Drama dalındaki ödülü, Playwright Lynn Nottage Kongo'daki bir genelevde yaşanan tecavüz olayları ile ilgili çalışmasına,
Slavery adına kurgusal olmayan düzyazı ödülü, Sivil Savaş'tan 2. Dünya Savaşı'na Siyahî Amerikalılar ile ilgili çalışması nedeniyle Douglas Blackmon'a
Uluslararası habercilik ödülü, ABD'nin Afganistan ve Pakistan'la ilgili yazıları nedeniyle New York Times'e,
Radyo ve televizyon ödülü, Amerikalı bazı emekli üst düzey subayların Pentagon tarafından Irak savaşına destek sağlamak üzere nasıl kullanıldığına değinen yazıları nedeniyle David Barstow'na,
ABD Başkanı (bir siyah olan) Barack Obama'nın seçim kampanyasını izleyen Damon Winter'ın çektiği fotoğrafa sanat eleştirisi dalında ödül, şeklinde uzayıp giden ödül listesi.
Bu ödüller, dün dağıtılan ?dünyanın en prestijli? gazetecilik ödülleri olan ?Pulitzer?dan bir kesit.
Pulitzer Ödülleri Komite Başkanı Sid Gissler, ?Eğer gazeteler olmasaydı bugünün ne anlamı olurdu?' diyor.
Bu cümlenin doğrusu şöyle olmalıydı: Gazeteler ve gazeteciler olmasaydı Pulitzer Ödülleri'nin bir anlamı olamazdı. Ancak ya siyahî derilinin sömürülmesi ve bu zulmün resmedilmesi olmasaydı, biz ne bu ödülleri verecek kimse bulurduk ne de bu ödüller bu kadar anlamlı olurdu.
'Siyahîler olmasaydı da resmedecek bir sömürge oluştururlardı', diyorsanız haksız değilsiniz. Zaten bu ödüllere bakarsak siyah ana temasından sonra Afganistan, Pakistan, Irak gibi alternatif alanları görüyoruz.
Ödül alan resim karelerine baktığımda, beyaz adamın siyaha çektirdiği vahşi senaryonun hâlâ aynı şekilde devam ettiğini görmek içimi acıtmakla kalmıyor, mensubu olduğum dünyanın körlüğü, sağırlığı, aczi ve çaresizliğine bakıp kahroluyorum.
Ödül resimleri beni 1998'e götürdü. Bir grupla ABD'deyiz. New York'ta dondurucu bir soğuk var. Rehberimiz, şehrin ünlü mekânlarını ve lüks bölgelerini gezdiriyor.
Benim ilk gidişim olduğu için gruptaki tecrübeli bir arkadaşımdan beni gezdirmesini rica ediyorum. Rehbere, gruptan ayrılarak gezmek istediğimizi bildirince Harlem bölgesinin çok tehlikeli olduğunu, siyahların bölgesine kesinlikle gitmememizi, Yahudi tüccarların dürüst olduğunu, ünlü markaların mağazaları bile olsa Yahudi değilse girmememizi öğütlüyor.
Bu kirli bilgiler ve faşizan ifadeler benim için hiçbir değer ifade etmediği gibi bu söylem beni kamçıladı ve kendime iki ilke belirledim.
Bir: New York'ta Yahudi'den alışveriş yapma.
İki: Mutlaka Harlem'in birçok sokağına gir ve gözlemle.
Bir ikindi vaktiydi. Harlem'e doğru ilerlemeye başladık. Harlem içlerine doğru ilerledikçe derinden bir ezan sesi duyuldu. Beni saran merakımı arkadaşım giderdi. ?Burası Malcolm X Camii? (Malik El Şahbaz) Siyah ve beyaz renkli insanlarla birlikte ikindi namazı.
Bu namaz hayatımda en çok heyecan duyduğum namazlardan biri. O küçük cami sanki büyümüş ve mahşeri bir alana dönüşmüştü.
