Dolar

35,2045

Euro

36,6832

Altın

2.955,83

Bist

9.626,56

İçeceklerdeki tehlikeli sır!

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-07-17 13:19:00

İçeceklerdeki tehlikeli sır!
Günümüzde gıda bir silah olarak kullanılıyor. Bu silahlar içinde içecekler; toplum sağlığını bozmakla kalmayıp, bitki, hayvan ve insanların genetik yapısını değiştirme yönünde de büyük bir risk oluşturuyor.  

Günümüz tüketicisi süt, ayran, bal şerbeti, bitki ve meyve suları, hoşaf gibi doğal içecekler yerine kola, renkli ve renksiz gazozlar ile toz içecekleri tercih ediyor!

Kuşkusuz dünyanın en ünlü içeceği fabrikası, 1886’da ABD’de kurulan CocaCola. Kola (CocaCola) ilk olarak eczanelerde satılmak üzere üretilen bir ilaçken içeriğinde değişikliğe gidilerek 1895’de gizemli bir içeceğe dönüştürüldü.

Tüketicilerin yiyip içtikleri gıda ürünlerinin tüm içeriklerini bilmeleri temel insan haklarından biri olduğu halde tüketiciler, CocaCola başta olmak üzere birçok ürünün içeriğinde ne olduğunu tam olarak bil(e)miyorlar.

Hâlen kolanın içeriğinde bulunan yedi gizli maddeden söz ediliyor. Hakkında ürkütücü bilgiler dolaşmasına rağmen; alkol, sigara ve diğer madde bağımlılarında olduğu üzere ezici çoğunluk bu içecekten bir türlü vazgeçemiyor. Neden acaba?

İçeriğinde bulunan maddeleri sadece iki kişinin bildiği ve bu bilgilerin bir banka kasasında saklandığı, bunun da ‘ticari bir sır’ olduğu gibi birçok bilginin dolaştığı bu üründen, dünyada saniye de 8 bin, yılda ise 252.288.000.000 (252 milyar 288 milyon) kutu -CocaCola- tüketiliyor. Yani dünyanın CocaCola tüketimi, kişi başına ortalama 36 kutu civarında seyrediyor. Pepsi ve diğer yerel markaların tüketimleri de hesaba katıldığında, yıllık kişi başı ortalama 200-250 kutuluk tüketim ortaya çıkıyor.

Diğer gazlı içecekleri dikkate almadan sadece kolalı içecekleri hesaba kattığımızda, yılda 600 milyar ton su kaynağının israf edildiğini görürüz. Buna kola benzeri diğer sağlıksız içecekleri de eklersek, ürkütücü boyutlarda su kaynağının -birkaç şirket tarafından- petrolden daha pahalıya pazarlandığını, dünya kaynaklarının ve insanların sömürüldüğü görebiliriz. Türkiye’nin -tarım sulaması hariç- yıllık 7 milyar ton su tükettiğini düşünürsek bir kola firmasının 600 milyar ton su tüketmesi insanlığın ortak kaynağının nasıl sömürüldüğünü gösterir.

Dünyanın birçok bölgesinde insanlar günlük içme suyuna bile erişemezken, verimli su kaynaklarının bu tür sağlıksız ürünler için heba edilmesi, üstelik firmaların 0,2 sent sevilerinde mâl ettiği bir ton suyu, 2 bin dolara satması bu sömürünün boyutlarını göstermek için yeterli olacaktır.

Öte yandan bugün dünyanın taşınabilir su kaynaklarının yüzde 25’inden fazlası tek başına ‘The Coca-Cola Company’ firmasının elinde bulunmaktadır. Hindli Aktivist Vandana Shiva’nın da ifade ettiği gibi, bu durum bile tek başına büyük bir insan hakları ihlalidir ve umuma ait olan yeryüzünün su kaynaklarının bir şirketin tekeli geçmesi, Türkiye Cumhuriyeti de dâhil devletlerin bu büyük firmaların su kaynaklarını keyfine göre kullanıp bir milyon kat kârla satması için bekçilik yaptığı ortaya koymaktadır. Bu tür firmaların suyu ne derece yasal yolla elde ettiği ayrı bir konu iken, bu firmaların faaliyet gösterdiği bölgelerde su sevilerinde çok büyük düşmeler yaşanmakta ve içme suyu temininde zorluklar ile maliyet artışları ortaya çıkmaktadır. Doğal olarak bu bedel, yerli halklara ödetilmektedir.

