İslam’ın reddettiği ne kadar âraz varsa insanlığı çeşitli belalardan kurtarmak içindir. Elbette milliyetçilik de bu ârazların başında gelir. 1789 Fransız İhtilâl’i ile insanlığın başına musallat edilen ulusçuluk yani milliyetçilik, Müslüman toplumlara özellikle 19. yüzyılda bulaştırılmış olup kurgusu da oldukça ilginçtir.
Çok ilginçtir ki;
Orijinal nüshaları 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yok edilen “Türkçülüğün Esasları” eserinin yazarı ve Türk Milliyetçiliği’nin büyük ideologlarından olan Ziya Gökalp aylında bir Türk değil, Zaza yani Kürt’tür.
Kürt ırkçılığını ateşleyen kişi olan Montil Esenyan ise bir Ermeni.
Arap ırkçılığının lideri Abdurrahman Kevakibi ise bir Türk’tür.
Daha geçen ay ‘Kürt milliyetçisi’ parti, ‘tehlike’ arz ettiği için kapatıldı. Türk milliyetçisi parti ise muhtemeldir ki; tam da sistemin arzu ettiği bir yapı olması hasebiyle tehlike olmak bir yana sistemce destekleniyor.
Zihni Çakır’ın ‘Korku İmparatorluğu Gladio’ kitabındaki MHP’nin kurucusu ve doğal lideri Alpaslan Türkeş’i; Harward, Chicago ve Rockefeller Üniversiteleri, Peterson Enstitüsü, Tıp Araştırma Enstitüsü, Rockefeller Center, CocaCola, National Bank, Mobil, Chevron, Citi Group, Caterpillar, Lilly, United Technologies, J.P.Morgan-chase gibi çok şirket ve kuruluşları ile de tanınan; istenmeyen ırklar arasında saydıkları Türkler gibi milletleri yok etmek için Nüfus Konseyi’ni kuran ve de nüfus planlaması adı altında sezaryen, kürtaj, aşı, gebelik önleyici hap, kısırlaştırıcı katkı maddeleri, genetiği değiştirilmiş ürünler gibi birçok aracı da bu amaçla kullanan Rockefeller ailesinin desteklediği iddiası ile dün TBMM’de yaşanan hadiseyi birleştirdiğimizde bu iddialar artık hiç de şaşırtıcı gelmiyor.
Hatırlayacak olursak 26 Ekim 2009 tarihinde Resmi Gazete’de GDO yönetmeliği yayınlanarak, GDO meşru bir zemine taşımak istenmişti. Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi ise yönetmeliğin iptali ve yürürlüğünün durdurulması için Danıştay’a müracaat etmiş, Danıştay tarafında da yönetmeliğin yürürlüğü durdurulmuştu.
Bu süreçte domuz gribi aşısı propagandisti Recep Akdağ gibi, dünya GDO devi Monsanto’nun sözcüsüymüş edasıyla savunmaya geçen ve ‘GDO’yu yasaklıyoruz’ iddiasıyla gözümüzün içine baba baka “gerçeği örten” Mehdi Eker’in hiç de yalnız olmadığını görme imkânımız oldu.
Nasıl mı? İşte cevapları:
Yaz başlarında Cemil Çiçek tarafından Bakanlar Kurulu gündeminde olduğu açıklanan, Ulusal Güvenlik Yasa Tasarısı TBMM’ye sevk edilmek yerine, adeta GDO konusundaki tepkilerin dozunu ölçmek için yapılırcasına; bilinen adıyla absürt GDO yönetmeliği yayınlandı.
Yönetmeliğin yürürlüğünün Danıştay tarafından durdurulması üzerine ‘kırmızı kitap’ gibi korunan, Ulusal Güvenlik Yasa Tasarısı geçtiğimiz günlerde birden bire TBMM’ne sevk edildi.
Tasarının Tarım Komisyon’unda görüşmeleri sırasında, iktidar ve muhalefetin Türkiye’nin hiç de alışık olmadığı göz yaşartıcı kardeşliğine sahne olması, elbette manidar sayılabilecek bir gelişme.
Tarım Komisyonu’nda hem Ak Partili hem de CHP ve MHP’li üyelerin sözleri, domuz gribi aşısından ders alınmadığının en açık göstergesi gibiydi.
