‘Helâl sertifika paradoksu’ başlıklı yazımıza gelen hakaret ve küfürleri saymazsak, bu makalenin çok ciddi bir yansıması oldu. Bu hakaret ve küfürleri yapanları ciddiye almasam da, merakıma yenilip, tek tek araştırdım. Birkaçı konunun önemini kavrayamamış ve okuduğunu anlamakta zorlanmış kimseler iken, ezici çoğunluğun adresi ise aynıydı. Onlar ise işin rantından nasipdar olmak isteyenler...
Bu alan mayınlı bir alan. Tıpkı dün CNN Türk’de yayınlanan 5N1K programında olduğu gibi, konuyu ehliyle konuşmadığınız ve meseleyi bir tartışma veya kavgaya dönüştürmek istediğinizde, ehliyetsiz kimselerin materyalist ve seküler yorumlarına maruz kalırsınız.
Helâl ve haram meselesi; ne laik devletin sorunu, ne de kendini Müslüman olarak telakki edip, İslam’ın hadlerini tanımayanların yani İslam’a düşman olanların meselesi.
Sorun, sadece İslam’ı yaşamak isteyen Müslümanların derdi.
Bu durumda laikçi çevrelerden gelen ve gelecek eleştirilerin hiçbir değeri yok. Bu tümüyle bir özgürlük ve hak meselesidir ki; özgürlük ve hakların genişletilmesini engelleyici yorum ve eleştirileri ciddiye alınmaz. Ancak varsa kaygıları giderilir.
‘Helâl Sertifikası’nın çıkışının gerekçelerini ilk yazıda ele almıştık. Şimdide bu mevzua yönelik, laikçi çevrelerden gelen eleştirileri değerlendirelim.
Diyorlar ki: ‘Helâl sertifika, rekabete aykırı.’
Buna sadece gülünür. ISO, TSE vb sertifikalar rekabete ne kadar aykırı ise, Müslümanların helâl sertifikası ve Musevilerin kaşer sertifikası da rekabete o kadar aykırı.
Diyorlar ki: ‘Helâl sertifikası, bir gıdanın güvenli olduğunu göstermez.’
Gerçek bir helâl sertifikası sistemi uygulanır ise ‘helâl’ tümüyle, dünyanın en güvenilir gıdasını üretmenin en pratik yoludur. Çünkü Kur’an-ı Kerim, bize sadece haram kılınanların yenilmesini yasaklamıyor. Aynı zamanda ‘tayyib’ yani ‘temiz’ olmayanların yenilmesini de yasaklıyor. Bu temizlik, manevi olduğu kadar, maddi temizliği de kapsıyor. Bırakınız tüketen insanı, üretimi sırasında başka canlılara zarar veren atıklarla çevreyi kirleten bir gıdaya, helâl sertifikası verenler, helâl düşünce ve helâl amacına ihanet etmiş olurlar. Bu eleştiri de mesnetsiz ve boş…
Diyorlar ki: ‘Tarım Bakanlığı’nın Türk Gıda Kodeksi varken, helâl sertifikası da nereden çıktı?’
Kitap ve sünnete göre yaşamak isteyen Müslümanlar, helâl ve temiz gıdalar ve de eşyaları tüketmek zorundalar. Haramları kesinlikle tüketemedikleri gibi, takva derecesine göre şüphelilerden de sakınmakla mükelleftirler Mü’minler. İdeolojik ve dünyevî bir yapı, Mü’minleri bu taleplerinden vazgeçiremez ve caydıramaz. İnsanların tümü, yiyip içtiklerinden, tükettiklerinden ve çevre ile diğer canlılara verdikleri zararlardan da hesaba çekilecekler. Tarım Bakanlığı’nın kodeksi ise alkole de, domuz etine de izin verdiği gibi, hayvanların Allah adına kesilip kesilmediğiyle de ilgilenmez. Ayrıca gıda kodeksi, İslam’ın ve hatta bilimin temiz ve sağlıklı görmediği katkı maddelerinin gıdalarda kullanımına izin verir. Bunun sayısız örneği mevcut. Bu nedenle, Türk Gıda Kodeksi veya diğer mevzuatlarına bakarak, Müslümanlar tüketim yapamazlar, yapmamalılar.
Diyorlar ki: ‘Laik Devlet’te helâl sertifikası olur mu? Bu laiklik ilkesine aykırıdır.’
Kısmen haklılar ama sorun şurada. Laik devlette, bal gibi helâl sertifikası da olur. Ama, laik devletin kendisi sertifika veremez. Ancak şunu yapabilir. Sertifika verecek kimsenin, hangi kurallara uyacağını belirler. -Buna, ‘garanti markası’ tescili/uygulaması da diyebilirsiniz.- Bunların gizlenmemesi ve denetime açık olması kuralını getirir ve denetler. Aykırı davrananlar hakkında da hukuki işlem yapar. Yani bu işin fırsatçılığa dönüştürülmesine izin vermez.