Amerikan filmlerinde horlanıp, cehennemi bir alan olarak gösterilen bölge, evim kadar güvenli gelmişti bana. Harlem'i horlamak siyah derili insanları horlamaktı.
Bu horlama bizim rehberi (ve rehberleri) belki de tüm insanları etkilemişti. Harlem sokaklarına uğrayıp gerçeği görmemiz engelleniyordu tıpkı Yahudi tüccarlar dürüst olur propagandası gibi?
New York'ta Yahudi mağazalarından elektronik eşya alanların çoğu kandırılmış ve ekipteki hemen herkes bir mitin çökmesini sağlamıştı.
Ödüllere dönecek olursak bu ödüllerin ?BM Irkçılıkla Mücadele Konferansı (Durban II)? günlerine denk gelmesi de manidar olsa gerek. Konferansa çok nitelikli bir konuşma yapan Mahmud Ahmedinecad damgasını vurdu. ABD, Almanya, Avusturya, İtalya, Polonya ve Hollanda gibi dünü ve bugünü ırkçı ve de sömürgeci ülkelerin konferansı boykot etmeleri hâlâ bu zihniyetin bu ülkelere hâkim olduğunu gösteriyor. Konferansı boykot eden İsrahell hakkında konuşmaya değmez. Onun sicil defterinde bir kalem ucu kadar bile temiz bir nokta yok.
Beyaz adam bir yandan siyah adamı sömürmeye diğer yandan hem İslam coğrafyasında hem de siyah adamın topraklarında kan ve gözyaşı akıtmakta, namusları kirletmekte. Cinsel istismar, köleleştirme, organlarını çalma, dinlerini değiştirme, benliklerini yok etme gibi birçok yöntemle çocuklara dünyayı zehir etmektedir.
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon '2 Aralık Dünya Kölelikle Mücadele Günü'nde açıklıyor: ?Köle ticareti bundan 200 yıl önce resmen yasaklanmış olmasına rağmen, hala varlığını sürdürmektedir. Bunun nedenin insan onuruna saygı gösterilmemesi ve aşırı yoksulluk. Köleliğin bilinen formlarının yanı sıra, borçlardan dolayı ortaya çıkan bağımlılık gibi yeni kölelik türlerinin ortaya çıktı. Ev içi çalışanlar ve göçmenlerin yanı sıra inşaat, gıda, giyim ve diğer sanayi kollarında çalışanlar de facto köleler olarak görülüyor. Yoksul insanlar muhtemelen daha da yoksullaşacakları için köleliği andıran uygulamalara daha fazla maruz kalma ihtimali ile karşı karşıya kalabilirler. Söz konusu grubu bilinçli olarak istismar eden kişiler maddi kazanç elde edebilmek için muhtemelen insanların posasını daha fazla çıkarmaya çalışacak, müşteriler de muhtemelen yaptıkları alışverişin sonuçlarının tam bilincine varamadan, işçilik ücretleri şaşılacak derecede düşük olan ürünleri satın alacak. Bu gaddarca davranışın kurbanları arasında yer alan ve günümüzde sayıları tahminen 27 milyonu bulan insanlara yardım için mutlaka elimizi uzatmalıyız. Bu tarihi lanet ile başa çıkabilmek için yeni stratejilere ihtiyacımız var. Yasaları, yaklaşımları ve gelenekleri değiştirmeliyiz?
İşte ödülleri alan bu resimler, batının yalnızca ve yalnızca kendi çıkarı için insan onurunu yok sayıp köleleştirdiği insanlığın fotoğraflarıdır. Onurlu insanlar bu fotoğraflara verilen ödülleri reddederler. Bu resimlerden utanmayan, bunları ödüle konu eden ve bundan ödül alanlar insanlıklarını sorgulamak zorundadırlar.
Tabiî henüz o vicdan ve insanlık halen yaşıyorsa!