Dolar

35,2045

Euro

36,6832

Altın

2.955,83

Bist

9.626,56

Bitkisel ilaçlar sadra şifa mı? Ya gün görmemiş dualar?

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-08-03 00:54:12

Bitkisel ilaçlar sadra şifa mı? Ya gün görmemiş dualar?
Ramazan yaklaşınca bazı kanallarda da tatlı bir telaş yaşanıyor. Özellikle TRT’nin ciddi bir hazırlık yaptığını görüyoruz. Bu Ramazan sahurunda büyük bir sürpriz yaparak, programı Ayasofya’nın içinden sunuyorlar. TRT Arapça ise Ayasofya arka planıyla yayına çıkıyor. Çok hoş gelişmeler bunlar…   Geçenlerde ATV’de Ramazan programı tanıtımı yapılıyor. Tanıtımda, “Ramazan’da Nihat Hatipoğlu’ndan gün yüzü görmemiş dualar izleyeceksiniz” denildiğin de, ‘bu kadar da olmaz’ deyip tebessüm ediyorsunuz ama iş o kadarla kalmıyor ki!   İlk gün iftar saatinde hangi kanal ne yapıyor merakıyla dolaşırken, transfer borsasının önemli figürlerinden Hatipoğlu’nun malum tavrı ile ‘Peygamberimizden “hiç duyulmamış” iki iftar duası okuyacağını söyleyince, insan gerçekten kopuyor… Sonrası, isteseniz de gelmiyor.   İftar sonrasında çok sevdiğim Mahir Yüksel kardeşimden bir e-posta geldi. Mahir, “yeni Pazar, bu olsa gerek” dedikten sonra, linke de mutlaka bakmamı istiyordu.   Linki tıkladığımda karşıma, krem, şampuan, bitkisel haplar satan bir site çıktı. Sitenin girişinde sağa eklenmiş Kâbe resminin yanına büyükçe şunlar yazılmış: “Oruç Tutmak Herkesin Hakkı. Bu sene herkes rahatça oruç tutabilecek. Dinen caizdir.”   Üstünde ise (cümle düşüklükleri kendilerine ait) “İlahiyatçı Doç. Dr. Nihat Hatipoğlu, İslam dinine göre bu hapların caiz olup olmadığını sorduğumuzda; ‘Bu haplara bir nevi vitamin diyebiliriz. Dinen hiçbir sakıncası yoktur. Bir nevi takviye, bu hapla, gıdayla, serumla da olabilir. Önemli olan sahur ile iftar arasında bir şey yiyip, içmemek. Hatta bu sıcaklarda, zor işlerde çalışanlara bu hapı kullanmasını tavsiye bile edebiliriz’ dedi” yazıyor.

