Birkaç aydır et fiyatları hızla artıyor. 1 Kğ et 30 lira sınırına dayandı. Hatta geçti bile. Peki yüzde yüze yaklaşan fiyat artışının nedeni ne? Artıştan kim yada kimler sorumlu?
Hayvan yetiştiricileri mi?
Et kesim haneleri mi?
Toptancılar mı?
Kasaplar mı?
Tarım Bakanı mı?
Bunlardan hiç biri sorumluluğu üstlenmediğine göre, geriye tek bir adres kalıyor…
İtiraf ediyorum. Et fiyatları benim yüzümden arttı. Yani ben artırdım. Bunu da sizinle birlikte başardık. Yani suç ortağımda sizlerisiniz.
Gelirleri aşırı derece artan biz tüketicilerin, öğle ve akşam yemeklerindeki düzenli et tüketmesi yetmezmiş gibi kahvaltıda da et tüketmeye karar vermesi, et fiyatlarında artışa neden olmuş.
Yani tüketicinin artan et talebi, doğal olarak serbest piyasa kurallarını devreye sokmuş ve et fiyatları tırmanmış. Bunda Tarım Bakan’ı Mehdi Eker’in ne kusuru olabilir ki?
İki yıl önceki pirinç krizinde de aynısı olmamış mıydı? Tüketiciler üç öğün pirinç yemeye hatta pirinçten hoşaf yapmaya kalmasından dolayı karşılanamayan talep, pirinç fiyatlarının tavan yapmasına neden olmamış mıydı?
Bu beklenmedik tüketici talebi yüzünden, bizleri düşünmekten iş yapamaz duruma düşmüş olan Tarım Bakanı, ithalata izin vererek, bu dayanılmaz ihtiyacımıza ivedi çözümler üretmemiş miydi?
Allah, Tarım Bakanı Mehdi Eker’i başımızdan eksik etmesin. O olmasaydı başımıza taş yağar ya da açlıktan kırılırdık.
Bu kara mizah üzerine, ne dersiniz artık mizahi yazılar mı yazsam?
* * *
- Kuş gribinde tavukları katliama tabi tutarak,
- Hz Âdem a.s.’den bu yana ektiğimiz tabiî tohumlarımızın ekim ve ticaretini yasaklayarak,
- Ekim, dikim, ithalat ve ihracatı yasak olan GDO’lu ürünleri denetlemeyip fiili durum oluşturan, bununla da yetinmeyerek geleceğimizi, her biri siyonist küresel çıkar gruplarına peşkeş çekici hukukî düzenlemelerle yasal statüye kavuşturan bir Bakan’ın;
Pirinç fiyatları artmış,
Et fiyatları tavan yapmış,
Tabiî tohumların nesli kesilmiş,
Ekmeğimiz yenilemez hâle gelmiş,
Ürüne katılan katkılar, etiketine tam ve eksiksiz yazılmamış,
Gıdalara alkol, domuz, kanserojen ve alerjen maddeler katılmış,
Hayvancılık yok olmuş,
Arıcılığımıza İsrailliler el atmış,
Dere tepe dağ taş demeden yabancılar, flora örneklerimizi toplamış umurunda mı?
Bakan olduğunda, Türkiye’nin
21.500.000 ton (2005) olan buğday üretimi 17.782.000 tona (2009) düşmüş,
9.500.000 ton (2005) olan arpa üretimi 5.923.000 tona (2009) düşmüş,
2.240.000 ton (2005) olan pamuk üretimi 1.938.000 tona (2009) düşmüş,
2.070.000 ton (2005) olan kuru soğan üretimi 2.035.411 tona (2009) düşmüş,
520.000 ton (2005) olan kırmızı mercimek üretimi 111.502 tona (2009) düşmüş,
26.000 ton (2005) olan susam üretimi 19.956 tona (2009) düşmüş, umurunda mı?
Umurunda olsaydı bir önlem alması gerekmez miydi?
