Dolar

35,2041

Euro

36,7170

Altın

2.955,53

Bist

9.626,56

‘Okumadan alim olunan ülke’

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-04-25 01:26:00

‘Okumadan alim olunan ülke’

2004 yılı verilerine göre devletin elinde 152.631 adet binek otomobil varmış. Son verilere göre ise 87.573 otomobil. Vay be, devlet araçlarının yarısını elden çıkarmış diye sevinebilirsiniz. Gerçeği bilmediğiniz zaman bu böyle. Önce bu ne demek, ona bakalım.

 

Devletin her bir binek otomobili, günde ortalama 50 liralık yakıt kullansa, toplamda yılda 1,6 TL petrole ödeme yapar. Bunun yanı sıra işçi ve araç bakım giderleri ile 87.573 aracın devlete maliyeti ise yıllık yaklaşık 6,5 milyar TL yani 4,5 milyar dolar…

 

Bu rakam size çok geldi ise, derim ki buna dünden razı olun. Neden mi? Çünkü yaklaşık son 10 yıldır araç konusunda devlet gözümüzü boyuyor. Nasıl mı? Kamu görevlileri dikkat çekmemesi için siyah plakalı araçlara binmiyorlar.

Devletin aracı nasıl sivil plakalı olur? Olur... Çünkü bu araçları müteahhitler alıp, kamunun kullanımına veriyor. Kimse bu araçları babasının hayrına vermediğine göre, araçların bedelleri dolaylı yollarla kamudan ödeniyor. Siyah plakayla her yere gidemeyen bürokratlarımız, beyaz plakayla devletin kesesinden ülkenin her yerine gidebiliyor. Köyüne de, marketine de, pikniğine de devletin arabası… Çocuğunun okul servisine de, hanımefendilerin altın gününe de devletin aracı…. Bir dostumun dediğine göre, azaldı zannettiğimiz araçların miktarı en az 2-3 kat artmış. Bu rakam doğrusu ise –ki bazı testlerimize göre doğru– 4,5 milyar doları 10-15 milyar dolara çıkarınız.

 

Bu paranın israf edilen kısmı, bu ülkenin diğer acil ihtiyaçlarına kullanılsa neler neler çözülmez ki? Öyle değil mi? İsraf, debdebe… Eskilerin tabiriyle tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı... Bizden söylemesi. Allah’a hesabını veremeyeceği işleri yapanlar düşünsün. Ama pek düşünecek gibi gözükmüyorlar. Partisi, ideolojisi fark etmez. Hırsızın, müsrifin ideolojisi olur mu? Âhiret inancı sağlam olsa, insan bu israfı yapar mı? Herkes neden devlet kapısında bir iş diye çırpınıyor acaba? Belli olmuyor mu?

 

* * *

 

Şimdide başlıkta zikrettiğimiz okumadan alim olunan ülkenin bir başka haline…

 

Bir Japon, yılda 25 kitap adet kitap okuyor. Türkiye’de ise her 6 kişiden biri yılda bir kitap. Japonya da yılda 4 milyar 200 milyon adet kitap basılıyor. Türkiye’de sadece 23 milyon kitap.

 

9 milyonluk Azerbaycan’da bir kitap ortalama 50 bin adet basarken, Türkiye’de çok çok 2 - 3 bin basan kitaplar için ‘iyi baskı yaptı’ tabiri kullanılıyor.

 

Türkiye’nin yüzünü kızartan mukayeseler uzayıp gidiyor. Son bir veri daha verelim. 72 milyonluk ülkenin günlük gazete tirajı 5 milyondan çok değil. Fakat bir Türkiyeli, günde ortalama 5 saat televizyon izleyerek dünya birincisi olmayı başarmış durumda.

 

* * *

 

Bizde bahar olsa da Nisan ayı, New York için kış ayıdır. Gece 23 sularında ünlü New York caddelerinden biraz içteki sokak ve kilise önlerine doğru ilerlediğiniz de, sizi iki ilginç manzaranın beklediğini görürsünüz. Bunlardan biri, binlerce insanın sokakları ev edinmesi diğeri ise eksi bilmem kaç derecesinde bu evsiz barksız insanların tulumların içinde kitaplarına iliştirdikleri, kitap okuma lambalarının yardımı ile okuma yapmaları.

 

Değil kışın sokakta, ne sıcacık evinde, ne parkta, ne otobüste, ne vapurda, ne trende kitap, dergi gazete okuyan biri nadir görülür bu ülkede.

 

Peki neden acaba?
Neden okumuyoruz?
Kitap, gazete ve dergiler pahalı da ondan mı?

