Medenileştiği empoze edilen insanoğlu kendi iddiası farklı olsa bile, eskiye oranla belki de daha barbar, saldırgan, açgözlü ve şiddet salmalı altında. Çoğu insan farkında olmasa bile, işgal edilen tek şeyi toprağı değil. Başta zihni olmak üzere işgal edilmeyen hiçbir şeyi kalmamış adeta.
Bu işgaller ezici çoğunluğu ne zaman ve nerede patlayacağı belli olmayan serseri bir füzeye dönüştürmüş durumda…
Tarihin hiçbir döneminde insanlığın bu kadar çok imkânı olmamıştı. Yine belki de tarihin hiç döneminde de bu kadar kalabalık değildi insan nesli. Bütün bu kalabalığa rağmen; insan, tarihin hiçbir döneminde kendini bu kadar yalnız ve çaresiz hissetmemiştir.
İki dünya savaşı ve her biri bu dünya savaşları kadar vahşi ve acımaz olan Kore, Vietnam, Kamboçya, Bosna, Ruanda savaşları ve halen devam eden Filistin, Keşmir, Afganistan, Çeçenistan dramları bu yüzyılın utanç tablolarından…
20. yy sadece askeri savaşlarıyla değil, fıtratla ve doğalla yapılan en büyük ve en acımasız savaşın da hız kazandığı hatta ürkütücü boyutlara ulaştığı bir çağ olarak kayda geçti…
Şimdilerde ‘kalıtım mühendisliği’ denilen genetik mülkiyet/tahribat/garabet/ifsat/âfet…
Gıdaların bir beslenme ve ilaç olma fonksiyonu yitirttirilip bir mide doyurma ve hastalık aracına dönüştürülmesi…
Bu sayede de ilaç bağımlısı hatta bir ilaç maymununa dönüştürülen bitkiler, hayvanlar ve insanlık…
Laboratuarda geliştirilen salgın hastalıklar ve bu hastalıklar için geliştirildiği iddia edilen ancak çok kirli bir savaşın silahı olan aşılar…
Otçul beslenmesi gereken ancak tamah, ihtiras ve tahakküm için kendi türü tükettirilerek yamyamlaştırılan hayvanlar ve bunun neticesi deli dana gibi tehlikeli hastalıkları devralmakla kalmayan kuş gribi, kene ve domuz gribi gibi laboratuar hastalıklarıyla tanıştırılan yirmi birinci yüzyıl…
Evet, yaşadığımız yüzyılın son skandalı hiç tartışmasız “domuz gribi salgını” ve “domuz gribi aşısı”…
Bilgi bombardımanı bazı şeyleri unutmamıza neden olabiliyor. Küçük bir hatırlatma yapacak olursak...
Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Nisan ayında dünya nüfusunun yüzde 30’u domuz gribi hastalığına yakalanacak ve yakalananlar önemli bir kısmı ise ölecek kehanetinde bulunmuştu.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ ise ‘aşı yapılmaz ve tedbir alınmazsa Türkiye’de 21 milyon kişinin hastalanacağını 5300 kişinin hayatını kaybedebileceğini, dolaylı kayıplar hariç salgının toplam maliyetinin 1,1 milyar TL olacağını iddia etmişti.
Bizse, “Griplerdeki domuzluk” başlıklı makalemizde ‘Bir zamanlar dünyayı kasıp kavuran kuş gibine ne oldu? Neden birden aramızdan ayrıldı? Kuş gribi gerçek miydi, gerçekse amaç neydi? Peki, bu virüsle kim neyi hedeflemişti? Sorularını üzerinden belirli çıkar amaçlarının laboratuarda ürettikleri özel bir virüsleri ve bu virüslerin arka planını özetlemeye gayret etmiştik.
“Domuz gribi aşısı olmayacağız. Çünkü…” başlık makalemizde ise “ülkeye getirildiği iddia edilen aşıların tartışmasız bir komplo olduğu, su götürmez bir gerçek. Bu nedenle neden aşı olmamamız gerektiğini ve insanlığa reva görülen bu komplodan kimin ne çıkarı olduğunu izah etmeye gayret edelim. Aşı neden gereksiz, hatta neden tehlikeli” cümleleriyle izah etmeye gayret etmiştik çıkar çevrelerinin hedeflerini.
Öncesinde ise 3 Haziran 2009 Vakit Gazetesi’ne verdiğimiz mülakatta ise domuz gribinin bir skandal değil derin bir tertip olduğunu belirterek, “Burada bir iyi niyetten değil derin bir plandan söz edilmesi gerekir. ABD önce virüs ihraç ediyor sonra ilaç” diyerek uyarmıştık.
Şükür ki yine haksız çıkmadık.
Keramet bizde değildi elbette.
Yaptığımız tek şey, tekerrür eden tarihi hatırlamak ve de muhataplarımızın şeytanın işbirlikçisi olduğu konusundaki dikkatimizdi o kadar.