Umurunda olsaydı, tohumun mülkiyetinin küresel vampirlere aktarılarak, bağımlılığa neden olan hibrit tohumları yaygınlaştırmak için, tabiî tohumların satış ve ekimini yasaklar mıydı?
Elbette yapmazdı. Ama bütün bunlar son beş yılda oldu. Üstelik gözlerimizin önünde olup bitti.
Kimimiz, ‘aman bizim iktidar yıpranmasın’ diye göz yumduk.
Kimimiz, ‘bu adam ‘Müslüman’ vardır bir bildiği’ diye sineye çektik.
Kimimiz, umurumuza bile almadık. Çünkü, yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızdaydı.
Kimimiz, tarımda neymiş; ‘onu çarığı çamurlu, şalvarı yamalı adamların yaptığı iş’ diye küçümsedik.
Kimimiz, tarımda neymiş, çünkü ‘bir kamyon buğday verip, bir bilgisayar alıyoruz’ PR numarasını maske yaptık.
Sonuç: Ürettiğimiz kendimize yetmez oldu.
Kimimiz, destekleme pirimi almak için gerçek dışı beyanda bulunduk.
Kimimiz, daha çok ürün masalına inanıp, daha çok kimyasal tarım ilacı ve gübre kullandık.
Kimimiz, tamahkârlık yapıp, kendi tohumumuzu ayırmak yerine ‘sertifikalı tohumluk’ masalıyla küresel tohumcuların ağına yem olduk.
Kimimiz, gerçek yiyecekleri bırakıp, torna tezgâhından çıkmışçasına sözde gıdaların cazibesine kapılarak, elmanın içindeki kurtçuklar kadar aklımızın olmadığını ispat ettik yedi düvele.
Sonunda Mehdi Eker’e emanet ettik ülkemiz tarımını. Ve layık olduğumuzu sundular bize.
Amerika Birleşik Devletleri ‘bizim şirket, sizin bürokratlara rüşvet vermiş, bu yüzden ona ceza verdim’ diye ilan ediyor.
Bizim savcı ise elindeki belgeyi yok sayıyor.
Tarım Bakanı, elindeki rüşvetin belgesini 3 yıldır görmemeye duymamaya devam ediyor.
Anayasa değiştirme bahanesiyle, 10 gündür birbirlerine aklı zorlayıcı hakaretleri, küfürleri gözlerinin içine bakarak söyleyen siyasetçilerin, el birliği ile yönettiği bu ülkede, etin fiyatı iki katına çıkmış kimin umurunda…
Biz buna layığız... Kimse zulmetmiyor bize…
Etin fiyatı bu yüzden yüksek…
Yani etin fiyatını biz yükselttik…
Bekleyip bekleyip “ne yapıp edip etin fiyatını düşürün” diyen Başbakanımız, bu yüzden ikna edici değil.
Gelen bilgiler doğru ise; bazı çevreler canlı cansız et dolu gemileri limanlara yaklaştırmış bile.
Etin fiyatı bu kadar yükselmişken; menşei şaibeli, hastalıklı, yaşlı, niteliksiz, antibiyotik deposuna çevrilmiş hayvan etlerini “sözde helâl” etiketleri ile bize sunarlarsa şaşıracak değiliz.
Bu durumun müsebbibinin biz tüketiciler olduğunun farkında olan bazı medya kuruluşlarının “ithal ederiz sözü bile yetti” manşetleri atarak, ne kadar basiretli olduklarını bir kez daha gösterdiler.
Yağ, et, süt vs işleri yapmakla ünlü, iktidar milletvekilinin biri ise fırsatı yine kaçırmayarak patlatmış indirimi(!)
Sahi, daha ne kadar yiyeceğiz bu bayat numaraları?
