarıdan CHP’ye hükmeden güçlerin, daha fazlasına izin vereceğini sanmıyorum. En azından Baykal için, taş bitti inşaat paydos. Baykal bu kez gerçekten Rodos’a kadar yüzmeye mecbur kalacağa benziyor.

 

Nâhoş, vahim, acı hatta ülkem adına kahredici. Keşke hiç yaşanmamış olmasaydı. Keşke buna ihtiyacı varsa, Baykal bekâr biri ile şiddetle karşıymış gibi gözüktükleri nikâhı kıysaydı da bu hallere düşmeseydi.

 

O zaman kime neydi?

 

Haber Ara