Malum olduğu üzere lâiklik, bir Fransız icadıdır. Lâikliğin tarihi kökenleri bizi Fransız Devrimi'ne neden olan Fransız Kralı'yla Papa arasındaki savaşa götürür.
O dönemde azınlıkta olan Cumhuriyetçi Parti, din karşıtı bir söylem geliştirir. Lâikliğin doğmasına neden olan Fransa ve Hıristiyanlıkta bir dini hiyerarşi vardır. İslam dininde ise bu tür bir hiyerarşi söz konusu değildir. Bu yüzden her türlü sertliğe rağmen Fransız modeli lâiklik, Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde uygulanmamıştır.
Aslına bakılırsa lâiklik başka dillere tek kelime ile tercüme edilemeyen bir kavramdır. Tercüme edilemeyen ve her okuyanın farklı olarak algıladığı bir kavramın evrensel bir kavram olması düşünülemez. Bu yüzden Türkiye, lâiklikten ne anladığını anayasasına yazmak zorundadır.
Kimileri Türkiye'de lâikliği kendine özgü bir lâiklik olarak tanımlar. Lâiklik nasıl bir modeldir ki uygulandığı her yer ve zamanda farklı bir şekil almaktadır.
Şayet lâiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ise Türkiye Cumhuriyeti, kısa tarihinin hiçbir döneminde gerçek anlamıyla lâik bir ülke olmayı başaramamıştır.
Müslümanların zekâtını, sadakasını, derisini toplayan, haccını umresini organize eden bir devlet, nasıl olurda lâik olabilir? Bu nasıl bir lâikliktir ki bu işleri yaparken zarar görmüyor ancak aynı Müslümanlar helâl gıda talep edince tehlike altına giriyor?
?Ceddimiz bizi kutsal efendimizin buyruğunun, Allah sözü olduğuna inandırmış. Biz kutsallığını da, buyruğunu da adamın tepesine çaldık, sürdük ülkeden. 'Düzen, din, diyanet üstünde durur' diye bar bar bağırdı hocalarımızın tümü.
Biz nerdeyse Cumhuriyetimizi lâyık (lâik) diye yazacaktık Anayasamıza. Şimdi de hiç bilmediğimiz ekonomi, liberal, kapital devlet gibi sözlerle cebelleşmekteyiz. Ve az biraz daha çeneye tutarsan bizi, gecikmekteyiz ki, o Avrupalarda yetişmiş, müderris efendilerin laklaklarından yoksun kalalım. Üstelik Gazi Paşa hazretlerinin bakışlarına karşıt olalım.?
Erol Toy'un ?İmparator? adlı eserindeki bu ifadeler doğru ise, Paşa'nın daha devletin ilk günlerinde lâikliği öngördüğünü ve tüm adımlarını buna göre attığını gösteriyor.
Aslında bir Vehbi Koç hikâyesi gibi görünen bu romanın satır aralarından anlıyoruz ki; Türkiye Cumhuriyeti ilk günden ?lâik? bir ülke olarak düşünülmüş ancak şartlar olgun olmadığı için uygulama adım adım devreye alınmıştır.
1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'nin açılışını yapan Mustafa Kemal Paşa, ''Cumhuriyet Türkiye'sinde eski yaşam kuralları eski hukuk düzeni yerine yeni yaşam kuralları ve yeni bir hukuk düzeninin geçmesi bugün artık kaçınılmaz olup, bitti haline gelmiştir'' şeklindeki sözlerinden 1928'de ''Türkiye Devleti'nin dini İslâm'dır? ibaresini kaldıracağının sinyalleri verdiği söylenir.
Ancak sıklıkla iddia edildiği üzere lâiklik anayasaya 1928'de girmemiştir. 5 Şubat 1937 tarihli değişiklikle 2. madde ?Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır? şeklinde değiştirilmesi ile lâiklik anayasaya resmen de girmiştir.
