Tesis ettiğiniz hukukun arzuladığı adalet, herkes için olmalı.
Koyduğunuz hukuk ve projeleriniz adaletin tesisi için değilse, çözümleriniz
pansuman değeri bile taşımaz.
Bu ülke uzun süre ‘Kürt sorunu var mı yok mu?’yu tartıştı. Kimileri ‘Kürt sorunu yok, Güneydoğu sorunu var’ dediler. Kimileri ise buna itiraz etti ve aksini söyledi. Çeyrek asrı, isim koymak için harcadık.
Sorunla ilgili yine hemen herkes konuşuyor. Kimileri
meseleyi yüzyıllar ötesine götürüyor. Kimileri 1980’lere.
Şimdilerde gelinen nokta, adı konusunda ihtilaf edilse de sorunun varlığı konusunda şükür ki artık herkes hem fikir.
Sorunu tespit etmeden çözüm üretmek mümkün mü? Sorunun
varlığını kabul ediyorsak, adını koymadan bu çözüme yönelik adımlar atılabilir
mi?
Çözüm için ismin önemi yok, ama tedavi için teşhis şart.
“Güneydoğu-Kürt
Sorunu” olarak adlandırılabilecek sorunun, sadece bu bölgeye ve bu bölge
halkına yönelik olduğunu düşünmek yanıltıcı olur. Yeni Cumhuriyetin Anadolu’yu
mesken edinmiş farklı etnik, siyasi ve dini grupların hepsine dayattığı modelin
ürünü bir sorundur bu ve diğer birçok sorun.
Sorunun; temel haklar, kimlik, ekonomi, güvenlik, terör, eğitim, reformlar, dış etkenler ve dinî olmak üzere birçok boyutunun olduğu ortada.
Kimileri geçmişe gitmeye gerek yok dese de, geçmiş bilinmeden
sorunu kâmil mana da kavramak mümkün olabilir mi? Elbette olamaz. Osmanlı’nın
hiçbir döneminde bölgede bugünkü anlamda bir problem yaşanmamıştır fakat günümüzdeki
sorunları Cumhuriyetin ilk döneminden bu güne gelen uygulamaları ile ilişkilendirmek
güç olmasa gerek.
Sorunun bu boyuta gelmesinde; bazı güç çevrelerinin kastı olduğunu, bazı çevrelerinde meseleyi küçümseyerek yeni savaş alanlarının oluşumuna göz yummuş olduklarını görüyoruz.
Sorunun, insani bir temel
haklar sorunu boyutu ile etnisite
boyutunun varlığı inkâr edilemez. Problemin bölge dışında da devam ediyor
olması bunun bir göstergesi olabilir.
Türk kimliği inşa edebilmek için, diğer kimlikleri alt kimliklere dönüştürme çabasının ülkeyi getirdiği nokta ortada. Dönüştürücüler açısından ne yazık ki başarısız olan bu politikanın, kimlik açısından da pek çok olumsuzluğu barındırdığı görülmüştür. Ana dilinde müzik yapmak gibi en temel talepleri bile göz ardı edebilmek ve bu talebi gayri meşru görmek, sakat bir zihnin ürünü olarak görülmemesi bile tek başına sorun olarak yeter. Gayet açıktır ki, Kürt kimliğini çalmak istemişlerse de başaramamışlardır. Kürtleri Türk yapma düşüncesi, fiyasko ile neticelenmiştir.
Kimlik, kişinin kendisini ne olarak gördüğüne bağlıdır ve
kendini Kürt olarak tanımlayan bazı Kürtlerin “artık burada bize yer yok” düşüncesine itildikleri ayan beyan
ortada. Tüm dünyada herkes doğduğu ve doyduğu yeri kendi memleketi kabul eder.
Kimsenin ora ile bağını koparmaya hakkı olamaz. Bu insani sorun, bu koyutuyla
bir kimlik ve ırk sorununa sürüklenmiştir.
Sorunun büyük bir ekonomik boyu olmakla birlikte sadece ekonomik bir soruna indirgenemez. Anadolu’nun öyle kuş uçmaz kervan geçmez yöreleri vardır ki burada yaşayan insanların varlığı sadece seçimden seçime hatırlanır. Bir başka sorunsa batı kesimlerinin, doğunun elektrik bedeli ve vergi ödemediği, buna karşın bölgenin güvenliğinin sağlanması için ekonomik ve diğer açılardan büyük fedakârlık yapmak zorunda olduğunun düşündürülmesi…
Yöredeki eğitim
sorunu ile ilgili son yıllarda önemli adımlar atılmakla birlikte özellikle
kadın eğitimi sorunu için önemli çözüm paketlerine ihtiyaç bulunuyor. Eğitim
çağındaki çocukların, ekonomik birer araç olarak görülme sorununun, doğu ve batı
ayırımcılığına neden olmayacak şekilde çözüme kavuşturulması da şart.
