Geçenlerde Fatih’te bir çay ocağında, açık ve şekersiz çayımı yudumlarken yanımda biri beliriverdi.
Döndüm baktım ki ‘şeytan’.
Başladım ‘Euzü billahi…’ ama tamamlamaktan vazgeçtim.
Tamamlarsam defolur gider. Belki konuşturabilirim diye düşündüm.
‘Sordum; ne işin var burada. Şurada burada dolaşsan ya?’
Bana, “Referandumda ‘evet’ diyeceğim demişsin. Hatta ‘yüzde 55 evet çıkacak’ diye de yazmışsın. Tahminlerin yanlış. Ezici çoğunlukla ‘hayır’ çıkacak” dedi.
‘Sana ne bundan; hayırla işin ne senin...' demeye kalmadan demez mi, “gel sende hayır de…”
Bu kez ben: ‘Sana ne bundan. CHP’li misin MHP’li mi? Yoksa BDP’li misin DSP’li mi?’
“Yok yok. Hiçbirinden değilim. Fakat…” dedi.
‘Peki, sen onların paralı tanıtım elemanı mısın? Başka işin yok mu ki, referandum kampanyası için oy topluyorsun?’
“Ne yalan söyleyeyim. Bu dünyada bana pek iş kalmadı. Kimin kulağına ne üflesem gereğini yapıyor. Neredeyse kimse yüzümü kara çıkarmıyor! Bu yüzden rahatım pekiyi. Fakat son günlerde ‘evet’ çok çıkacak diye korkmaya başladım.
Bu yüzden ‘evet’te inat edenleri dolaşıyorum. Hayır dedirmede iknaya mecburum. Yoksa hayırcılar, bu kampanyayı ağızlarına yüzlerine bulaştıracaklar.”
‘Niye bana bunları anlatıyorsun. Niye doğruları söylüyorsun. Senin işin yalan söylemek’ dedim.
“Doğru. Benim işim yalan söylemek ve kandırmak. Ama bu kez doğru söylüyorum. Hayırda hayır var” dedi.
‘Hadi yalancı gidi…’ dedim.
“Bak” dedi. “Sen bir kitap yazdın. Orada bana atıp tutmuşsun. İnsanoğlu’na tıpkı atanız Âdem’e ‘yasak meyveden yersen cennette ebedi kalanlardan olursun’ diyerek kandırıp yasak meyveden yedirip cennetten kovdurduğum gibi özellikle küresel şirketler, onların kuklaları ve işbirlikçisi siyasetçilere ‘fıtratı bozmalarını’ telkin ediyorum.
Âdem’de başardığım gibi onlarda da başarılıyım. Ben bunu yapacağım konusunda zaten Allah’a söz vermiştim. Ben sözümde duruyorum. Fakat sizinkiler Allah’a verdikleri sözde durmuyorlar.
Onlara ‘değiştir’ diyorum, değiştiriyorlar.
Ye diyorum, helal-haram demeden yiyorlar.
Beyaza siyah de diyorum, siyah diyorlar.
Siyaha beyaz de diyorum, beyaz diyorlar.
Onlar helal haram ayırımı yapmadan yiyince ne namazları namaz, ne oruçları oruç oluyor. Ne de kendilerine ve Allah’a itaat eden nesiller yetiştirebiliyorlar.
Ben hedonistim onları da hedonist/hazcı yaptım.
Fıtratı bozarsan kurduğun kirli düzen ebediyete kadar sürer diyorum. İnanıyorlar.
‘Fıtratı değiştir ve insanlığın açlığına çözüm’ diyerek sun diyorum. Öyle yapıyorlar.
Allah Kur’an’da ‘ben yarattıklarımın rızkına kefilim’ dediği halde Allah’a değil, benim avaneye güvenip, genetik ve hibrit tekniğine inanıyorlar. Zaten sen bunları kitabında yazmışsın.
Haksız mıyım? Doğru söyledim mi?” deyince ne yalan söyleyeyim, ağzım açık kaldı, donup kaldım.
‘Evet’ dedim ‘son söylediklerinin hepsi doğru.’
“O halde beni iyi dinle” dedi.