  Ağlanacak halimize güler misiniz, kafayı mı yersiniz, karar sizin…   Ama ben, benzer şeyleri gördükçe utanıyorum. Üstelik sanki ben yapmışım gibi utanıyorum. İnsanlar yanlışa yönlendirilirken, İslam ticari çıkarlara alet edilirken, dini duygular sömürülürken nasıl utanmazsın ki?   Bu fâcirler (Bunlar hakkında Mutaffifin suresine bakınız) topluluğunun çok olduğunu herkes görüyor. Birde telefonlarla bizi arayıp ‘Bu hapı kullanayım mı? Bu bitkici nasıl? Şu bitki hastalığıma veya anneme iyi gelir mi?’ gibi sorular sormuyorlar mı?   Biz insanlara ne anlatıyoruz, onlar ne soruyorlar. Algıda seçicilik sorunu yaşadıklarından, bitkileri alet ederek insanları soyanlarla bizi karıştırıyorlar.   Karakter sorununuz olsa, sizi hemen birkaç günde sahte veli yapıp uçurur bu toplum. Sizde kendinizde keramet olduğunu falan zannetmeye başlarsınız. Sonra da ‘kendileri kaşındı’ diyerek, vole üstüne vole vurursunuz.   Bu vesileyle bir anımı paylaşayım. 1997’de fuar ziyareti için Almanya Hannover’deydim. Fuar nedeniyle tüm oteller dolu. Kalacak otel bulamayınca, Iraklı bir taksicinin yardımıyla bir camiye sığındık. Gidenler bilir, orada camilerin çoğu burası gibi değil. Birçoğu, sosyal bir ihtiyacı karşılamak için planlandığından içinde her şey var.   Camide ilginç bir sima ile karşılaşıyorum. Ahmet Hakan’a, Kanal7’de Mason locaları hakkında bilgiler veren ve 28 Şubat’ta Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldığını söyleyen bey efendi de orada…   Derken, akşam bizim “Alamancılar” etrafımı sarıyorlar. Memleketten, işten derken, teklif üstüne teklif alıyorum. Gezimi uzatmamı önerip, ekliyorlar: “Şirketinizle ilgili bir broşür ile bir yüzünde şirket logosu, diğer yüzünde Türk Bayrağı olan bir anahtarlık bastırın ve bizi de temsilci olarak atayın. Size hisse senedi satalım.” Bir şartları daha var. “Şu şirketler şu kadar kâr vaat ediyor. Siz biraz daha fazlasını vaat etmelisiniz!”   Bir haftada birkaç milyon markı valize koyup, ver elini Türkiye. Ya sonra? Alışmış kudurmuştan beter olacağından, yeni yeni seferlere…   Bu işler bize göre değildi ve aklımızın ucundan geçirmek şöyle dursun, bu yöntemin ahlakî olmadığını da çok kez anlattık.   Sonra bu şirketlerin çoğu battı. Sorumlusu kim, şirketleri yönetenler mi? Ya insanı hırsızlığa teşvik edenler? Onlar masum mu? ‘Hırsızla, tamahkâr kolay buluşur’ diye boşuna söylememişler.   Benzer bir durum şimdi de bitkiselcilerde yaşanıyor…   Türkiye’yi saran ve “her derde deva” diye satılarak sürekli insan öldüren sözde bitkisel haplar, iyileştirmedik yara, ben, leke, kanser bırakmayan sözde kremler, saçlarımızı orijinalinden daha iyi yapmayı vaat eden şampuanlar vs. vs.   Meğer ülkemizde dünya ilaç sektörüne taş çıkartacak ne çok kimyacı, biyolog, farmakolog ve farmasi uzmanı varmışta haberimiz yokmuş…   Bir zamanlar Tansu Hanım kuşburnu çayı içiyor diye, Türkiye’de herkes kuşburnu pazarlıyordu. Sonra birden piyasaya sentetik tozunu sürdüler. Ardından bir akıllı-deli, rengi yeşil olduğu için merhum Erbakan Hoca’nın kivi içtiğini iddia edip, yapay kivi tozu pazarladı.   Geçtiğimiz yıllarda da “Başbakan Erdoğan altın çilek tüketiyor” diye haberler yaptılar. O halde altın çileğe hücummm… Bir ana caddeye yüzlerce kilo altın çilek meyvesi ve hapını yığmışlar. Delikanlı bağırıyor: “Erdoğan’ı gençleştiren altın çilek burada” Satın alanlar gariban görünümlüler sanıyorsanız yanılırsınız. Her gelir ve kültür grubundan insanlar orada…   Yalanın bini bir para   Etiketine “ilaç” diye yazamasalarda, üretenlere göre tarihte böylesi hiç görülmemiş “iksir ilaç” onlar. Krem ve şampuanları da öyle… Bu bol sıfırlı vurgunlar için uydurulan Hadisler, İbn-i Sina vs zatların kirletilen adları, ne ararsanız var bu sektörde. Sırf bu işlerin pazarlamasıyla ayakta kalan onlarca televizyon kanalı bile var. Satılsın da gerisi önemli değil.   