Tunus, Mısır, Libya, Bahreyn, Yemen, Cezayir, Fas derken isyan haberi şimdi de Fildişi Sahili’nden geldi. Yükselen bu isyan ateşi, bundan sonra kimi yakar kimse kestiremez.
Bu ateşin sadece Ürdün, Suriye, Sudan gibi ülkeleri saracağını sananlar yanılıyorlar. En büyük korku Çin ve ABD’de…
Bu ateşin yakmayacağı lider veya ülke, iki elin parmağını geçmez. Ama en önemli istisnalardan birinin Türkiye olduğu kesin.
Mesela Çin çok tedirgin. ABD’de de geçtiğimiz yıllarda iki eyalet bağımsızlık girişiminde bulunmuştu. Örgütlenmeyi başarırlarsa her iki ülke içinde halklar, şimdilik bundan âlâ zaman bulamazlar. O günleri görmek her kula nasip ola!
Haçlı seferleri ile sömürü kültürünü iyiden iyiye özümseyen batılılar, ilk olarak Afrika’dan milyonlarca siyahî adamı kendi ülkelerine taşıyıp; bedenlerini, emeklerini, yüreklerini ve kanlarını sömürdüler.
19. yy’ın başında ise güya köleliği kaldırıp, “özgür” bıraktılar. Aradan iki yüz yıl geçmesine rağmen Afrika halkları, hâlâ özgürlüğün nemenem bir şey olduğunu anlayabilmiş değil…
1884-1885 arasında düzenlenen Berlin Konferansı’nda Afrika topraklarını bölüşen batılılar, hep birlikte Afrika’yı işgale başladılar. Afrikalıların eline İncil verip, elerinde ne varsa alıp, ülkelerine taşıdılar/taşıyorlar.
Görünürde birbirinin düşmanı olan bu ülkeler, kendilerini yöneten “derin güç”ün katkısı ile başta Afrika olmak üzere, dünyayı kolayca bölüşmüşlerdi.
Bu toprakların bir bölümü Osmanlı’nın elindedir ve Osmanlı zayıftır. Topluca saldırmamaları durumunda parçalamak kolay olmayacaktır.
1900-1920 arası, başta Afrika olmak üzere ülkeler bir bir işgal edilir. Yıkılıp yakılır. Zaten sömürmekte oldukları insanının yanı sıra, yer altı ve yer üstü kaynakları da tarumar edilir.
1950-1960’lara gelindiğinde adeta bir yerden düğmeye basılmışçasına hepsi bir bir buraları terk eder ve ülkeler “bağımsızlığını” kazanır. Çekilirken yerlerine işbirlikçileri bırakılır. Kontrolleri dışında istemedikleri biri geçmişse, bir yolu bulunur(p) devrilmesi sağlanır. Büyük olan Hindistan (Hindistan/Pakistan/Bangladeş) ve Mısır (Mısır/Sudan şeklinde) ülkelere bölünür.
Sonra yaşanan iç savaşlar, kelimenin tam anlamıyla bir tür “nüfus kontrolü”. Hızla artan Afrika nüfusunun azaltılması lazımdır. Batı bunu ya kendi eliyle yapacaktır, ya da birbirlerine boğazlatarak. İkinci yol hem güvenli, hem de garantili…
Bu süreç güya sözüm ona bağımsızlık dönemi... Ancak her birinin başında, sömürge valilerine rahmet okutan birbirinden daha zalim ve katil batının uşağı yöneticiler… Bu formata uymayan ülkelere yönelik sık sık tehdit, şantaj, darbe, etnik veya dinî iç savaş… Ne ararsan var!
Birinci paylaşım döneminin nesli neredeyse tümüyle bitmiş durumda. İkinci dönemin nesli ise yaşlanmış. Şimdi ise özgürlüğüne ve hazzına düşkün yeni nesil...
Bu nesli kontrol etmek kolay değil. Batılı ve özellikle tehlikeli “gizli güç odakları” için en “büyük tehdit” halk ayaklanmaları. Zaten nüfusları istememelerinin diğer ana nedenlerinden biri de, istenmeyen halk hareketleri. Önünde duramayacakları, ne istediğini bilen kontrolü güç halklar…
İşte bu dönem, “İnternet hatası” yüzünden gelip çattı. Her ne kadar maniple edilmeye açık, hazzına düşkün bir nesil olsa da; okuyan, dünyada olup bitenlere kulak kabartan ve kolay örgütlenebilen gözü kara bir nesil. Futbol sahaları bu nesil hakkında yeterli ipucu taşımakta...