Ergenekon davasındaki veriler göstermektedir ki: Terör örgütü ile kendini devlet yerine koyan bunun yanı sıra bir tarafta da devlette görev yapan çevrelerin, güvenlik zaafı oluşturup bundan kişisel çıkar besledikleri de ortada. Karanlık bir ortamda kimin kime vurduğu belli olmaz mantığı ile yürütülen iç terörün, ‘ETÖ’ davası ile büyük oranda ortadan kalktığını bölge halkı da artık biliyor. Hatta soruna neden olanların estirdikleri terörün amacı konusunda elde ettikleri kanaat, barışın tesisi adına çok önemli bir kazanç olarak elde durmakta. Bölgede yaşatılan planlı sorundan PKK’nın beslendiği gerçeğini, bölge halkının da görmesi ve PKK’ya olan bakışını değiştirmesi sürecin geleceği açısında hayati öneme sahip.
Meselenin en önemli iki ayağı, dış faktörler ve dindir. Şimdilerde
sorunla ilgili dış faktörlerde, çözümden yana tavır ortaya koymaktalar. Durup
dururken çözüme destek vermeleri Türkiye’nin iyiliğini düşündükleri için olamaz
herhalde. Türkiye’nin istikrarsızlığı kendileri için nasıl bir öneme sahip ise,
bugünde istikrarı aynı öneme sahip. Batı ve gelişmiş ülkeler açısından bir
enerji üssüne dönüşen Türkiye’nin istikrarsızlığı artık düşünülemeyeceği gibi
enerji pazarlayan ülkeler içinde düşünülemez. Sorunun çözümü için en uygun
zeminin oluştuğunu terör örgütü ve uzantıları da görmüş durumdalar. Bu sebepten
önlerine konulacak çözümde kendilerine pay çıkarmak için büyük çaba
gösterecekler.
Sorunla ilgili ana faktörlerden biri de kuşkusuz din faktörüdür ve Hilafetin ilgasıyla ortaya çıktığı açıktır. Diğer Müslüman toplulukları Osmanlıya bağlayan ne ise, hem Kürtleri hem de Türkleri bağlayan neden aynıdır. Bir Kürde hem “ne mutlu Türküm” dedirteceksiniz hem de farklı etnik kimliğe sahip kişileri bir tesbih gibi birbirlerine kenetleyen unsuru ortadan kaldırıp, sonrada ‘sorun çıkarma, otur oturduğun yerde’ diyeceksin... Toplumları birbirine bağlayan değerleri örseler yahut yok sayarsanız şekilde görüldüğü gibi duvara toslarsınız.
Şükür ki her iki milletin feraset sahipleri birbirlerinden
kız alıp vermeye, ortak olmaya, aynı sofrada yemeye, aynı tasa ve sevince ortak
olmaya devam etmiştir de plan tutmamıştır. Bu durum hem Türklerin hem de
Kürtlerin birbirileri ile sorunlarının olmadığını, dayatılan şeyin ise bu kardeşliği
yıkma çabası olduğunu artık cümle âlem bilmekte..
Malumdur ki, toplumları kaynaştırmada en önemli unsurların başında dinin gelmesi ve iki halkın ırk taassubunu yerle bir eden İslam kardeşliğine inanması çözüm için göz ardı edilmemesi gereken önemli bir faktör. Her iki tarafta bazı beyinsizler çıksa da bu kardeşliğin farkında olan akıllı insanlar, bu oyuna gelmezler ve şükürler olsun ki büyük oranda gelmemişlerdir. Bu durumda çözüm arayışlarında bölgedeki dini otoritelerin de dikkate alınması şart.
Çözüme yönelik adımlarda toprak reformu, ağalık sisteminin
zayıflatılması, doğal tarım ve hayvancılığında güçlendirilmesi, bölgeyi
muhtemel yeni sorunlardan da koruyacaktır.
Sonuç itibari ile çözümün sadece siyasi gibi sunulması ve
siyasi partilerin birbiri ile görüşmesinden ibaret gibi gösterilmesi de bir
yanılsamadır ve bizi başka bir yanlışa iter. Masamızda çok boyutlu bir sorun
var ve çözümün de tüm boyutları içermesi gerekir.
Ana ilke; insana sadece insan olduğu için yaratıcı tarafından bahşedilen temel haklarını kullandırmak olmalı. Bunun içinse adaleti tesis edici ne kadar adım varsa atmak gerekir. Bir kez daha zikretmekte yarar görüyorum ki: Kanun devletlerinde güçlüler, adalet devletlerinde haklılar kazanır. Tüm sorunların çözümü de, bu ülkeyi adalet devletine dönüştürmekten geçer.