İnandırıcı olmak için söz ve eylemde uyum gerekir.
Eyleminizle sözünüz birbiri ile çelişirse kimse itibar etmez, edilmemeli de.
Bu nedenle liderliğini yürüttüğümüz Gıda Hareketi’nde birbirinden değerli ekip arkadaşlarımdan hep ‘insanlardan, kendi nefsimizde uygulayamadıklarımızı değil uyguladıklarımızı isteyelim’ ricasında bulunurum.
Çünkü “İnsanlara iyiliği emredip, kendinizi unutuyor
musunuz?” (Bakara 44) sorusunu yöneltir bize Kur’an-ı Kerim.
Bir Hadis-i Şerif’te ise “Bir adam getirilip cehenneme konulacaktır ve cehennemde, un değirmenindeki merkep gibi dönüp duracak ve ateşin bütün ahalisi onun etrafında toplanacak ve ona şöyle diyecekler: “Ey filanca! Sen başkalarına iyiliği (ma’rufu) emredip onları şirk ve bütün kötülükler (münker)’den men etmez miydin?”
O adam şöyle diyecek; “Ben
başkalarına iyiliği emreder ancak kendim asla yapmazdım ve kendim kötülüğü işlerken
başkalarını kötülükten men ederdim” (Buhari)
Söz ve eylemimizin çelişmesinin tehlikesi orta… Zaten bu çelişki, inandırıcı olmadığı gibi kurum ve kişilerde değerler erozyonu meydana getirmekte.
Buna rağmen çoğu kimse bu çelişkinin oluşmasından rahatsızlık
duymaz…
Kendi ilgi ve dikkat alanımıza giren ve Türkiye açısından önemli bir örneği dikkatlerinize sunalım.
Geçtiğimiz günlerde Tarım Bakanlığı, çok ses getirmesi
gerektiği halde oldukça cılız bir açıklama ile geçiştirilen bir çalışmaya imza
attı.
Bakanlık yaptığı açıklamasında, ‘Dünyanın üçüncü büyük Tohum Gen Bankası’nı “kurdum”’ dedi, sessiz sedasız. Hâlbuki Türkiye gibi ülkelerden, bu tür iddialı çalışmalar için büyük siyasi törenler ve şovları yapması beklenirdi! Ama olmadı.
Şaşırtıcı biliyorum. Lakin konu sadece bir basın bülteni ile
geçiştirildi.
Fakat yapılan açıklamanın ayrıntıları son derece önemli. Çünkü bize, Türkiye’nin GDO’ya bakışının ipuçlarını veriyor.
İddia odur ki 250 bin tohum örneği bu bankada
saklanabilecek. Dikkat ediniz, ‘saklıyoruz’ değil ‘saklanabilecek…’
“Yurt içi ve yurt dışından topladığımız tohumları burada hem genetik olarak muhafaza etmiş olacağız” cümlesinden sanıyorsunuz ki; Türkiye işi gücü bırakmış dünyadan tohum topluyor. İnşaatı için yüz milyonlarca dolarlık kaynak aktarılan ‘Uluslararası Svalbard Kıyamet Tohum Deposu'n da bile 3 milyon farklı tohum arşivi yer alırken Türkiye, ‘dünyanın 3. büyük tohum gen bankası’ iddiasındaki bu çalışması ile ilgili, ne kadar kaynak aktardı ve bunu ne için yapmakta?
Türkiye’nin bu işi yapmış olmasına sevinmeli mi yoksa bunun
GDO’ya karşı yükselen tepkinin gazını alma
operasyonu olarak mı görmeliyiz?
Bu sorunun cevabını, bakanlığın açıklamasındaki “insanlık adına, hem de bilim insanlarının yapacakları çeşitli çalışmalarda bu materyal olarak kullanılabilecek” şeklinde devam eden müteakip cümlesinden anlayabiliyoruz.
Cümle içinde yer alan ‘çeşitli çalışmalarda bu materyal’
olacağı bilgisi; bu tohumların saklanma amacı konusunda çok önemli ve bir o
kadarda ürkütücü bilgiyi sunuyor
bize.
Söz konusu gen bankası açıklamasında bizzat Tarım Bakanı’nın ağzından ‘Hibrid Tohum’ları ile ilgili dökülen cümleler bile endişelenmek için tek başına yeterli. Çünkü ‘Hibrid Tohum’lar; Rockefeller Vakfı’nın 1946'da başlattığı "Yeşil Devrim" çalışmasının bir parçası ve tohum tekeli tuzaklarından sadece biri.
Deniliyor ki; “Hep
söylenir, hibrit tohumlar İsrail’den, başka ülkelerden alınmakta’ 2005 yılında
hayata geçirdiğimiz Türkiye F1 sebze tohumlarının geliştirilmesi projesiyle
hibrit sebze tohumlarının daha önce sadece yüzde 10’unu karşılayan Türkiye’de,
bu oran şimdi yüzde 35’e çıkmıştır. Hedefimiz 2012 yılında bu oranı yüzde 65-70
düzeyine çıkarmaktır.”
