Dolar

35,2043

Euro

36,6684

Altın

2.954,86

Bist

9.626,56

Ekoloji-ekonomi savaşı

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-10-10 20:43:57

Ekoloji-ekonomi savaşı
Yaşadığımız çağda, iki görüş kıyasıya bir savaş içinde. Ekonomik ve ekolojik dünya görüşleri belki de dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir çağ olan 19. yüzyılda başlar. 
 
Bu sarsıcı dönemi izleyen 20. yüzyıl da ise, tahribat ve değişim tufanı yeni bir ekonomik düzen inşa etmenin yanı sıra, yeni bir insan modeli de inşa etti. Bir kazanın ilk anlarında hissedilemeyen travma gibi, bu yeni savaşın meydana getirdiği kerahette, insanlar tarafından fark edilemedi. Bu nedenle de ekonomik dünya görüşüne karşı duruş olan, ekolojik dünya görüşünün oluşumu gecikti.
 
Hâlen benzer savaşlar yapıla gelse bile, geçmiş yüzyıllarda dünyada savaşlar; siyasal, dinî ve ganimet gibi nedenlerle yapılırdı. 18. yüzyıldaki sanayileşme ve endüstrileşme ile birlikte, savaş türlerine ‘teknolojik gıda savaşları’ ile ‘ekoloji/ekonomi savaşı’ da eklendi. Geçmişteki savaşlar, ordular arasında yapılırken, yeni dönemde ise şirketler ile insanlık arasında hatta hatta tüm evrendeki canlı ve cansız varlıklar ile şirketler arasında bir savaş tezahür ediyor.
 
Bu çetin savaşta, koskoca bir evrene karşı küçük şirketlerin fiilleri, öylesine tahrip edici sonuçlar ortaya çıkarıyor ki; şayet savaş bu şartlarda sürmeye devam eder ise, evren dolayısıyla da yaşam yok olmakla yüz yüze. Meselenin daha iyi anlaşılması için, ekoloji/tabiî yapı ile ekonomi/şirketler arasındaki temel amaçların ortaya konulmasında yarar var.
 
Tabiî yapı; fıtrat, doğa veya tabiattır. Yaratılıştan bu yana devam eden döngüsünde, vahşi olarak görünen yapısında bile bir koruma ve denge unsuru taşır ve kendi haline bırakılmayı ister. Tabiatta her şey birbirine muhtaçtır. Mülkiyetten ziyade ortaklığı, dayanışma ve sahiplenmeyi öngörür. Temel yasası ise fıtrattır. Tabiatta herkese ve her şeye koşulsuz ‘yaşama hakkı’ tanınır. Doğal yollardan doğal süreçleri izleyerek yaşamak, üremek, yaşatmak ana düsturudur. Ekolojinin temel yapı taşlarından toprak ve su, temiz olmalarının yanı sıra en iyi temizlik maddesi ve insan, hayvan, bitki ve tüm canlı organizmalar için yaşam kaynağıdırlar. Su, tohum ve toprak insanlığa aittir. Hiç kimse zimmetine geçiremez. Sahip çıktığı, koruduğu ve işlediği müddetçe onundur.Aksi halde doğal ya da hâkim güç bunu onun elinden alır. Tabiat için çıkardan söz edilemediği gibi hızlı olması da istenemez. Ekolojik sistemin her parçası diğer canlılar gibi, dinlenmeye ve kendini yenilemeye ihtiyaç duyar.
 
Ekonominin ‘büyüme’ olarak adlandırdığı şey, aslında tabiî sermayenin hızla tahrip edilerek, -sayıları binlerle ifade edilebilen- bazı küresel güçlerin kâr hânesine yazılmasıdır. Tabiî yapıda büyüme ise, her fani gibi doğup, büyüyüp, gelişip doğduğu toprağa geri dönmektir. Onun yasasında, ölüm olsa da bu asla bir yok oluş değildir.
 