“ABD’ye yapmış olduğumuz ziyaret basında çok farklı yorumlandı. Bu kanun daha ileri götürülerek genetiği değiştirilmiş tohumların kontrollü bir şekilde ekiminin de kanuna eklenmesini talep ediyorum” cümlelerinin sahibi, Ak Parti Bursa Milletvekili Ali Koyuncu. Peki, Ali Koyuncu kim? Sıkı durun. O, kendinin de itiraf ettiği üzere geçtiğimiz Nisan ayında ABD’de Tarım Bakanlığı ve GDO devi Monsanto’nun davetlisi olarak, ABD gezisine götürülüp ikna odasına alınmış milletvekillerinden biri ve aynı zamanda da Mısır ve Süt üreticisi.
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar ortalığı bulandırıyorlar. Kamuoyunu yanlış yönlendiriyorlar” diyen, Ak Parti İstanbul Milletvekili İbrahim Yiğit ise GDO çalışmalarını eleştiren GDO karşıtlarını cahillikle suçluyor.
“GDO’lu ürünleri, ayıplı bir ürün gibi lanse etmek yanlıştır. Bir bardak suda fırtına koparıldı. Bu tasarı çok geç gelmiş bir kanundur. Acilen yasalaştırılmalı” cümleleri ise GDO’lu ürünlerin sağlıklı ve nitelikli ürünler olduğunu belirten Ak Parti Uşak Milletvekili Nuri Uslu’ya ait.
İktidar bu kez yalnız değil. İktidarın her sözünü ve icraatını eleştirmekten başka hiçbir hayırlı işte göremediğimiz muhalefet ise rüyalarında mı yoksa karanlık bir mahzende mi korkutuldu bilinmez, küresel tohum devlerinin sözcüleri gibi konuşarak iktidarı destek yağmuruna tutuyorlar.
“Biyo güvenlik yasa tasarısı Türkiye için ihtiyaçtır” sözleri de C. Halk Partisi İzmir Milletvekili Vahap Seçer’e ait. Oda bir ABD’nin ikna gezisi katılımcısı…
“Hibrit tohumlar da GDO’lu tohumlar gibi lanse edilip, aynı kefeye konması beni rahatsız ediyor” sözleri tohumun mülkiyetini, küresel emperyalist güçlerin mülkiyetine geçiren hibrit tohumları savunarak adeta milliyetçiliklerinin iflasını ilan eden Milliyetçi Hareket Partisi Afyon Milletvekili Abdulkadir Akçan’ın. Ve oda ABD’nin ikna gezisi katılımcılarından bir diğeri…
“GDO yasasındaki cezalar ağırı buluyorum hafifletilmeli” sözü de, adeta kraldan çok kralcılık yapan ve de GDO konusunda iktidar ve muhalefetin birilerince uzlaştırıldığı izlenimi veren MHP Erzurum Milletvekili Zeki Ertuğay’a ait.
Tüm bunlar, Türkiye halkının yüzde doksandan fazlasının itiraz ettiği GDO’lu ürünlerin iktidar ve muhalefetin elbirliği ile yasalaştırmak için siyasi tarafların, karanlık odakların taleplerine boyun eğdiği gibi de yorumlanabilir.
İktidarın her icraatına muhalefet eden sözde halkçı CHP’nin ve sözde milliyetçi MHP’nin, GDO konusunda Ak Partili komisyon üyelerinden daha ateşli çıkmalarının hikmeti ne olabilir ki?
Tarım Komisyonu’na davet edilen sivil toplum örgütü temsilcilerinin üzerine yürüyen, Milliyetçi Hareket Partisi Afyon Milletvekili Abdulkadir Akçan, acaba Rockefeller ve Monsanto adına konuşuyor olabilir mi?
Kıymetli okurlarımız makalemizin uzunluğundan şikâyet edecekler biliyorum ama bir gerçeği daha belirtmeden geçmek imkânsız. Kamuoyu, milletvekillerinin ABD’nin ikna gezisine sadece bir defa götürüldüğünü zannediyor. Hâlbuki benzer ikna girişimlerinin çok kez ve farklı şekillerde sürdüğü anlaşılıyor.
