‘Tohumlar paketli ve markalı mıydı’ dedim. ‘Paketli ve markalı’ dedi. ‘O halde hibrit tohum almışsınız’ dediğimde, ‘ne fark eder’ dedi. ‘Ne fark eder olur mu, atla katır aynı şey mi?’ dediğim de, ‘elbette değil’ dedi. Bende ‘işte geleneksel tohum at ise, hibrit tohum katırdır’ dedim. Çok şaşırdı…
Aradaki farkı anlattığımda, bu kez öfkelendi, ‘bunları kimse bilmiyor’ dedi ve ekledi: “Şimdi bize hep yalan mı söylüyorlar?”
O halde dostumu hiddetlendiren bilgileri sizlerle de paylaşalım…
Hz Peygamber s.a.v. yaratılışı anlattığı bir Hadis-i Şeriflerinde tohumun, insanoğlundan ve hayvanlardan önce yaratıldığını bildiriyor. İşte o gün bugündür fıtratı gereği tohum; bitkiyi ve ağacı, bitki ve ağaçta tohumu doğurarak 1920’lere kadar geldi.
Rockefeller tarafından 1920’lerde Amerika’da başlatılan ‘Yeşil Devrim’ adlı vahşi serüvene kadar hiç kimse onu zimmetine geçirmeyi aklının ucundan geçirmemiş ve de üzerinde mülkiyet iddiasında bulunmamıştı.
Artık dünyadaki bazı karanlık eller, tohuma yani yaşama sahip olmak istiyorlardı. Bunun içinde, iblîsi yöntemler geliştirmeye başladılar.
Adı ister hibrit, ister de GDO olsun; süreç, canlıların patentlenmesi olmadan yürüyemezdi. Patentlemek; hiçbir dış müdahale olmaksızın kendini sonsuza kadar yeniden üretebilen fıtrî sistemin mülkiyetinin ele geçirilmesi, bir başka deyişle ‘yaşamın patent altına alınması’ demekti.
Gücü elinde bulunduran egemen yapı, dayattığı yeni durumun; ahlâkî, felsefî, hukukî, dinî, siyasal ve ekonomik boyutlarıyla tartışılmasına fırsat vermeden, farklı araçlarla zihinlerde normalleştirdi. Şimdi de yapılan tartışmalardan oldukça rahatsız.
Aslında yapılan en basit haliyle; tarımın, köylünün elinden alınarak, zenginler tarafından yapılan bir ‘endüstri’ haline dönüştürülmesiydi. Daha geniş anlamda ise bitki, hayvan ve insan yaşamının ‘patentleme’ yoluyla insanlığın elinden alınışıydı.
Türkiye’de 2006 yılında çıkarılan 5553 Sayılı Tohumculuk Kanunu’nun 7’inci maddesindeki “Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir” hüküm gereği, -altını kalınca çizmeliyiz ki- on binlerce yıldır kullanılagelen geleneksel yani tabiî tohum ticareti yasaktır ve suçtur.
Binâenaleyh, nesepsiz tohumlarla yapılan tarıma destek veren Türkiye, diğer taraftan da fıtrî tohumlarla yapılan tarımsal faaliyete destek vermez.
Geçenlerde bir televizyon kanalında Tohumcular Birliği Başkanı bu ifadeye itiraz etti ve: “Elinde geleneksel tohumu olanlar tescil sürecini takip ederek, tohumlarını tescil ettirip satabilirler” dedi.
Ne kadar tuhaf değil mi? Aslında değil! Onlar bu işin ticaretini yapıyor. Yaptıkları işin devamı için, en basit anlamda kendilerini bu durumu savunmaya mecbur hissediyorlar. Çünkü hem kanunun çıkması için mücadele etmişler, hem de bu sektöre yatırım yapmışlar.
* * *
Mesela elinizde bir ton geleneksel buğdayınız var. Buğdayınızı tohum amacıyla satmak istediğiniz de, devlet denilen el gelip müdahale ediyor: ‘Bunu satamazsın?’
‘Neden?’
‘Çünkü gelip bana ‘tescil’ ettirmedin…’
Tescil ettirmek için ne yapmalı?
‘Tohumun size ait olduğunu ispat etmelisin, sonra analizler, evraklar, bürolar, paralar, gelgitler…’
‘Bir ton buğday kaç lira eder?’