Ömründe iki satır kitap okumamış, verdiği bitkinin adını bile telaffuz etmekten aciz kimseler, bitkisel kürler, bitkisel tabletler, tedavi reçeteleri verip, dozlar belirliyor. Eskilerin tabiriyle, ‘elifi görse mertek sananlar’ tabiplik yapıyor. Eski tabipler kaybolup meydan boşalınca, yerini -çok azı istisna- tıp endüstrisinin kuralları çerçevesinde doktorculuk oynayanlar dolduruyor. Zaten bir boşluğu dolduracak fırsatçılar her zaman, her yerde hazır ve nazırdırlar.   Yalan ayyuka çıkmış, kimsenin umurunda değil. Bu krizin ana sorumluları; koruyucu hekimlik hizmeti vermeyen hatta hiçe sayan devlet, hastanın yüzüne bile bakmayan, batı ortadoks tıbbının yürütücüsü doktorlar ve küresel emperyalist güçlerin kimyasal zehirlerini -ona ilaç da deniliyor- pazarlayanlar… İlacı, tedavi etmek yerine, yeni hastalıklar meydana getiren ve gıdası zehir haline getirilmiş bir toplum, ister istemez çare arayışına giriyor. Bu durumda da bu arayışın önüne ağ seren sahte farmakologlar giriyor.   Ortodoks tıbbı gibi, bu işlerin de başımıza ağır bir dert açacağını pek yakında göreceğiz. Gerçi ‘altın çilek’ balonu yüzünden gazete sayfalarına yansıyan ölüm haberleri, hızla yaklaşan felaketin habercisi olarak yeterde artar ama dahası var.   Geçen aylarda Mazlumder’in davetlisi olarak Bursa’daydım. Konferans arasında bir delikanlı geldi. Kendisine tavsiye edilen havuç kürü nedeniyle, ölümden döndüğünü anlattı. Kendi ifadesiyle, her gün kilolarca havuç yiyince gerçekten havuca dönmüş. Komalık olmuş, zor geri dönmüş…   Gerçekten iş çığırından çıktı. Ama devlet yasaklamaya kalkarsa, insanlıkla yaşıt -az da olsa- ehli tarafından yapılan doğru işler de yasaklanır diye endişe ediyorum. Çünkü, Ankara’nın hiç bir ayarı-gayarı yok. Ankara, bir işi felaket diz boyu olunca umursuyor. Sonrada yasaklamanın çare olduğunu sanıyor…   İnsanoğlu aldatılmaya ve aldanmaya bu kadar nasıl meyilli olabilir? Düşünüyorum da bu işin cehalet, tamah, çaresizlik gibi birçok sebebi var. Büyük Selçuklu Devleti, tıp eğitimini tüm okullarda zorunlu ders olarak okutunca, sağlık konusunda bilgili bir toplum inşa etmiş. Öyle dönemler olmuş ki, her köyde ağır vak’alar dışındaki birçok soruna müdahale edebilecek tabipler olmaya başlamış.   Malum bu toplum her açıdan cahil bırakıldı. Okumayan, sadece dinleyen bir toplum. Ancak kimin doğru kimin yanlış söylediği de birbirine girmiş...   Küresel ilaç mafyasının on milyarlarca dolarlık vurgunu bir yana, sentetikleştirdikleri ilaç piyasası, artık çoğu kez, derde deva olmaktan çok uzak gözüküyor. Eskiden hastaları bimarhânelere alıp tedavi ederlermiş. Şimdilerde ise sanki bir bakkalın daimi müşterisi gibi kalıcı müşteri olmamız isteniyor. Sistemler buna göre tesis ediliyor. Bizlerde, her şeyi bilen cehaletimiz sayesinde bu yemi de yutuyoruz.   Bunlar sadra şifa olmasın ve kalıcı müşterileri olmamız için, bitkilerin genetiğiyle oynayarak yok ediyorlar. Bitki satıcılarına malzeme temin edenlerde, dağ taş dolaşıp bitkileri kökünden yoldurarak nesillerini kesiyorlar. Ha öyle yağma, ha böyle yağma. Yapanın yanına, yaptığı kâr kalan bir dünya belki. İyi ki, o çetin gün var. İyi ki!  
www.twitter.com/ozerkemal

Haber Ara