ABD Tarım Ataşesi Robert Hanson tarafından kaleme alınan rapordan anlıyoruz ki; genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) ürünlere karşı Türkiye’de oluşan kamuoyu, ABD’den GDO’lu ürün ithal eden üreticileri ürkütmüş. Bu nedenle de söz konusu yasa tasarısının GDO’lu ürünlerin, Türkiye’ye ithalinde engel çıkaracak bir şekilde çıkmaması için çalışmalar yapıldığı belirtiyor.
Biraz daha ileri giden Hanson raporunda; karar vericileri, akademisyen ve üreticileri hedef alan bir dizi lobi çalışması yapılmasını da öneriyor.
İşte ABD tarafından Türkiye’de yapılmış çalışmalardan bazıları:
- 2000 yılından bu yana Cochran Programıyla biyoteknoloji adaylarının ABD’ye gönderilmesi.
- Biyoteknoloji konusundaki bilgilerin tercüme edilip hükümet ve paydaşlara iletilmesi.
- Seçilmiş, gıda güvenliği konusunda çalışan 2 hükümet yetkilisini 2002′de Tunus’taki biyoteknoloji seminerine gönderilmesi.
- Yüksek düzey iki Tarım Bakanlığı uzmanının 2003 yazındaki Amerikan Hububat Konseyi toplantısına katılması için aday gösterilmesi.
- 2003 sonbaharında Ankara’da hükümet yetkililerine (250 kişinin üzerinde katılım olmuş) büyük bir konferans düzenlenmesi.
- 2003 yılı sonbaharında bir üniversitenin biyoteknoloji uzmanının Amerika’daki biyoteknoloji konferansına gönderilmesi.
- 2004, 2005 ve 2006 yıllarında, bakanlığın 5 gıda güvenlik elemanının, devlet fonlarıyla Biyoteknoloji Uluslararası Ziyaret Programı’na katılmasının sağlanması.
- 2004 yılı yazında bakanlık yetkililerinin ve gazetecilerin USGC Biyoteknoloji programlarına katılmasının sağlanması.
- 2005 yılı Nisan ayında bir grup milletvekili ve Tarım Bakanlığı’nın kilit elemanlarının ABD’ye davet edilmesi ve ABD’nin tarımsal biyoteknolojiyi nasıl kullandığının gösterilmesi
- 2005 yılı Eylül ayında ABD Tarım Bakanlığı’nın yardımıyla bir biyoteknoloji uzmanının Türkiye’deki üç üniversitede, Bakanlık yetkilileri ve paydaşlara konferans vermesinin sağlanması.
Planlanan çalışmalardan bazıları ise:
- Karar yetkisine sahip yüksek düzeydeki Tarım Bakanlığı yetkililerinin, seyahat ve eğitim programlarına dahil olmasının garanti edilmesi.
- Basında ve siyasi alanlardaki eleştirileri yanıtlamak için Türkiye’deki yerli endüstri ve ithalatçılar ile eşgüdüm içerisinde olunması.
- Biyoteknolojinin yararlarını göstermek için Türkiye’deki yerel üniversitelerle eşgüdüm içinde olunması.Ankara ve İstanbul’da bakanlıkların dönem dönem değişebilen elemanlarına gıda güvenliği seminerleri verilmesi için konuşmacılar ayarlamak.
- Bu seminerlere FDA’nın (Yiyecek ve İlaç Departmanı) katılımının ve ABD’deki biyotek ürünlerin yararlarını anlatan Amerikalı üreticilerin bu toplantılarda olmasının sağlanması.
- Cooperator, Cochran ve Uluslararası Ziyaretçiler Programı aktivitelerinin devam ettirilmesi. Bu aktiviteler arttırılmalı ve ziyaretler için İngilizce bilmeyen daha yüksek düzeydeki resmi görevlilerin hedeflenmesi.
- Türkiye’nin, biyoteknolojik mısır ve pamuk üretiminden diğer ürünlere nazaran daha karlı çıkacağının üreticinin karının artacağının, resmi görevliler ve yerel üretici birliklerine devamlı olarak anlatılması.
Görülüyor ki, küresel güçler boş durmuyor...
Bizimkilere düşen rol ise sadece ve sadece köleliğe rıza göstermek.
Bu durumda ölenler keşke sadece ‘…izm’ler olsaydı. Ne yazık ki beraberinde insanlıkta mevta!