Tunus ve Mısır’daki gelişmeler, bütün diktatörlerin uykusunu kaçırmaya yetmiş gözüküyor. Mısır’da yaşanan halk hareketinin başladığı sırada, Mısır Genelkurmay Başkanı’nın ABD’de olmasının tesadüf olmadığı anlaşıldı.
Eylemlerin olacağından, ABD’nin önceden haberi varmış. Bunun içinde hazırlık yapmışlar. Askerin davranışlarına yönelik taktikler vermişler. Şimdilik Mısır’da tek kazanan asker, tek kaybeden ise firavun Hüsnü...
Halk ve batılı güçlerin ise ne kadar kazançlı çıkacaklarını zaman gösterecek. Ancak her şeye rağmen, iki haftadır canhıraş direnen gençler ve muhalefetin tarih yazdığı ve başta Ortadoğu olmak üzere farklı toplumlara örnek olduğu tartışmasız bir gerçek.
Bu süreç, Müslümanların haber ağlarının zayıflığını ve –bu konuda gayret içinde olanlarında destekten ne kadar yoksun kaldığını– bir kez daha ortaya çıkardı. –El Cezire’nin bu süreçte oynadığı muhteşem rolü de tarih asla unutmayacak– Daha iletişim ağını bile kur(a)mamış Müslüman toplumların ‘adalet düzeni’ni hak etmek için daha fazla gayrete ve zamana ihtiyaç duydukları artık açık seçik ortada.
Hatırlayınız, ‘Bosna Savaşı’ çıkmadan, Balkanlarda bırakıp geldiğimiz bir Bosna, Kosova, Makedonya, Arnavutluk olduğunu bilmiyorduk.
Çoğumuz, Mısır hakkında ne kadar az şey bildiğini şimdilerde fark etti. Sudan’ın, batının oyunlarıyla daha 55 yıl önce (1956) Mısır’dan referandumla ayrıldığını çoğumuz bu vesileyle öğrendi. Şimdi ise aynı oyun, Sudan’ın ikiye hatta üçe bölünmesiyle, yarım asır sonra yeniden tekrarlanıyor. Ne yazık ki, devletleri küçülttükçe kontrol etmek ve yönetmek, sömürgeciler için daha kolay ve halklar bunu bir türlü fark edemiyor. Bu yüzdendir ki, Sudan’da milliyetçilik ve bağımsızlık zokasını bir kez daha yutturdular.
Yine hatırlayınız, Pakistan 1956’da Hindistan’dan koparılmış, daha sonra da 1971’de de Pakistan parçalanarak, Bangladeş ortaya çıkarılmıştı. Bu sayede Hindistan’ın ana unsuru olan Müslümanlar azınlığa düşürülmüş, Pakistan ve Bangladeş gibi iki fakir ülke ortaya çıkarılmıştı.
Bu iki ülke Hindistan’dan ayrılmamış olsaydı, Hindistan şimdi nüfusunun yüzde 55-60 kadarı Müslüman olacak ve –1858’de İngilizlerin eline geçene dek, Müslümanların yönetiminde olduğu gibi– bugün büyük bir İslam ülkesi olarak kalabilecekti. Üstelikte, Çin’den de daha büyük bir ülke olarak…
Geleceği gören İngilizler, Hindistan’dan ayrılırken (gerçekte hâlâ ayrılmamışlardır) Müslümanları aldatarak ülkeyi parçaladılar. Bunun vebalini ve acısını, Pakistan ve Bangladeş halkı hâlâ ödemeye devam ediyor.
Aynı oyun şimdi, Sudan’da oynanıyor. Sudan ve Güney Sudan ortaya çıkacak, ardından da Darfur diye yeni bir ülke. Sonra Güney, kendi içinde yeni bir iç savaşla karşı karşıya bırakılarak, zengin petrol kaynakları sömürülecek.
Bugün Rothschild ailesine ait olan Rio Tinto, Le Niktel ve De Beers gibi maden şirketleri, dünya madenlerinin yüzde 12,5’una -tek başına- sahipler. Yani 7 milyar insanın hakkı olan yer altı zenginlikleri, yerli işbirlikçileri aracılığı ve Ruanda’da yaşanan iç savaş gibi nedenlerle, kolaylıkla bir ailenin eline geçebiliyor.
