Dolar

35,1979

Euro

36,7344

Altın

2.956,44

Bist

9.626,56

Asker, yargıç ve vali kime hizmet eder?

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-07-26 01:27:42

Asker, yargıç ve vali kime hizmet eder?
Bir toplum fidan gibi delikanlılarını, dişinden tırnağından artırdığı parasını dahası silahı orduya niçin teslim eder?
 
Yaşamına, namusuna, inancına ve ülkesine yönelebilecek saldırılara karşı koruması için mi yoksa silahı eline geçirenin düşüncelerini dayatması için mi?
 
Bir ordu, bütün bir toplumun çıkarlarının bekçisi mi yoksa rejimin mi?
 
Veya aslolan rejimler mi, yoksa insan mı?
 
Peki, yargıçlar neyi korumak için varlar? Rejimi mi yoksa insanı mı? Veya devleti korumak için mi görev yaparlar yoksa adaletin tesisi için mi?
 
Yapılan darbeler, muhtıralar, muhtıra ve darbe hazırlıkları, sokaklarda tank yürütmeleri neyin nesi? Bütün bunları yani kendi meşruiyetlerini, darbelerle yaptıkları yasalara dayandırıyorlar.
 
“Rejim mi önce gelir, halk mı” sorusuna “rejim” cevabı veren yargıçlar, kendilerini devletin koruyucusu sanıyorlar.
 
2007’de Prof. Mithat Sancar ve Dr. Eylem Ümit, TESEV için “Yargıda algı ve zihniyet kalıpları” konulu bir çalışma yapmış, bunun için de Türkiye genelinde 51 hâkim ve savcıyla yüz yüze görüşmüşlerdi.
 
Araştırmaya katılan savcı ve hâkimler şunları söylüyor:
  • “İnsan hakları biraz abartılıyor.”
  • “Ben rejimin savcısıyım.”
  • “Ben devletçi bir hukukçuyum.”
  • “Önce devlet gelir.”
  • “Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem.”
  • “Devlet olmazsa hukuk olmaz, biz de olmayız.”
  • “Devleti korumaya çalışırken adil olmayabilirsin, adaletten sapabilirsin. Veya adaleti yerine getiriyorum diye devlete zarar verebilirsin veya devleti koruyorum diye adalete zarar verebilirsin. Mümkündür.”
  • “Devletim olmadıktan sonra benim bireysel özgürlüğüm hiçbir işe yaramaz.”
Demek ki ‘rejim mi, halk mı’ sorusunun cevabı, militarizmde de jüristokraside de pek değişmiyor.
 
Devlet, bugün İstanbul’da yeni bir “adliye sarayı” açtı. Avrupa’nın en büyük “adalet sarayı”nı yaptık diye seviniyorlar. Övünecek adaletleri olmayınca, yaptıkları adliye binalarının büyüklüğüyle övünüyorlar.
 
Bir duruşma için adliyedeyim. Basit bir hadise, bu yüzden avukatım yok. Duruşma sonrasında, duruşma tutanağını istedim. Avukatım olmadığı için veremeyeceklerini, almam için dilekçe vermem gerektiğini belirttiler. Almak için ısrar edince, yargıç mahkemeye saygısızlıktan 10 gün hapis cezasına hükmetti. 4 yıl sonra, temyizde lehime bozuldu. Temyizi devam eden kesinleşmemiş yerel mahkeme kararını kesinmiş gibi adli sicilime işlediler. Bu böyle saçmalıkları görünce insan, adaletinizde, saraylarınızda sizin olsun demekten kendini alamıyor.
 
* * *
Askerler politika yapabilir mi? Elbette yapabilir ama istifa ederek. Üniformalıyken onların tek görevi, toplumun kendilerine yüklediği savunma görevini hakkıyla yerine getirmek.
 
O halde, yurttaşın inancına karışmak, siyasete müdahale etmekte neyin nesi?
 
Toplumun eline verdiği silahı topluma çevirerek veya böyle bir his uyandırılarak dayatılan politika yahut uygulamalar kalıcı olabilir mi?
 
Yüz yıl mı sürer, bin yıl mı? 28 Şubatçılara göre bin yıl. Çokta haksız değiller. O dönem de tesis ettikleri de, 1980’de koydukları da, önce dayattıkları da ne yazık ki hâlâ geçerli.
 