Peki, bu durumun suçlusu sadece devletler midir? Alkollü olması bir yana ne derece sağlıklı olduğunun tartışıldığı ürünleri suya tercih eden bizler, masum olabilir miyiz? Acaba başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmeye ne zaman başlayacağız?

Hâlbuki devletlere düşen, yer altı ve yer üstü kaynakların tekellerin eline geçmemesi ve doğru bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır. Bugün bunu yaptıkları söylenebilir mi?

Kola ülkemize 1964 yılında, Mason Dolaksızoğlu Süleyman Sami Gündoğdu (Demirel)’in has adamı, Kadir Has tarafından getirilir. Bunun hatırına olmasa da Plevne kahramanlarımızdan Abdülezel Paşa’nın adı İstanbul’un büyük caddelerinden birinden silinerek, bu illeti Anadolu halkına bulaştıran Kadir Has’in ismi verildi. Kadir Topbaş bu hatayı, “ecdada ve tarihe karşı kadirşinaslık böyle olur” dercesine yaptı.

Kapitalizm ve Amerikan emperyalizminin sembolü haline gelen birkaç üründen biri olan kola, ikinci dünya savaşından sonra ABD devletinin de katkılarıyla başta Avrupa olmak üzere tüm dünyayı sarar. 1990’ların başlarında sona eren soğuk savaş esnasında girişi yasak olan kola, eski Sovyetler Birliği toprakları, Doğu Avrupa ülkeleri ve bu bloğa bağlı diğer ülkeleri de istila ederek dünyada tam bir hâkimiyet kurar.

1905'e kadar kolanın içeriğinde kokainden elde edilen bir maddenin varlığı –resmen- kabul edilmekte iken, bugün içerikte bu maddelerin varlığı reddedilmektedir. Mesela, Red Bull isimli kola içeceğinin içeriğiyle ilgili araştırmalarda -Almanya ve Hong Kong’da yapılan incelemelerde- kokain bulunması üzerine geçen ay yasaklandığı gerçeği üzerinden gidilir ise, bu ürünlerin gerçek içerikleri maalesef ,başta Türkiye olmak üzere birçok ülkede etiketlere yazılmamaktadır.  Yine bir diğer araştırmada, Hindistan’da sağlıksız su kaynaklarından elde edilen kolalı içeceklerde kurşun ve kadmiyum gibi kalıntılar bulunduğu tespit edilmiştir.

Bugün ilaç üreticisi bile olsa herhangi bir firmanın ürettiği ürünün içeriğini gizlememesi gerekirken; kola firmalarının saklaması tuhaf değil midir?

İçeriği sağlıksız ve dinî açıdan tartışmalı olan, hatta birçok kimse tarafından ‘haram’ kabul edilen bu tür içeceklerin, iftar ve sahur sofralarını süslemesi ve insan sağlığını bozması bir yana; insan nesli ve gen yapısı konusunda nasıl bir tahribat ve değişiklik yaptığı gerçeği, üzerinde en çok durulması gereken boyuttur.

Bu tür hazır içeceklerin içecek ve yiyeceklerin içeriğinin gizlenmesinin yanı sıra kullanılan katkıların GDO’lu ürünler olması da üzerinde durulması gereken bir tehlike.

Çünkü tek başına bu durum bile ‘GDO’ları Ulusal Biyogüvenlik Yasası ile zapt-u rapt altına alacağız’ söyleminin ne kadar içi boş bir cümle olduğunu göstermek için yeterli. İçeriğinde ne olduğunu tam olarak bilmediği bir ürünün satışına izin veren bir devletlerin içerikteki, GDO’yu denetlemesinin imkânsızlığı da ortaya çıkmakta.  