Ekonomik dünya görüşünün yahut ekonomik sistemin temelleri, 14. asırda İtalya’da başlayan ve daha sonra Almanya’da güç bulup, İngiltere’de neşvünema bulan bankerlikle atılır. Bu sürecin günümüzdeki en büyük temsilcisi Meksika Körfezi’ni bir petrol denizine dönüştüren BP’nin sahibi Rothschildlerdir.
 
Ekonomik dünya görüşü, hep şirket çıkarını öngörür. Özgürlüğü ise; ne zaman, nerede, ne isterse üretebilme ve istediği yere satabilme olarak görür ve her şeye sahip olmak için çalışır.
Mutlak mülkiyeti öngörürken, yasası ise güçtür. Yılda 500 milyon ton kanalizasyon, 60 bin ton deterjan, 3 bin ton ağır metal, 600 binden fazla petrol bıraktığı Akdeniz örneğinde görüleceği üzere, her şeyi kirletir ve öldürür. Daha içerden bir örnek verecek olursak, yılda 3,7 milyon ton civarında çöp atığı üreten İstanbul, bunun sadece yüzde 10’nu geri kazanılabiliyor.
 
Su, tohum ve toprağı gasp ederek, mülkiyetine geçiren patronun ana düsturu; kâr etmek, piyasa değerini korumak, yükselmek daha gerçekçi bir ifadeyle kısa yoldan köşe dönmektir. Günümüz ekonomik görüşü yani şirket ekonomisi, şayet çıkarı yoksa hiçbir canlıya hiçbir şey vermez, aç bırakır ve yok eder. Bu denli gelişmişlik, ekonomik kaynak ve sözde verime rağmen, üç milyardan fazla insan geçinmekte zorlanıyor, 1 milyardan fazla insan açlık sınırında yaşıyor ve 100 binden fazlası ölüm sınırında. Örneğin; dünyanın içilebilir su kaynaklarının yüzde 25’i tek başına, dünyanın en ünlü içecek firmasına ait. Bu üründen, dünyada saniye de 8 bin, yılda ise 252.288.000.000 (252 milyar 288 milyon) kutu tüketiliyor. Yani, dünyanın bu üründen tüketimi, kişi başına ortalama 36 kutu civarında seyrediyor.
 
1900 yılında dünya nüfusu 1,7 milyar iken 2000 yılında ise 6,1 milyar kişidir. 1900 yılında yıllık 1 birim üretime karşın, 2000 yılına gelindiğinde yıllık 29 birim üretim yapılır hâle gelinmiştir. Nüfus artışı 3,6 olmasına karşın, üretim artışı 29 olmuş. Dünyanın 1900’de yarım trilyon doları bile bulmayan toplam tüketim harcaması, 1960’da 4,9 trilyon, 1996’da 23,9 trilyon, 2006’da 30,5 trilyon, 2009’da ise 37 trilyon dolara ulaşmış. Nüfusu 4 kat bile artmayan bir dünyada, 110 yılda 37 kat artan tüketim harcaması, bize gereksinimlerin nüfusa bağlanması yalanını, ortaya çıkarması bakımından son derece manidârdır. Kullanılan eşyalar açısından baktığımızda, yılda 68 milyon taşıt, 85 milyon buzdolabı, 297 milyon bilgisayar, 1,2 milyar cep telefonu tüketiliyor. Bu tüketim malzemeleri için, yılda 60 milyar ton doğal kaynak tüketilmekte.
 
Tabiî dönemde bir tavuk 6 ayda kesilebilirken, ekonomik dönemde aynı tavuk çok sayıda kimyasal ve antibiyotik desteği ile 42 günde kesime gidiyor. Yoğurdun 6 saatlik mayalanmasına bile tahammül edemeyen ekonomik model insanı, bunu sun-i katkı maddeleri ile hızlandırmaya çalışıyor. Kur’an-ı Kerim insanın bu aceleciliğini “İnsan, hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan çok acelecidir.” (İsra 11) şeklinde ifade eder.
 
