Çin, kelimenin tam anlamıyla bir tezatlar ülkesi. Uzun bir geçmişe sahip olmasının yanı sıra Türklerle bitmek tükenmek bilmeyen bir toprak sorunu da olan bir ülke.
Çin, aynı zamanda üç bir yanı Kazakistan, Kırgızistan, Afganistan, Pakistan, Bangladeş hatta Endonezya ve Malezya gibi Müslüman ülkelerle çevrili bir ülke.
Bu ülkede son günlerde yaşana vahşet ne ilk ne de son olacak. Özellikle batı kesimi, basına yansımayan sayısız vahşetin yaşandığı bire bölge. Çin'in Doğu Türkistan'da giriştiği katliamın gözden kaçırılmaması gereken önemli yönleri var. Bu arka planı gözden kaçırmamız durumunda maazallah bizler de Mehmet Altan gibilerin düştüğü hataya düşebiliriz.
Son olaylar açık açık göstermektedir ki dünyanın neresinde bir sorun varsa o coğrafya mutlaka Müslümanlarındır. Düşmanlar kardeşliklerini genellikle mazlum ve masum Müslümanlar üzerinde deniyor.
Uzakdoğu'nun bu devi, dünyanın en büyük alıcı ve satıcılarından biri. Yani bir sanayi ve enerji devi. Bu diğer güçler için büyük bir tehdit. Bu durum Çin'in gelecekteki en büyük güçlerinden biri olduğunda açık bir göstergesi. Bu durumdan ABD ve Rusya çok rahatsız. Aslında aynı şeyler Türkiye için de geçerli.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Çin ziyareti sıran bir gezi değildi. Son olayların bu ziyaretin hemen arkasından gerçekleşmiş olma asla göz ardı edilmemeli.
2006 Ramazan'ında Çin yaptığım seyahatlerle Çin'i daha yakından tanıma imkânım olmuştu. Dünyanın bu en kalabalık ülkesi, bir taraftan sefahat diğer taraftan da açlığın kol gezdiği çelişkiler diyarı.
Bir yandan despotik bir yapı, diğer yandan alabildiğine kapitalist bir sistem. İnsan hakları ihlallerinin, katliamların bini bir para. Batı kesimlerinde ne ticaret ve ne para insani bir yaşam. Açlık, sefalet kol geziyor. Taşları bağlamışlar ve köpekler her yerde. Kan, gözyaşı ve acı gündelik yaşamın bir parçası.
En gelişmiş bölgelerinde bile küçük bir olaya karışan minik bir çocuk bile, on binlerin gözü önünde sokaklarda polis dayağıyla öldürülebilen insani değerlerden yoksun Komünist bir diktatörya burası. Gücün ahlaktan yoksun olduğunda neler yapabileceğinin doğudaki örneği.
Bir defadan fazla hamile kalan Çinli bir kadının yaşadığı zulüm, ilk çocuğuna hamile kalan bir Doğu Türkistanlı kadının gördüğü vahşet karşısında bir ödül gibi. Herhangi bir nedenle hastaneye yolu düşen Doğu Türkistanlı kadınlar doğuma birkaç günleri bile kalsa, bayıltılıp haberi ve izni olmadan vahşice bebekleri alınıyor ve kısırlaştırılıyor. Doğum olunca yaşadıkları sayısız çile ve zulmün hesabını, Allah'tan başka tutan yok.
Her türlü gayri insani muameleye ve açlığa mahkûm edilen Doğu Türkistanlılar, bir taraftan kısırlaştırılıyor, bir taraftan sürgünlere gönderiliyor, bir taraftan aç ve sefil bir yaşama mahkûm ediliyorlar.
Son olayların görüntüleri, Çin'in zulmünün hangi boyutlarda olduğunu gösteremeye yetmiyor. Olsa olsa sadece ipucu küçük ipuçları? ABD ve Rusya'nın ortak provokasyonu olan bu son olayda, hem Çin devleti hem de Doğu Türkistanlılar tuzağa düşmüş durumdalar.
Bu vahşet kareleri bize bir kez daha göstermiştir ki; biz Müslümanlar, yaşadığımız dünyada olup bitenler konusunda yeterli bilgi sahibi değiliz. Gündelik dünya telaşları, bizi kardeşlerimizin hatta hatta başka dinlerden de olsalar insanların dertleri ile dertlenmemizi engell(etil)iyor. Kendi derdimizle uğraşmaktan komşumuzu bile göremez durumdayız.
Hâlbuki bu olaylar sırasında Pakistan, Doğu Türkistanlı kardeşlerimize ihanet ediyor. Doğu Türkistan'a sınırı olması nedeniyle açlık, sefalet ve zulümden kaçan bazı Doğu Türkistanlılar Pakistan'a sığınmakta. Bazıları ise eğitim görmek için gelmekteler. Ancak Pakistan sığınanları da, eğitim görmeye gelenleri bile eli kanlı Çinli katillere teslim etti ve etmeye devam ediyor. Öldürüleceklerini bile bile daha dün 50 öğrenciyi Çin makamlarına teslim etti.