Kaldı ki, Uluslararası Gıda Kodeksi Komisyonu (The Codex Alimentarius) bile ‘Helâl Yönergesi’ yayınlamıştır. Her laik ülke, mevzuatlarında her türlü dinin benzer taleplerini karşılamakla mükelleftirler. Ayrıca bu mesele 1990’lı yıllarda Fransa’da engellendiği için, sorun AHİM’e taşınmış. AHİM, 2000 yılında Fransa’yı haksız bularak, bu talebin en temel insan haklarından biri olduğunu belirtmiştir.
Diyorlar ki: ‘Bu talep Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde normaldir ama yüzde 99’u Müslüman bir ülkede helâl sertifika mı olur?’
Ülkenizin hukuku, şer’i bir hukuk olsa ve orada şeriatın izin vermediği, yani helâl ve temiz olmayan ürünlerin üretilmesine izin verilmemiş olsaydı, bu iddia son derece isabetli olurdu. Oysaki Türkiye’de hukukun İslam’la hiçbir bağı yok. Ayrıca, İslam’dan korktuğu kadar, başka hiç bir şeyden korkmaz. Müslümanlar bu ülkede sayıca çoğunluk olsalar bile, haklarını elde etme konusunda, maalesef azınlık bile sayılmazlar.
Mesela bu ülkede alkolü her ürüne katabilirsiniz. Hukuken engel olmadığı gibi, tüm mevzuat buna izin verir. Üstelik kattığınız halde ‘etiketine kattığınız alkolü yazmanıza gerek yok’ diyerek, cevazda verir. Üstelik İslamcı bir iktidarın döneminde de buna izin verilir ve bürokratları bunu savunur. Bu, laikler için sevindirici olabilir, ancak bu Müslümanlar için helâl tüketimin önündeki en büyük engellerden biridir. Bir hayvanın Allah adı anılmaksızın kesilmesine veya şoklanıp öldürülmesine mevzuat izin verir ama Müslümanlar bu hayvanı tüketemezler. GDO’lu bir ürüne İslam hukukçuları haram derken, üstelik İslamcı bir iktidarın çıkardığı kanunla GDO’ların tüm gıdalara eklenmesi yasal hâle getirilmiştir. Demek ki, bir ürünün helâl olması için gerekli şartlar bu ülkede yok.
Diyorlar ki: ‘Müslüman olmayan mesela bir ateistin ürettiği ürünleri, Müslüman tüketiciler almayacak mı?’
Bir: Şayet hayvanı kesen kişi mesela ateistse yani Müslüman değilse, o keserken Allah adını ansa bile, o eti Müslümanlar yemez. Bu istisnai bir durumdur. İki: Hayvan kesimi dışında, helâl olan her türlü gıdayı üretiyorsa -mesele çikolata üretiyorsa ve o çikolata helâl ürünlerden müteşekkilse-, Müslümanlar, üreticinin inancına bakmaksızın o ürünü yerler. Ateist bir kimse de, -canlı hayvanlar hariç- et harici ürünlerine, İslam’ın hadlerine uygun üretmek koşuluyla, helâl sertifikası alabilir. Ali Rıza Demircan hocanın 5N1K’da zikrettiği çok mühim bir mesele vardı. “Besmele çekmeden kesilen hayvan, insan öldürmek gibidir. Besmele çekmek Allah’tan izin almaktır.” Bu önemli tespiti, dünyaya tapanlar anlayamazlar.
Diyorlar ki: ‘Devlet, yani TSE helâl sertifika veremez.’
Haklılar. Bu mesele bir kamu kurumunun başarabileceği bir iş değil. Olsa olsa, standart hazırlama konusunda deneyimlerini bu tür çalışmalara aktarabilir.
Diyorlar ki: ‘Helâl sertifika meselesi, ekonomik bir meseledir. Büyük ticari pastadan pay almaktır.’
Önceki yazımızda bizde buna değinmiştik. Ortada ‘2 trilyon dolar’ olduğu iddia edilen bir pasta var ve herkes olmasa bile bazıları bu pastanın peşinde.
Diyorlar ki: ‘Helâl sertifika Ak Parti iktidarında ortaya çıkmış bir işlemdir. Siyasi malzemedir.’
Keşke dedikleri doğru olsa da, iktidarı ayakta alkışlasaydık. Ama İKÖ, Diyanet ve de tüm seçkin âlimlerin ‘helâl değildir’ dediği ‘GDO işlemi’, bu iktidar döneminde, üstelik bu yıl yasallaştırıldı. Üstelik ürünlere alkol katılmasını ve domuz ürünlerinin menşe etiketsiz satılmasını, Başbakanın hassasiyetine rağmen, bu iktidarın bakanları ve bürokratları savunuyor.
Eleştiri sahipleri ise meseleye vakıf olmadıkları için, Ak Parti’ye olan siyasi kinleriyle konuşuyorlar. ‘İslam’ın hadlerine karşıyız’ diyemedikleri için, Ak Parti iktidarı üzerinden savunmaya geçiyorlar.