Her şeyin hemen olup bitmesini isteyen piyasanın, beklemeye tahammüllü yok. Çünkü her şey hemen olup bitsin ve paraya dönüşsün ister. İşte bu durumda: ‘doğal zaman’ (tavuğun normal büyüme süresi) ve ‘ekonomik zaman’ (kimyasal ve antibiyotik desteği ile 42 günde büyütülmesi)’dan söz etmek gerekiyor. Yani, ekoloji ile ekonomi arasında büyük bir zaman çatışması, iki yapı arasındaki savaşın temelini oluşturur. Bu ana kadar, hep zamanı hızlandırmaya örnek vermişsek de, bu savaş bazen de zamanın uzatılması için ortaya çıkar. Buna genellikle tüketim ürünleri için, raf ömrünün uzatılması da diyebiliriz.
 
Görülüyor ki, ekonomik sistem önemli ölçüde bireyci bir çıkar sistemidir. Gücün ahlakı işler. Şayet güç, ahlaktan yoksun ise genellikle zayıf yok olmaya mahkûmdur. Bize büyüme dedikleri şey, büyük oranda tabiî sermayenin yağmalanıp, kâr hanesine yazılmasından ibaret. Yine görüleceği üzere büyüme, çözüm değil, problemin ta kendisidir. Ekonomik sistemden önce gerçek tarihi bilin(e)meyecek kadar eski olan -modern- teknolojiye yatırım yaparak, belirli bir noktaya gel(in)ebilir ve bunu gelişmişlik olarak gösterebilirsiniz. Lakin ağaçları yok etmişseniz, yaşamı yok eşmişsiniz demektir. Ağaçları yok ettikten sonra, dünyanın en iyi testerelerini üretseniz ne işe yarar?
 
Bu savaşta evrenin tümü şu yada bu şekilde tahrip edilmiştir. 19. yüzyılın sonlarına doğru geliştirilen katkı maddeleri ile başlayan süreçte, tohum ve toprak insanlığın ortak mülkü olmaktan çıkartılıp, şirketlerin mülküne dönüştürülür. Bu dönemi bir milat kabul edersek, Hz Âdem s.a.’den, gıda katkı maddelerinin keşfedildiği 19. asra kadar ki dönemi, ‘tabiî dönem’ olarak adlandırabiliriz. Hâlen de devam eden ikinci dönem, tohumun hibrit ve GDO’lu hâle getirildiği ‘genetik dönem’dir. Bizi bekleyen yeni dönemse nanogıda, nanotıp ve nanonükleer ürünlerin hâkim olacağı ‘nano dönem’dir. Tabiî dönemin yok edilişi ile başlayan süreç, ahlakî bir iflas döneminin de inşasını doğurmuştur. Bu savaşı kazananlar aslında evrenle birlikte kendilerinin de yok oluşlarını hazırlıyorlar ama onlar bunu kendilerinin kurtuluşu sanıyor.
 
Netice itibariyle insanlığın kurtuluşu; 1900’lü yıllardan bu yana terk edilen arz ekonomisinden, talep ekonomisine yönelerek, ekonomik küresel sistemin, israf ekonomisinden gerçek ihtiyaç ekonomisine dönmek. Yani arz ekonomisini reddedip, talep ekonomisine geri dönmek... Eğer bu savaşta kaybeden taraf ekoloji/tabiat olmaya devam ederse yani ekonomik gücün tabiata hâkimiyeti bu hızda devam ederse, canlıları bekleyen sonuç: Yok olmak!
 
Not: Veriler; George Susan, Başka bir dünya mümküm, eğer…, Metis yay. ile Dünyanın durumu 2010, Worldwatch Enstitü, İş Bankası Yay. eserlerinden istifade edilerek hazırlanmıştır.)

Haber Ara