Bakınız, 28 Şubat’çıların, Müslüman bir toplumda insanların çocuklarına Kur’an-ı Kerim öğretmesini yasaklamalarının üstünden tam 13 yıl geçmiş. Buna karşın, Ak Parti iktidarının üstündense tam 9 yıl...
 
Sonuç: Yasak hâlâ sürüyor. Adalet Platformu Başkanı Âdem Çevik’in ‘ihale kanununu 19 kez değiştirenler, 9 yıldır Kur’an eğitimi yasağını kaldırmaya yönelik hiçbir girişimde bulunmadılar’ suçlamasının yanı sıra, başörtüsü konusunda hâlâ devam edenlerse herkesin malumu.
 
Peki, siyasi iktidar, askerlerin dayattığı bu sorunları çözme konusunda neden güçlü bir irade beyanında bulunmuyor? Yoksa ordu mu izin vermiyor buna?
 
9 yıl aradan sonra nihayet önceki gün, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, bu ayıptan kurtulmak için hazırlık yaptıklarını ve TBMM açılır açılmaz, Diyanet kanununda değişiklik yapacaklarını açıkladı. Başörtüsü zulmü ise hâlâ devam…
 
* * *
Geçtiğimiz günlerde Erzurum da, Erzurum Kongresi’nin 92. yıldönümü kutlanıyormuş. Törene, Erzurum Kongresi’nin Kelkit Delegesi Hafız Osman Fevzi Efendi’nin torunu ile eşi ve çocukları da katılırlar.
 
Oda ne? Bunlar başörtülü Müslümanlar!
 
Ordu mensubu rütbeli memur bey –‘bey’ demek yasak. ‘Efendi’ mi desek? İyi ama oda yasak. ‘Paşa’ desek. Oda yasak. Ne diyeceğiz? ‘Halkının inancına tahammül edemeyen askeri rütbeli memur’ demek, mer’i ama cari olmayan devrim kanunlarına karşı bizi korur sanırım- tepki gösterir. ‘Sivil(!) vali’ yerinde duramayıp, bu korkunç ve ürkütücü manzaraya müdahale ederek, başörtülü hanımları, -maaşını o başörtülü hanımların verdiği vergilerden alan- rütbeli memurların yanından uzaklaştırılırlar.
 
(‘Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri’ demek 26.11.1934’de yasaklandı. Diğerlerine dair yasak devam etmesine karşın, askerler ‘paşa’ kelimesinden hoşlanmalarından mıdır bilinmez 1967’de ‘paşa yasağı’ kaldırıldı.)

* * *
Toplumda genellikle valilerin statüleri pek bilinmez. Oysa valiler, hükümetin resmi temsilcisi olup, siyasi iradeyi temsil eder. Yasalarımıza göre valilerin siyasal veya hukuk gibi okullardan mezun olmaları şöyle dursun, üniversite mezunu olmaları bile gerekmez. Siyasi irade, ilkokul mezunu birini bile vali olarak atayabilir. Önemli olan diploma değil, siyasi iradeyi temsil edip edemeyeceği…
 
Daha sonra Ak Parti milletvekili olacak olan, dönemin Konya Valisi Ziyaeddin Akbulut, Başbakan Erbakan’ın otobüsüne çıktığı için tefe koyanlar, Erzurum valisinin işgüzarlığı konusunda neden sessizler?
 
Bir ordu mensubunun başörtüsü tahammülsüzlüğü, bütün bir orduya mâl edilebilir mi? Edilir, çünkü bu bir değil iki değil. Çünkü bu tahammülsüzlüğün sayısız örneği var. Ordu bunların hangisine itiraz etti? Hiç duydunuz mu? Zaten başörtüsü yasağı da onların ürünü değil mi? Evladını şehit vermiş ananın başörtüsüne bile tahammül edemedikleri herkesin malumu değil mi?
 
Kendi gibi düşünmeyenlere tahammül edemeyenler, ünlü yazar Erol Toy’un da ifade ettiği gibi, sadece bir tek sınıfın ya da kendi çıkarlarını korurlar.
 
Müslüman bir toplumda başörtüsüne bile hâlâ tahammül edemeyenler, bütün bir milletin bekçisi olmaları nasıl mümkün olacak?
 

Haber Ara