Konumuz GDO değil gibi gözükse de artık, GDO’nun konu içine girmeyeceği bir dış politika hatta güvenlik konusu bile olamaz. Çünkü bugün GDO’lu ürünler, tüketime sunulan sanayi mamullerin neredeyse yüzde sekseninde en basit şekilde katkı maddesi kılıfı ile girmekte. Bu durum, uluslararası güçlere karşı bağımlılık yapması bir yana, kendi isteğimizle sağlıksızlaştırılma ve kısırlaştırılma operasyonuna tâbi olduğumuzu gösterir.

‘Yine ürktük’ diyenlere ‘bu içecekler yerine doğal içeceklere yöneliniz’ tavsiyesiyle birlikte “daha bu ne ki” demekten kendimi alamıyorum. Bütün bunlara komplo teorisi gözüyle bakanlara, yine F. William Engdahl’ın “Hayır hayır! Bu bir komplo teorisi değil insanlığa yapılan komplodur!” cümlesini hatırlatmak isterim. Doğrusu oynanan senaryonun dehşeti karşısında insanda mecal kalmıyor... Bir de buna toplumun ölüm uykusu eklenirse gerisini siz düşünün...

Sonuçta şunu söylemek mümkün; çocuğunuza süt içmesini öğütlemeden önce bunu sizin yapmanız gerektiğini unutmamak şartıyla; süt, ayran, hoşaf, şerbet gibi sağlıklı ve besleyici içecekler tercihine yöneliniz. Bunu yaparken bu ürünlerinde endüstriyel olanlarından kaçınınız. Bakmayın siz o köşeleri tutmuş borazanların ‘sokak sütü’ diye küçümsemelerine... İyice kaynatın ve için. Raftan asla süt almayın!

Günümüzde daha çok üretim, daha fazla raf ömrü, daha çok kazanç gibi sebeplerle hiçbir şey olması gerektiği şekilde üretilmiyor. Zaten dünyanın kirli bilgisi, kaynak alınarak hazırlanan mevzuat hazretleri de bunu öngörüyor.

Örnek verecek olursak; gerçek ayran, yoğurda su ilave edilerek yayık ya da benzeri yöntemlerle oluşturulur. Ancak endüstriyel yöntem, yoğurt sürecini atlayıp direkt sütü, katkı maddeleri ile ayrana dönüştürüyor. Gerçekte ayran olmayan bu ürünü, bizler ‘ayran’ diyerek içiyoruz.

Hakikat şu ki, içecek konusunda oldukça zengin bir mazimiz ve kültürümüz var. Eski günlerin sofralarını, yayık ayranının yanı sıra erik, kayısı, vişne, ahududu gibi meyvelerden yapılan farklı hoşaf türleri süslerdi. Sağlık deposu olmaları, doyumsuz tatları ve albenili renkleri sayesinde sofralarımıza hayat katarlardı. Katarlardı diyorum ama benim sofralarıma hâlâ hayat katıyorlar!

Seçkin bir misafiriniz gelse ya da siz bir yere misafir olsanız; sultanların içeceği bal, kızılcık, frambuaz, vişne, çilek, gül, karadut benzeri sayısız kaynaktan yapılan şerbetlerin mi yoksa kola türlerinin ikram edilmesini mi isterlerdi ya da isterdiniz? Aslında bu muhteşem doğal içecekler yerine, zararlı ve sağlıksız yapay katkı içecekleri sunmak misafirinize verdiğiniz değerin nişanesidir.

‘Kola ve benzeri gazlı içecekleri içmeyeceksek ne içelim’ diyenlere, yukarıda saydıklarımız yeterli gelmemişse kahve, çay, kuşburnu, adaçayı, ıhlamur –yapay tozları hariç- gibi sayısız bitki çayları söylemek ayıp olur.

Haber Ara