Sadece Pakistan mı? Êlbette hayır. Ülkenin ikinci Demirel'i, Mesut Yılmaz'ın Başbakanlığı döneminde yapılan anlaşma gereği Türkiye, Doğu Türkistanlıların Türkiye'ye girişine izin vermiyor. Türkiye'de de Doğu Türkistanlılar, Çin makamlarına teslim ediliyor. Neden acaba?
Timetürk yazarı Cevdet Tellioğlu dostumuzun gündeme getirdiği Dünya Uygur Komitesi Başkanı Rabia Kadir'in vize meselesini dün okudunuz. Bırakınız bu insanların çalışmalarını Türkiye'de yapmasını üzerine Dünya Uygur Komitesi Başkanı Rabia Kadir'e iki buçuk yıldır Türkiye'ye vize bile vermiyor. Şükür ki, Başbakan Erdoğan Rabia Kadir'e vize vermeyi kabul etti. Yeter mi? Elbette hayır!
Görüyorsunuz Türkiye'nin vize bile veremediği bu insanlara yine ABD kucak açıyor. Sonra'da ABD politikalarını eleştiriyoruz. Buna hakkımız olabilir mi?
Kuşkusuz Çin'in zulmü topraklıyla da sınırlı değil. Mesela Çin elçiliği, Türkiye eğitim gören vatandaşı öğrencileri cep telefonlarından arayıp; ?Sizi izliyoruz. Attığınız her adımdan haberimiz var. Yanlış bir adımın faturasını ödetiriz? gibi tehditlerle psikolojik baskı uyguluyor. Bu öğrencilere eğitimlerini bile zehir ediyor.
Bu vahşi zulme karşı tavır ortaya koymaya çalışırken dikkat etmemiz gereken bir iç sorunumuz daha var. Bu zulmü küçük haberler görmezlikten gelen malum medya, diğer Müslümanlarla aramıza girmeye çalışıyor. Arapların ve diğer Müslüman ülkelerin sessizliğine dem vurup sanki bize diyorlar ki ?Siz Filistin davasına da sahip çıkmıştınız. Ama onlar başkalarının sorunları ile ilgilenmiyorlar.? Bizler bu tuzağa düşmemeliyiz. Yine dün Timeturk'e okudunuz Filistin kendi derdini unutmuş Doğu Türkistanlı kardeşlerinin derdiyle dertlendiklerini okudunuz. Diğer çığlıkları da bugünden itibaren timeturk'de okumaya devam edeceksiniz.
Bizler, Çin işkencesinde inim inim inleyen bu insanların acısının kalbimizin en derininde hissetmiyorsak ve bunun için mücadele etmiyorsak bu imanımızı gözden geçirmek zorundayız. Bakmayın ekranlara her konuda ahkâm kesen köşe yazarları ve akademisyenlere. Bu Çin'in Kürtleri değil bu insanlığın utancıdır. Bir meseleyi başka hiç tasvip etmediğimiz iç sorunumla karalamaya ve kapatmaya çalışmak doğru olamaz.
Bizler sokaklara dökülmekle kalmamalıyız. Bu sorunun çözümünün bizim elimizde olduğu bilinciyle harekete mecburuz. Çünkü Sudan, Suudi Arabistan, İran, Malezya, Endonezya, Pakistan ve Türkiye gibi ülkelerin Çin'le hemen her alanda işbirliği var. Bir bakıma Çin bu ülkelerle dost olmaya mahkûm. Bu durumu siyaseten kullanılması için bu ülkelerin yönetimlerine ve elçiliklerine baskı uygulamalıyız.
Mesela İslam Konferansı Örgütü, zikrettiğimiz ülkelerin insan hakları örgütlerinden temsilcileri de barındıran bir gözlem heyetini Çin'e göndermeli. Hatta burada kalıcı olarak insan hakları izleme bürosu açmalı.
Bununla da yetinmeyip, gözlemci sıfatıyla da olsa Rusya'ya verdiği İKÖ statüsünü Uygun Sincan Özerk bölge yönetimlerine de vermeli. Gelişmeleri ilk elden öğrenip politikalar üretmeli.
Bu ülkelerin Çin'le yaptığı iade anlaşmalarını tek taraflı olarak askıya alması sağlanmalı.
Sudan, Suud-i Arabistan, Pakistan, Türkiye, Malezya ve İran, Çin'in insan hakları ihlallerine karşı bu vesileyle ortak tavır geliştirmeli.
Sanayi Bakanımızın çıkışına fert fert destek vermeliyiz. İşadamı dernekleri ve odalarımız, Çin dernek ve odalarına; Çin'den ithalat yapan firmalar ithalat yaptıkları firmalara mektup yazarak katliamı kınamalı aksi durumda ticari ilişkilerini gözden geçireceklerini belirtmeliler.
Herkesin yapacağı bir şey mutlaka var. Üstelik tek başına kalsak bile deneme değer çok şey?