 

Elbette ucuz oldukları söylenemez, fakat gerçek neden bu değil…

 

İnternet abone sayısı on milyona yaklaşmış durumda. Neredeyse her evde bilgisayar ve İnternet var artık. Her evde üç-dört kişi İnternet kullanıyorsa –ki öyle– 30-40 milyon kişi eder. Ücretsiz haber sitelerinin okur toplamı da, gazete ve dergilerin tirajlarından daha iyi değil…

 

Buna rağmen, bizde herkes her şeyi bildiğine inanıyor. Eskiden her sohbette hükümet kurar hükümet yıkardık. Artık siyasetle yetinmiyor, sağlığı da, hukuku da, felsefeyi de, diplomasiyi de, dini de çok iyi bildiğimizi sanıyoruz. Yeter ki konu açılsın…

 

Birde yarım asırdır sözlüklerde kelime, kitaplarda fıkra bırakmamış, galiz küfürler ve toplumu aşağılama konusunda rekordan rekora koşan, demirbaş yazarların bilmediği konu, çözüm(!) üretmedikleri mesele kalmamış… Ama cep telefonu ayıplı çıksa nereye müracaat edeceğini bilemeyecek kadar da elgama tipler bunlar.

 

Tüm bu gerçekler karşısında önümüzde sadece iki sonuç kalıyor. Ya İslam’ın emri yanlış ya bizim halimiz. Yahut da bizler tedaviye muhtaç hastalarız.

 

Ne dersiniz okumamak tedavi edilmesi gereken bir hastalık mı değil mi?

 

Şayet Milliyet yazarı Doğan Heper’in geçenlerdeki ki bir yazısındaki “Türkiye ikiye ayrıldı.  Eskisi gibi zannetmeyin... Yani, sağcı-solcu, gerici-ilerici, Kürt-Türk, diktacı-demokrat vs gibi değil. Şimdi artık, “AKP ve karşısındakiler” var. AKP hem gericiliği, hem sivil diktayı, yani demokrasi karşıtı olmayı, “karanlığı” temsil ediyor. Karşısındaki çoğunluk ise “aydınlığı. Evet, çatışma, güç mücadelesi şimdi bu karanlık ile aydınlık arasında” cümlelerini okuduktan sonra iyi ki okumuyoruz diye düşünebilirsiniz. Fakat bu tipler, kitabı tersinden okuyanlar… Bunlar, kim ve nefretleri akıllarının önüne geçmiş sağduyu yoksunu kimseler.

 

Milliyet yazarının yazısında kastettiği “aydınlık” elbette gerçek olamaz. Olsa olsa çok sevdikleri Doğu Perinç’in ‘Aydınlık Dergisi’dir.

 

Bolivya lideri Evo Morales alternatif iklim zirvesinde “Hormonlu tavuk yiyen erkekler, erkekliğin anomalilerini (gey) yaşamaya başlar. Çünkü yetiştiriciler tavuğa kadın hormonu enjekte ediyor” diye tüketicileri uyarıyor. İyiyi de kötüyü de sadece eleştiren bu tiplerden yani tersten okuyanlardan biri olan Vatan yazarı Selahattin Duman ise Evo Morales’in bu uyarıları ile kendince güya alay ediyor. Fakat komik duruma düştüğünün farkında bile değil.

 

‘Bunları okuyup da hasta olmaktansa, okumayıp cehalet tedavisi olmak lazım’ dememek lazım... Teşhis ve tedavileri farklı olsa da, kitabı tersinden okuyanların olduğu gibi hiç okumayanlarında tedaviye ihtiyaçları var.

 

* * *

 

Hangi kitabın ilk emri ‘oku’ idi? Muharref İncil’in muharref Tevrat’ın mı? Yoksa Kur’an-ı Kerim’in mi?

 

Kur’an-ı Kerim’in ilk emri ‘oku’mak ise içinde bulunduğumuz hâl ile bu emir arasındaki tenakusun bir izahı olması gerekir?

 

Bu vesileyle mümkün oldukça yazılarımda sık sık kitaplara yer vermeye gayret edeceğim. Belki okunmasına vesile oluruz.

 

* * *

 

İlk olarak kolay okunabilecek bir kitapla başlayalım. Henüz mürekkebi kurumamış taze bir eser olan ve dünyanın en güzel erkeğine sevdalanmış bir kadının hikâyesini anlatan ‘Züleyha’.

 

Zeki Bulduk, Züleyha’nın acısını, Yusuf’a olan sevdasını, Yusuf’un uğradığı haksızlık karşısındaki direncini anlatıyor ‘Züleyha’da. Hem insanî, hem de ilahî aşk’ın insanı nerelere götürebileceğini …

 

‘Züleyha’yı, Kur’an Kerim’deki Yusuf Suresi’nin tefsiri olarak da “okuyabilirsiniz”; haset, kıskançlık, boyun eğme, ihtiras, umut, sevgi, vefa, inanç, teslimiyet gibi hakiki duygular rehberliğinde yol alan bir tasavvuf destanı olan bu eser, Hayy Kitap’tan çıktı.

 

* * *

 

İkinci olarak ise biraz akademik olsa bile çok önemli bir çalışma. Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin kodlarını sorgulayan ve ayrıntılarıyla anlatan Prof Dr Teoman Duralı hocanın “Çağdaş Küresel Medeniyet” adlı eseri… Yeni bir medeniyet biçimini ortaya çıkarmanın, zihnî ile maddi zeminini de inşa etmeye çalışan bu eser de Dergâh Yayınları’ndan.

 

Haber Ara