İlk günlerin de bile bakışlarından tedirgin olunan Paşa'nın, değişikliğin yapıldığı 1937'de yönetimde ne kadar etkin olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Lâkin lâiklik, anayasada yerini fiilen 1937'de almış ise de gerçekte ilk günden itibaren var olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir.
Diğer taraftan Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ihdas eden ve 3 Mart 1340 (1924) tarih ve 429 sayılı Şer'iye ve Evkaf ve Erkânı Harbiye-i Umumiye Vekâleti'nin İlgasına Dair Kanun'dan açıkça anlıyoruz ki; bu kanun ve aynı gün çıkarılan hilafet makamını başbakana yükleyen kanun ('Hilafet İlgi edilmemiştir ve halen başbakanlar halife hükmündedir' görüşü yanlış değildir), lâik devlete gidişin önemli kilometre taşlarındandır.
Aslında 'Devrim Kanunları'nın hemen hepsi bu amaca matuf kanunlardır. Birinci meclisle ikinci meclis arasındaki farkta bu durumun izahı için yeterlidir.
Önceki gün bir baro başkanı televizyonda konuşuyor ve ?Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyetin temel değerleri konusunda şüphe duyulan kimseler anayasayı 550 oyla bile değiştiremezler. Anayasayı 550 milletvekili oybirliği ile değiştirse de Anayasa Mahkemesi iptal edebilir? mealinde şeyler söylüyor.
Mustafa Kemal Paşa'nın anayasasını darbeyle ortadan kaldıran mayıslar, Türkiye halkını kendilerini destekler göstermek için ?27 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk Milleti? ifadesini anayasalarının başına eklemişlerdi.
27 mayıs, Mustafa Kemal Paşa'ya yapılan bir darbeydi ve mayısların anayasasını meşru gören zihniyetten 550 milletvekilinin ortak bir kararla anayasayı değiştirmesini beklemek zaten mümkün olamaz.
Çünkü bu laikçi çevrelerin laikliği, batıda neşet nedenini görmezden gelip, dine geçit vermeme aracına dönüştürmesi, basit bir karşı duruş olarak görülemez.
Lâikliğin en katı uygulamasının Türkiye ve Tunus'ta olması da bir tesadüf olmamalıdır.
Sonuç itibariyle anayasayı değiştirecek olan iktidarın bunu tek başına yapabilme imkânı söz konusu değildir. Bu konuda diğer siyasi partilerle işbirliği yapacağı ortadadır.
Ezici çoğunluk tarafından istenen ve beklenen bu talebi, 'ilk dört maddeyi değiştirecekler' iddiasıyla sabote edenleri, samimi bulmak imkânsızdır.
Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesinin teklif dahi edilmesi mümkün olmadığına göre yapılan, korku pompalamak ve girişimleri akamete uğratmak ya da geciktirmektir.
İktidar partisinin anayasanın dört maddesini ortadan kaldıracağı vehmine kapılanların telaşını anlamakta bu açıdan çok zordur. İktidar partisinden kurtulmak en büyük hayaliniz olduğuna göre bırakınız ilk dört maddeyi değiştirmeye kalksınlar, sizde suçüstü yaparak onlardan kurtulun. İstediğiniz de tam bu değil mi? Bunu yapmayacağı bilindiği halde koparılan kuru gürültü sadece bir sinek vızıltısıdır.
Ama bütün bunlar göstermektedir ki, hiçbir konuda samimi değilsiniz. Mesleğiniz hukukçu da olsa (hukukçu değil avukatsınız) bu ülkenin demokratikleşmesine ve hukukun üstünlüğüne inanmıyorsunuz. Bu ülkenin 'demokratik ve hukuk devleti olmaması' ve canınız sıkıldığından darbe yaptırmak, muhtıra vermek ve verdirmek için lâikliği kalkan olarak kullanıyorsunuz.
Bu haldeki bir ülke de iyi ki lâiklik var. Aksi halde siz adama namaz bile kıldırmazdınız? Tıpkı 1940'larda uyguladığınız faşizan yönetim gibi.