2011-2020 aralığı -belki daha da kısa bir zaman dilimi- batının yumuşak geçiş yapacağı bir dönem olacağa benzer. Özellikle Tunus ve Mısır’da planlı veya plansız gelişmeler, batıyı yeni okumalara itecek ve yeni planlar hazırlatacak...
Bir yandan bu gelişmelere sevinmek, diğer yandan da tedbiri elden bırakmamak gerek. Bu ateş, Suudi Arabistan rejimini yutacağı gibi, kimi insanlar ateş püskürse de İran’ı da yiyecek. Hatta İsrail’i, Çin’i ve ABD’yi ve diğer batılı ülkeleri de vuracak.
Ortada bir plan varsa, bu planın sahibi elbette ABD diye düşünmemek lazım. ABD’nin aralarında bulunduğu ülkeleri yöneten derin çeteyi, hiçbir olayda senaryo dışı tutmamak gerek. Onların planları tutar veya tutmaz bu ayrı bir mesele. Plan üstünde planın olmasına inanarak bu işler çözülmüyor. O plan, sadece insanlar hak ettiğinde devreye girer.
Bu iş burada bitmeyecek elbette. 2030’lar dünya için adeta bir kurtuluş, üzerindeki kene ve vampirlerden arınma döneminin başları olabilir.
Halk hareketlerinden korkanlar, bugün Ortadoğu üzerinden dünyayı yeniden dizayn edebilirler. Daha çok petrol, daha az insan, daha çok ilaç fakat daha az tedavi, daha çok silah lakin daha az yaşam gibi planları da olabilir. Ama bununda bir sonu var!
Bu derin planları yapan yaşlı kurtların bir kısmı öldü. Bir kısmı ise yardımsız ihtiyaçlarını göremez durumdalar. Yeni yetmelerinin ne kadar başarılı olacağını zaman gösterecek. Artık her geçen gün, zaman onların aleyhine, insanlığın lehine işleyecek...
2030’ların küresel imparatorluğun kesin olarak el değiştireceği yıllar olması mukadder. Ama bu değişimin, bir zalimden bir başka zalime şeklinde olmaması için, herkese çok büyük bir görev düşüyor.
Hepimiz helal kazanma, helal harcama ve helal tüketmeyi artık daha çok gündemleştirmeli, daha çok okumayı daha az tüketmeyi öğrenmeli, dünyada olup bitenlere daha derinlemesine bakmaya yönelmeliyiz.
Bu süreç, Türkiye’de dış politika konusunda ne kadar az uzmanımızın olduğunu da açık seçik gösterdi. Batı söz konusu olunca, batılıların köpeklerinin mamalarına kadar her ayrıntıya vakıf olanlar, Ortadoğu söz konusu olunca sanki buhar olup uçtular…
ABD’de on binlerle ifade edilen think tank/düşence kuruluşu sayısı, Türkiye’de ise 30 adeti bile bulmuyor. Türkiye’dekilerin toplam bütçesi ve insan kaynağı, ABD’dekilerin birinin toplamı kadar bile olduğunu sanmıyorum. Şu kadar üniversiteniz olacak ve bu kadar isimlerinin başında prof vs kalabalık titrleri olan akademisyeniniz olacak ama Libya konusunda konuşacak kimse bulamayacaksınız. Ayrıca bu kadar televizyonunuz olacak ama Ortadoğu hakkında program yapabilecek bilgi ve ekibiniz olmayacak… İşte 100 yılımızın özeti…
Anlı şanlı cemaat ve vakıflarımızın kaçı, bu meselelerin farkında ve gençleri bu alana yönlendirebiliyor? Yönlendirenleri ise bu gençlere, sadakadan öteye geçebilecek imkânlar sunabilirler mi? Pek sanmamakla birlikte, gelişmelerin uyanmalarına vesile olmasını diliyorum. Genlerine işleyen “alma ve binalara para harcama hastalığı”ndan kurtulup, “verme ve insana yatırım” yapma hastalığına yakalanmaları dileğiyle.
Daha nice zalimlerin ‘hâk ile yeksan’ olduğunu görmek arzusuyla.
www.twitter.com/ozerkemal