Hibrid tohumun sakıncalarını bir anlık göz ardı ettiğimizi farz ederek, “Peki Türkiye’deki bu tohumları tescil ettiren firmalar yerli mi ya da devlet mi?” sorusunu soralım.
Cevabını vermek istemeyecekleri bu can alıcı sorunun cevabı,
elbette her iki şıkta da ‘hayır’ olacak. Çünkü burada da karşımıza mahşerin
dört atlısı yani ABD tohum tekelleri
çıkacak. Bu sakıncalı sömürü
firmalarının Türkiye’de ürettikleri, ürettirdikleri ve tescilini aldıkları Hibrid Tohumlar yerli gibi gösteriliyor.
Bu tohum deposunun başarılı bir şekilde yürütüldüğünü varsaysak bile bizi bekleyen üç önemli tehlikeden söz edebiliriz.
Bir: Açıklamada
da belirtildiği üzere bu tohumlar gen çalışması yapanların istifadesine
sunularak GDO’cular için iyi bir kaynak oluşturulacak.
İki: Bu çalışma
GDO’lu çalışmalara bir alternatif değil bilakis devletin hibrid tohum diyerek
örttüğü GDO’yu desteklediğinin kanıtı ve yükselen GDO tepkilerine karşı
“tohumlarımızı saklıyoruz, güvendesiniz” gibi bir bilinçaltı yönetimi ile psikolojik harp yapılarak toplumun gazını alma operasyonu.
Üç: Gen
kaynaklarımızın tek bir depoda toplanarak, olası bir riskte tümünün küçücük bir
hamle ile imhasına zemin hazırlama.
Hâlâ Bakanlar Kurulu’nun masasında olan Ulusal BiyoGüvenlik
Yasa Tasarısı (yani GDO tasarısı)’da Tarım Bakanlığı’nın dolayısıyla Türkiye
devletinin GDO konusundaki resmi görüşü ile ilgili net bilgiler sunmakta.
‘Bu kanaate nereden vardınız’ sorusunun cevabını iki resmi
ağza ve bir belgeye verdirelim.
Hükümet sözcüsü Cemil
Çiçek diyor ki: “'Ulusal BiyoGüvenlik
Kanun Tasarısı’nın kanunlaşarak yürürlüğe girmesiyle genetiği değiştirilmiş
bitkilerin üretimine izin verilmesinin önü açılmış olacak.”
Tarım Bakanı Mehdi
Eker ise “Bu konu (GDO) AB için de
Türkiye'nin kendi ihtiyaçları için de önemli. Risk yok sıkı denetim olacak”
diyor.
Şimdi ise iki en yetkili bakanın açıklamalarını yalanlayan Tarım Bakanlığı Müsteşarı Vedat
Mirmahmutoğlu’nun, SYK Türk kanalındaki açıklamalarını okuyarak söz ve
belge arasındaki çelişkiyi dikkatinize sunalım.
Müsteşar Mirmahmutoğlu diyor ki: “GDO’ya karşıyız. GDO’nun Türkiye’ye
tohum olarak sokulmalarını ve ekilmelerini istemiyoruz. Cemil Çiçek beyin beyanatındaki
GDO’ların önünü açacak bir Biyogüvenlik Yasası’nın çıkarılacağı söyleminin,
kendisine yanlış bilgilendirilmede bulunulmuş olduğundan kaynaklanıyor. Aslında
böyle bir şey söz konusu değil.”
İzahı zor bir çelişki
var ortada.
Müsteşar, bakanların tam aksini söylüyor, belgeler ise
müsteşarın aksini.
Tarım Bakanlığı’nın
Çukurova ve Nazilli'de, GDO ile ilgili alan denemelerini uzun süredir yaptığını
hatta bu denemelerde adları “şeytan şirkete” çıkan Monsanto, Pioneer ve
Deltapine’nde yer aldığını, Tarım Bakanlığı’na bağlı Tarımsal Araştırmalar
Genel Müdürlüğü’nün resmi yazılarından öğreniyoruz.
Peki, ülkemizde deneme (GDO) ekimlerini kim, nasıl yürütüyor?
Cevap yine devletin resmi belgelerinde: “Pioneer, Deltapine ve Monsanto”
Görülüyor ki kuzuyu kurda teslim etmişler; sonrada kuzuya
“güven”de olduğunu telkin ediyorlar.
Yani bizi ABD’ye teslim etmişler sonra gen bankası, hibrit
ve güvenlik gibi masallarla oyalıyorlar.
Kurt kim, kuzu kim merak ediyorsanız “mahşerin
dört atlısının sömürü ve kölelik ağı haritası”nı dikkatlice inceleyiniz.
Sonuç olarak bilinmeli ki Kur’an-ı Kerim’in “şeytani bir eylem” (Nisa 118-119)
olarak tanımladığı genetik modifikasyon
yani fıtratın değiştirilmesini, İKÖ teknik heyeti “haram” olarak
nitelendiriyor.
Karar sizlerin. İster belgelere güvenin isterseniz de söze!