* * *
Köyüne okul, elektrik, su götürmeyip çaresiz bırakmışsınız…
Köyde kalanına, sağa dönünce ordun, sola dönünce teröristin bağırmış…
Sonra yaklaşık 30 yıldır çoğu köyü kente taşıyıp, şehirlerin varoşlarına hapsederek meraları bomboş bırakmış…
Kalanların ise dağına taşına, ordu ve teröristiyle elbirliği etmişçesine mayın döşemiş…
Geri dönmek isteyene 3-5 inek, 40-50 koyun vermek şöyle dursun, zararını bile karşılamamışsın…
Bunun için acil eylem planın da, geleceğe dönük projen de olmamış…
Sütünün hak ettiği fiyatı almasını sağlayıcı tedbir almak bir yana, sokaklara dökmelerine ve sonunda ineklerini kesime göndermelerine göz yummuşsun…
Süt fiyatları, hani biri yabancı diğer ikisi de ‘dindar’ üç büyük dev gıda ve sütçülerinin, süt müstahsiline ‘bu fiyattan daha fazla vermem’ diye, ikide bir dayattıkları düşük süt fiyatları vardı ya; oda mutlaka hem tüketici hem de müstahsilin iyiliği içindir de mutlaka biz bilememişizdir.
* * *
Sayın Başbakan!
Kırmadık yumurta bırakmayanları daha ne kadar koltukta tutacaksınız?
Gerçeği haykıranları daha ne kadar muhalif olarak görmeye devam edilmesine göz yumacaksınız?
Her gün yakındığınız yıkılası bürokratik düzenin, önünüze koyduğu verilere güvenmeye daha ne kadar devam edeceksiniz?
Bu ülkenin tarım politikasını, tarım bürokrasisini, gıda sorununu, gıda güvenliğini, tohum sorununu, hibrit ve GDO afetini, nano gıda belâsını, tarım kimyasalları musibetini, yok edilen florayı, katledilen bal arılarını ne zaman öncelikli gündem yapacaksınız?
Ne zaman dinleyeceksiniz ülkenin bu sorunları için kafa patlatanları?
Sahi Tarım ve Sağlık Bakanlarının kara deliklerini daha ne kadar kapatacaksınız?
Sahi Sayın Başbakanım ne kadar?
* * *
Zamanın birinde bir şehirde bir halktan biri öldüğünde çan bir kez çalınırmış. Devlet görevlilerinden biri öldüğünde iki, zenginlerden biri öldüğünde üç kez kral öçlüğünde ise üç kez çalınırmış.
Bir gün bir kişi haksız yere cezalandırılmış. Bu kişinin masum olduğunu ve verilen cezanın haksız olduğunu herkes biliyor ama hiç ses çıkarmıyormuş.
Cezanın infaz edilmesinden bir gün sonra bir çan çalmış. Herkes ‘garibanın biri öldü’ demiş. Fakat can ikinci kez çalınca ‘devlet erkânından biri öldü’ demişler. Ama çan üçüncü kez çalmış. Bu kez de ‘zenginin biri ölmüş’ demişler. Çan dördüncü kez çalınca ‘işte kralımız öldü demiler’ ama çan bu beşinci kez çalmış.
Herkes ‘hayırdır çan hiç beş kez çalmazdı’ diye sokağa fırlamış. Bakmışlar ki çanı beş kez çalan kişi dün ceza verilen adam. ‘Kralda ölmediğine göre ne oldu da beş kez çaldın?’ demişler.
Adam “-Çünkü bu kez adalet öldü” demiş. Evet, adaletin öldüğü yerde etin fiyatı artsa ne olur?
GDO’yu yasakladık diyerek reklâm edilmemiş miydi? Tarım Bakanlığı bugünkü Resmi Gazete yayınlanan yönetmelik değişikliğiyle tümüyle gerçeğin ve adaletin öldüğünü bir kez daha ispat etti hükümetimiz.
İşte yeni cinayet: “İnsan ve hayvan tedavisinde kullanılan antibiyotiklere karşı direnç genleri içeren GDO ve ürünlerinin ithalatı ve piyasaya sunulması yasaktır" hükmü, yürürlükten kaldırılmıştır.