“Ben bazen doğru da söylerim.
Gel sen de 12 Eylül’de yapılacak referandumda MHP, CHP, BDP, DSP, İP vs gibi ‘hayır’ de!”
‘Asla, asla, asla...
Ben ortaokulda idim. Okullar açılacakken, eli silahlı bazı çeteler yönetimi ele geçirdiler.
Pazartesi günü bayrak töreninde biz delikanlıların önünde, bazı öğretmenleri kelepçeleyip götürdüler.
Üç beş yıl sonra bunlardan bazılarını sokaklarda aklî melekelerini yitirmiş olarak dolaşırken görünce içimiz acırdı.
Bize ‘Milli Güvenlik’ dersi diye bir ders okutuyorlardı. Kitap okumayı sevdiğim için bir gün okul idaresi bana ve okuyan arkadaşlarıma kitap dağıttı. Milli Güvenlikçi asker Hadis kitabını ‘Arapça yazılı’ diye yırtıp çöpe atmıştı. O gün bu gündür hep onu görünce seni görüyorum.
12 Eylülcülerin anayasasına ‘hayır oyu verilmesi propagandası’ yaptığı iddiasıyla bazı insanları askerî ciplerin ardında sürüdüklerini biliyorum.
Bazı insanları mahpushâne köşelerinde köpeklere parçalattıklarını,
Gençleri bir çuval içine çok sayıda kedi ile birlikte koyup sonra çuvala sopalarla vurarak, kedilere gençleri cırmalatarak işkence yaptıklarını,
Köylere gelip sakallıları karakollara götürüp dövdüklerini, sakallarını ve takkelerini kestiklerini,
Hatta delikanlıları yağlı urganlara çektiklerini gördük, dinledik ve okuduk.
İmam Hatipli olduğum için üniversite girişlerinde benim başıma da gelmedik kalmadı.
Allah’ın emri olduğu için örtenleri sürüm sürüm süründürdüler.
Çocuklara Kur’an okumayı yasakladılar.
‘Yeşil sermaye’ temsilcisi diye fişledikleri bir derneğe üye olduğum için bazı ülkelerin vize vermelerini bile engellediler…
Kayda geçmemiş, yaptıkları sayısız melânet bir yana; 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubatlarda fişlediler, engellediler, dövdüler, sövdüler, kovdular…
Binlerce kişiyi sadece Kürt olduğu için ortadan kaldırıp, adına ‘faili meçhul’ dediler.
İstanbul’u fetheden sultanın camiini bombalama planı bile yaptılar…
Yalan mı bütün bunlar?’ dedim;
“Doğru” deyip ekledi. “Gördün mü, bak yine doğru söyledim”
‘Bak’ dedim. ‘Tasdik edeceğin, anlatacak çok şeyim var. Fakat seninle geçirdiğim şu an bile azap olarak bana yetti. Son söyleyeceğini söyle defol git.’
“Bu Tayyip Erdoğan var ya… Onun bu anayasanın tümünü değiştirmesine izin verdirtmedim. Ama o her gün ‘besmele’ çekti ve 28 maddesini değiştirmeyi başardı. Bu maddeleri, seçmene henüz iyi anlatamadılar. Fakat bu kadarcığı bile benim işimi zorlaştırıyor. Hayır diyenlerin oyuncaklarını ellerinden alıyor. Bu yüzden ‘Hayırda hayır var’ diye nârâ atıyorlar. Haksız değiller. Endişem o dur ki; Bahçeli MHP’lilerin önemli bir kısmını ikna edemeyecek ve ‘evet’ diyecekler. Adaşın Kemal, bu işi götüremeyecek. Sav’masak, ağzından ‘evet’ çağrısı bile çıkar. Saadetçilerin bir kısmı ise makam derdinden, millet meselesine vakit bulamıyor…
Yalan mı?” dedi.
‘Evet, doğru ama bu senin yalancı olmadığın anlamına gelmez!’
“Sana diyorum ki: Gel bu kez bir defalığına ‘hayır de.’ Ölene kadar senin yoluna bir daha çıkmayayım.”
Hadi oradan pis yalancı…
Euzübillahimineşşeytanirracim.