Biliyorduk ki hedef on ikiden vurulunca kuş gribi virüsü birden ortadan kaybolmuştu. Tıpkı tutmayan plan nedeniyle birden bire üstü kapatılmak istenen domuz gribi gibi. Daha birkaç hafta önce bugünkü ifşaatları görmüşçesine Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın “artık domuz gribi ölümlerini açıklanmayacak” şeklindeki yeni kehaneti yeni bir planın geliyor olduğunu görmek için yeterliydi.
Çünkü Finlandiyalı eski Sağlık Müdürü Dr Rauni Kinde’nin domuz gribi virüs ve aşısına ait planın ABD Başkanlarından Henry Kissinger ait olduğunu ve bu yöndeki kararın son Bilderberg toplantısında alındığı ve asıl amacın ise milyarlarca dolar kazanarak dünya nüfusunu üçte iki oranında azaltmayı hedeflendiği iddiası….
Ve İngiltere Toplum Bilimi Enstitüsü (ISIS) tarafından hazırlanarak İngiltere Sağlık Ofisi ile ABD Gıda ve İlaç Yönetimi Başkanlığı’na ileten çarpıcı rapordaki toplu aşıların, felakete çıkarılan bir davetiye olduğu gibi veriler birçok çalışma ve bu virüsün beklenen etkiyi yapmaması görünmeyen güçlü ve yüce bir elin insanlığı önemli ölçüde şeytani bir plandan koruduğunu yani tüm planların üstünde plan yapan bir gücün olduğunu hep birlikte bir kez daha müşahede ettik.
Bu süreçte Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Margaret Chan domuz gribi aşısı olmayı reddettiğini itiraf etmesi elbette ‘tarihi gaflet’ti elbette. Ama ne derler ‘söyleyen değil söyleten bak!’
Garip grip senaryoları, batının insanlığın önüne koyduğu ne ilk be de son oyun. İbret almadığımız takdirde yeni yeni tekerrürler yaşatacaklar muhakkak.
Aşı oyunuyla hedeflenen kirli senaryo, aşıların sahibi Rocfekeller’e ait Harward Üniversitesi ile Avrupa Konseyi Sağlık Birimi’nin faturayı ilaç şirketlerini kesmesine alet olup bu Bilderberg tezgâhının arka planını görmemize…
Başbakan Erdoğan’ın aşı konusundaki tavrı politik tavrı, Türk halkını, büyük oranda aşının yan etkilerinden korumakla birlikte; Başbakan’ın Sağlık Bakanı’nın basiretsiz bir şekilde bu kirli çarka alet olmasına ve işi nefsi hatta süfli arzularına alet etmesine izin verdiği gereçeğini sormak hakkımızın olduğunu da engel olmamalı!
Fakat bütün bunlar kasırga bitti ‘o halde nerede kalmıştık’ şeklinde bir yorum ve geçiştirmeye neden olmamalı.
NE YAPMALI?
İnsanlığı üzerinde dolaşan tüm karabulutlardan kurtarmak için şimdi köklü bir devrim gerekiyor.
Her şeyi işgal edilen ve yeniden topyekûn inşaya muhtaç olan toplumlardan sağlıklı bireyler ortaya çıkmayacağını unutmamalı. Bu yüzden akletmeye her zamankinden daha da muhtacız.
Çünkü insanlığa dayatılan aldatıcı hayat tarzı, sentetikleştirilen duygular, dünyevi zevk, şehvet ve ihtiraslar, insanların pek çoğunu esir almış durumda.
O halde her şeyi bir mala dönüştüren modernitenin para, şiddet, cinsellik, haz, hırs ve sahte gıda gibi kutsallarından kurtulmak için bu kirli bir tezgâhın arka planının bir nebze aralandığı bugünlerde yeni adımlar atmamız gerekecek!
Modernizmin bir başka deyişle küresel düzen kurucularının, insan dâhil her şeyi makineleştirmeyi amaç edindiklerini, bunun içinde sahte kutsallar geliştirdiklerini; insan topluluklarını dili, ırkı, cinsi, kültürü ve kimliği ne olursa olsun çıkarcı, renksiz ve kimliksiz bireylere dönüştürdüğünü biliyoruz.
Hatta insanların olup bitenin anlamalarının engellenmesi, maskelenmesi hatta felç edilmesi için bitmek tükenmek bilmeyen girift ve karmaşık kavram ve veriler ortaya atılarak sürekli olarak tekrarlandığını…
Eskiden devletin mülkü gibi olarak yetiştirilen bireylerin şimdiler ise küresel şirketlerin ve örgütlerin birer nesnesi gibi yetiştirildiğini de biliyoruz.
Bütün bu gerçekliğe rağmen ümitsiz olmaya hakkımız olabilir mi?
Elbette ve kesinlikle hayır! Kıyamet doğru hızla ilerlesek de bir taş alıp şeytana atmaya hâlâ muktediriz. Bize düşen; şeytanı yaralamak ya da öldürmek değil, taş alıp atmak…
Gerisi Yaratıcının işi…
Akletmek, aklımıza mukayyet olabilmek ve hep birlikte birer taş alıp şeytanlara atabilmek dileğiyle…