Bilindiği üzere, Hutu ile Tutsi kabileleri arasındaki iç savaş nedeniyle 1994’de, 1 milyondan fazla kişi hayatını kaybetmişti. 9 Milyonluk bir ülkede, çok kısa bir sürede 1 milyondan fazla insan katledilmişti. Ruanda sokaklarının kan nehirlerine dönüştüğü bu iç savaşta, insanlar birbirini baltalarla neden doğranmıştı?
Her türlü insanî değerden yoksun bu katliam, ne uğruna yapılmış ve taraflar bundan ne elde ettiler? Evet, kocaman bir hiç…
Tarifsiz bir acı ve kaybedilen yer altı zenginlikleri…
Sonuç itibariyle, aldatılan masum insanlar hayatını kaybetmiş, tarafların asla unutmayacakları bir travma yaşanmış, fakat yine kaybeden bu iki kabile olmuştu. Bu kirli savaşın tek bir kazananı vardı. Oda, bu ülkenin tüm maden kaynaklarını elinde tutan Rothschildlerin De Beers şirketiydi.
Bu vahşi savaş, sadece Ruanda’daki elmas yataklarının elden çıkma riskini ortadan kaldırmak için tezgâhlanmıştı!
Başta İsrail olmak üzere batının, zengin petrol kaynakları nedeniyle Sudan’da da ortaya çıkardıkları fiili durum, -bu şiddette olmasa bile- benzer iç savaşlara neden olma potansiyeline sahip.
Mısır’da ise muhalif grupların, Cumhurbaşkanı Yardımcılığı’na atanan istihbaratçı Ömer Süleyman’ın başkanlığında masaya oturmaları ve ardından Mısır tv’sinin “uzlaşma sağlandı” şeklindeki yalan haberi, tehlikeli bir plandı.
Bugün Mısır için korkmamız gereken büyük sorun, muhalefet içinde ayrılığa neden olabilecek bir fitne yaratılması… Mübarek’in düşmanı artık sadece muhalefet değil, Ömer Süleyman’da en büyük muhalifi. Muhalefet ise sadece Mübarek’le mücadele etmeyecek, aynı zamanda -İsrail ve batının dostu- Ömer Süleyman’la da mücadele etmek zorunda.
Zor olmakla beraber, ilki tutmayan fitne sürdürülür ve başarıya erişirse, fiili bir durum oluşturularak, Mübarek istifa ettirilip, Ömer Süleyman cumhurbaşkanı ilan edilebilir. Batı böyle istiyor ise, asker de bunu destekleyebilir.
Muhalifler arasında oluşturulabilecek beklenmedik bir ihtilaf, askerin müdahalesini getirebilir. Ardından uygulanacak sıkıyönetim, firavun rejiminin biraz liberal versiyonunu doğurabilir. Bu risk hâlen var ve kimilerinin sandığı gibi, batının birden bire İhvan-ı Müslimin’e Mısır’ı teslim etmesi yakın bir ihtimal gibi durmuyor.
Türkiye modelinin Mısır’da uygulanması mümkün, ama batı, İhvan’a güvenebilir mi bunu zaman gösterecek.
Sevindirici yan ise, rejimin kurguladığı senaryonun, tüm muhalefet tarafından ilk günden fark edilip, oyunun bozulmuş olması.
Rejim; süreci uzatarak, toplumda yorgunluk ve bıkkınlık meydana gelmesini sağlamak isteyecektir.
Duamız, Mısırlıların basiretleri hep açık olması yönünde.
Bu kutlu direnişin zaferle neticelenmesi dileğiyle…
Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler!
www.twitter.com/ozerkemal
NOT: Kıymetli yorumcu arkadaşlar, Türkiye modelini savunduğumu nereden çıkardınız. İhtimallerin sıralandığı bir yazıdan bu kanaate ulaşmanıza üzüldüm. Sevgiler!