Helâl ve temizi aramak, her Müslüman için kişisel bir vecibedir. Satın aldığı ürünün etiketini bile okumayan bir Müslüman’ın, böyle bir derdinin olduğu elbette söylenemez. Ayrıca hiç kimse -çok az istisna hariç- Müslüman tüketicilerin helâl sertifika gibi bir talebinin olduğunu da söylemeye kalkmamalı. Aksi, sadece kendimizi kandırmak olur.
Müslümanların ‘helâl ve temiz’ tüketim sorunlarına çözüm üretir mi?
Helâl sertifika verenler doğru mu yapıyorlar?
Türkiye’de yoğun bir mücadele gerektiren ‘gıda güvenliği’ sorunu var. Bu sorunla, ne Tarım Bakanlığı, ne Sağlık Bakanlığı ne de başka bir makam mücadele etmemektedir. Bilakis, düzenleme ve uygulamalarıyla bu sorunu büyütmekteler.
Diyanet’in ise helâl ve temiz gıda konusunda bir gayreti olduğunu hiç görmedim. Galiba bilgisizlikten kaynaklanan ilgisizlik, ilgisizlikten kaynaklanan bilgisizlik yüzünden, onlarda ‘burası Müslüman bir ülke, o halde her şey helâldir’ diye düşünüyor olmalılar. Diyanet aksini düşünseydi, toplum zaten bu halde olmazdı.
Fıkıhçılarımızın çoğunluğunun durumunun da Diyanet’ten farklı olmadığını bizzat müşahede ediyoruz.
Nasıl ki sağlık konusunda, doktor ve eczacıların çoğunluğu, küresel düzeneğin parçası haline gelmişlerdir; gıda ve ziraat mühendislerimizin ezici çoğunluğu da, ne yazık ki tıpkı onlar gibiler.
Müslümanların neredeyse tamamına yakınının helâl algısı, âyetlerde geçen ‘tayyib/temiz’ emrini içermeyip, sadece hayvanların besmele ile kesilmesi olarak görülüyor.
Oysaki kesim sorunu, en kolay çözülebilir helâl sorunudur. Asıl sorun menşesi bilinmeyen;
Hayvansal katkı maddeleri,
Sentetik, kanserojen ve alerjen katkılar,
Domuz veya böceklerden elde edildiği halde gizlenen katkılar,
Alkol ve türevlerinin karışımı,
Tarım kimyasalları,
GDO’lu bitki ve hayvanlar,
Tabiatı dolayısıyla da yaşamı tehdit eden üretim koşulları ve atıkları…
Hâlen algılandığı gibi mesele sadece helâl kesime indirgediğinde, elbette helâl sertifika ölü doğum olur. Ayrıca helâl sertifika, Müslümanların azınlıkta olduğu bölgelerde samimi bir şekilde uygulandığı zamanlarda ciddi bir çözümdü. Kendimizi kandırmamıza gerek yok. Ülkemizde de çözüm olmaktan uzak duruyor. Çünkü mesele artık küreselleşti ve pazardan pay almaya endekslenmeye başlandı.
Bu işin tek bir çözümü olmayabilir. Müslümanların helâl ve temiz tüketimini dert edinmiş -düşünen- insanlar, çok daha uygulanabilir çözümler üretebilirler.
Ancak kanaatimizce bu sorunu iki şekilde çözebiliriz. Bir: Devlet etiket kanunu çıkarmalı.
a) Bu kanun, mamul ya da yarı mamul gıda dâhil her türlü ürünü oluşturan tüm malzemelerin tam ve eksiksiz yazılarak etiketlenmesini,
b) Bu ürünün üretiminde kullanılan tüm yöntemlerin tam ve eksiksiz yazılmasını,
c) Bu etiketlerin hiçbirinde yabancı hiçbir kelime olmaksızın -başka dilleri de içerebilir ancak- ülke resmi diliyle yazılmasını. -Mevcut kodekse göre, Kürtçe etiket yasaktır. Bu tür gayri insani yasaklarda kaldırılmalı-
Her iki çözüm içinde çok ağır müeyyideler konulur. Ürünler analiz edilir. İzlenir. Aksi durumlarda sonuçlar tüketici ile paylaşılır.
Gözüken odur ki; GDO’lu tavuklara sadece kesimi ve yolumu için helâl sertifikası vermek, sadece gerçeğin üstünü biraz daha örtmek/örmek olabilir. Biri de çıkar, alkollülere helâl sertifikası verir. Tıpkı alkolsüz maskesiyle satılan düşük alkollü biralara ve likörlü çikolatalara helâl sertifikası verdikleri gibi...
Bu yüzden ülkemizde helâl sertifikaya merak sarmış kimselerde -sistemlerini incelediğimiz dünya çapında ün yapmış- diğer ülkelerdeki sertifika kurumlarının düştüğü hataya düşerler.
Bu mesele daha çok tartışılacak. Tartışılmalıda. Kavga yapmadan, hakaret etmeden, anlayarak ve dinleyerek tartışmak bizi iyi bir noktaya taşır. Tartışmaz isek, gönüllüce hepimizi ‘mcdonaldlaştırılılarak’ ve ‘cocakolonileştirilerek’ sömürmeye devam ederler.