Türkiye, uzun zamandır kendilerine “elit” denilen irfansız gruplar tarafından yönetile geldi. Bu tepeden inmeci ve buyurgan grup, devleti kendi amaçları için bir araç olarak kullandı.
Toplumun tüm değerlerini yok sayan bu tayfa, kendi gibi düşünmeyen herkesi ‘tehlikeli’ olarak yaftalayıp sindirmek için elinden geleni yaptı.
Kendi ideolojisi dışındaki herkesi ‘komünist, dinci, irticacı, gerici, kürtçü’ diye etiketledi
.
Başta işkence olmak üzere herkese her türlü zulmü yapmaktan geri durmadı. Toplumun değerleri ile adeta savaştı.
Kimdi bu çevreler?
Bu çevreler, kendi varlıklarını devletin varlığı sayan, devleti milletten üstün gören, büyük çoğunluğu Halk Fırkası’na İttihat ve Terakki (İT)’den katılan ekipti.
Amaçları neydi?
Adına demokrasi dedikleri ancak içinde muhalefeti olmayan ‘Cumhuriyet’ adı altında kendi saltanatlarını kurmaktı.
Bu bir dönüştürme projesiydi ve kısmen de olsa başarılı oldular. En başarılı oldukları alan muhalifleri olabilecek kim varsa yıldırmak, susturma ve hatta yok etmekti.
Adına da ‘demokrasi’ dedilerse de uygulama tam bir ‘muhalefetsiz faşizm’ şeklinde cereyan etti.
Üstün körü bir bakış bile bunların ‘yasaklarını’ bir örümcek ağı gibi her alanda ilmek ilmek dokuduklarını görürüz.
İşi öylesine ileri götürmüşlerdi ki; mesela ürettiğiniz bir gıda maddesinin etiketine Kürtçe yazılmasını bile yasaklamışlar. Üstelik bu yasak hâlâda cari!
Kur’an eğitimi, başörtüsü gibi aşağılık yasaklar hâlâ sürse de, ‘ben dinime uygun helâl ürünler istiyorum’ talepleri, laiklik muammasına takılsa da Türkiye, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir değişim sürecinden geçiyor.
Prof Dr Kemal Karpat hoca; Türkiye’ye hâkim elit diktatöryanın elinde heba edilen ülkenin iyiye gittiğini ‘Türk demokrasinin dengesinin 2002’den sonra bulmaya başlayarak kalıcı mecrasına gireceğine inanıyorum’ cümleleriyle özetliyor.
Gıda etiketine Kürtçe yazma yasağına dönelim…
Ülkemizde de gıda ürünlerinin üretimi, depolanması, taşınması ve pazarlamasını düzenleyen Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği ve bu yönetmeliğe bağlı olarak çıkarılan birçok ‘tebliğ’ var. Bu tebliğlerden biri de gıda ürünlerinin etiketlenmesini düzenleyen Gıda Maddelerinin Genel Etiketleme ve Beslenme Yönünden Etiketleme Kuralları Tebliği.
Adı geçen tebliğ, dikkatlice incelendiği zaman tüketici açısından anlaşılır olmaktan öte birbiri ile çelişen hükümler içerdiği görülür.
Bu tebliğin “Etiketleme ve İşaretleme Kuralları” bağlıklı 5 maddesi etiketleme ile ilgili aşağıda ilkeleri getirdiği görülür.
a) Satışa sunulan her gıda maddesinin ambalajında etiket bulundurulması zorunludur.
b) Gıda maddesinin etiket bilgileri tam, doğru ve anlaşılabilir olarak ifade edilmelidir.
c) Etiketleme dili Türkçe olmalıdır. Türkçenin yanı sıra uluslararası kabul görmüş diğer resmi diller de kullanılabilir.”
‘a’ ve ‘b’ fıkralarındaki çelişki ve sorunları bir başka yazımıza bırakalım. Fakat ‘c fıkrası’ içinde bulunduğumuz sorunları üretenlerin yasağı, gıda etiketine kadar indirgediklerinin bir göstergesi.
Çözümü zorlaştırmak için ellerinden geleni yapmış oldukları yadsınamaz bir gerçek. Tuttuğunuz yeri elinizde kalan bu tebliğin özellikle bu maddesi değiştirilmeden ürünlerinizin etiketine örneğin Kürtçe yazamazsınız.
Bir ürünün ülkenin resmi dilince yazılma zorunluluğu doğal olduğu kadar elzemdir de. Hatta Tüketici mevzuatı etiket ve kullanım kılavuzu Türkçe olmayan ürünleri ‘ayıplı mal’ sayar. Bu da son derece isabetli bir düzenleme.
Fakat bir başka dilin yazılmasına sınırlama getirilmesi ise kabul edilemez. Mezkûr tebliğ diyor ki; gıda ürününe Kürtçe yazarsanız üretim izni vermem. Neden? Çünkü Kürtçe uluslararası kabul görmüş bir resmi dil değil.
“Uluslararası kabul görmüş” olmak ne demek?
Ne demek “kabul görmek?”
Benim dilimi kabul edip etmemek kimin haddine?
Kim, ne hakla?
“Resmi dil” sıfatını kim veriyor?
BM’ye üye 192 üye ülkenin dışında 50’den fazla bağımsız, bir o kadar özerk ülke ve bunların dışınca binlerce kavim ve onların dili… Bu 192 ülkenin resmi dilleri BM tarafından tanınmıyor diye diğerleri, dil olmaktan mı çıkacak?
Ne kadar komik değil mi?
İngilizce, Almanca ve Fransızca gibi popüler sömürü dillerini kullanımının hangi dayatmalarla ortaya çıktığı daha iyi anlaşılıyor olmalı.
Türkiye, benzeri ne kadar ilkel yasak varsa bir an evvel son verilmeli.
Geçtiğimiz ay Mazlumder Genel Merkezi ve Ankara Şubesi’ni ziyaret etmiştim. Mazlumder’in resmi adı olan İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği’nin ‘The Association Of Human Right And Solidarity For Oppressed People’ şeklindeki İngilizcesi ile birlikte “Komeleya Pıştgıri Jö Mafê Mırovan Û Mazlûman” şeklindeki Kürtçesini de kartvizitlerine yazdıklarını görünce tebrik ettim. Bunu bir insan hakları örgütünü yapması gerekirdi ve yapıldı.
Bu durumda benimde çözümde katkım olsun diye düşünen Türk, Kürt, Arap vs Türkiyeli üreticilerimize diyorum ki: “Ürünlerinizin etiketine Türkçenin yanı sıra Kürtçeyi de ekleyin. Bu ilkel sorunlar ve yasakların kalkması için bir tuğla da siz koyun!”
Bununla yetinmeyiniz ve Malumder Ankara Şubesi’nin başlattığı “Bir imza at yaş sınırı kalksın” kampanyasına katılıp imza atın!
Kardeşlik bunu gerektirir.