‘Bin lira kadar!’
‘Farz edelim, tescil ettirmeyi başardım, kaç lira harcamam lazım?’
‘Bir kasa dolusu…’
‘İyi ama eskiden böyle değildi?’
‘Bey amca, anlaşılan sen eski kafalı bir adamsın. Köprünün altından çok sular, TBMM’den yasalar geçti, sense hâlâ pullukta saptasın…’
‘Korkarım, sen hâlâ 50 yıl önce diktiğin, 10 yıl sonra meyve vermeye başlayan o canım elma ağaçlarını kesip, tescilli bodurlarla değiştirmemişsindir de…’
‘He evlat, biz hâlâ dedemin diktiği ağaçlardan besleniyoruz, sizin gibi petrol ve zehir yemiyoruz ki…’
‘Çok geri kalmışsın amca çok…’
‘Evlat bizimkisi medeniyet, sizinki ise kompleks, taklitçilik, tamahkârlık, yaratılışı beğenmeme, tabiat düşmanlığı. Var git yoluna… Ahir ömrümde beni günaha sokma…’
Tescil mescil kalsın, en iyisi ben buğdayımı un yapıp yerim…’
* * *
Dostum hâlâ; ‘Niye yahu, baştakiler bizden değil mi? Bunları görmüyorlar mı?’ dedi.
Dostuma dedim ki: Çünkü derin görünmez el böyle istiyor. Bu nedenle, size geleneksel tohum diye satılan tohumların geleneksel olmadığını bilmek gerek. Biri aksini iddia ediyorsa, bunu ispata mecburdur.
Tohum denilince genellikle bitki tohumu akla geliyor. Peki, tohum diyince gerçekte ne anlamalı? Öyleyse hayvan ve insan spermleri de tohum mudur? Hiç kuşku yok ki, sperm ve yumurta da tohumdur.
Bugün Amerika’da birçok hayvan sperminin yanı sıra insan spermi de, şirketlerce tescil edilmiş durumda. Bu vahşi sürece karşı gösterilen tepki, dünyadan yeterince karşılık bulmuyor. Özetle; beslenmesi için gereken tohum ve hayvana sahip çıkamayan, öte yandan kendi geleceği için gereken spermin mülkiyetinin tesciline bile razı bir insan tipolojisiyle karşı karşıyayız. Ezcümle, kendi neslinin devamını bile korumaktan aciz bir insanlık, emanete duyarsız Müslümanlar!
Tohumlar, Allah’ın kullarına birer emaneti... Geçmiş nesillerden sapa sağlam aldığımız emaneti, acaba gelecek nesillere sapa sağlam devredebilecek miyiz? Bu soruya ‘evet’ diyebilecek bir babayiğit var mı?
Norveç buzullarının altındaki, Ankara ve İzmir’deki tohum bankaları, ‘evet’ demeye yeter mi? Hayır, hayır! Onlar olsa olsa tohum hapishanesi olabilirler. Tohumun yeri tohum hapishanesi değil, topraktır. Aksi, sadece toplumların gözlerini boyamaya matuf masallar…
Yakın zamanda yok olmak üzere olan insan spermlerinin yerine -şu an özellikle sığırlarda olduğu üzere- bankalarda saklanan nesepsiz spermleri mi alacağız?
Dindar ve ahlakî sorumluluğu olan çevreler bu konuyu ne zaman dert edinecekler?
Derin yapılar ve mafyaları hallettik diyelim, bu sürede bitmek üzere olan sperm ve yumurtanın yanı sıra, tümüyle mülkiyetini devrettiğiniz ağaç ve bitki tohumlarını nasıl geri alacaksınız?
Hz Peygamber s.a.v.’e, bir ‘katır’ hediye edilir. Hz Ali, Efendimize; “Eşekleri atlara aşırsak da, katırlar elde etsek” dediğinde, Hz Peygamber s.a.v.; “Bunu şeriatın hükmünü bilmeyenler yapar!” buyurur (Ebu Davud, Cihad 59, 2565 – Nesâî Hayl 10, 224)
Atlar; hızlı koşan, güçlü, eti yenen ve üreyebilen bir binittir. Katırlar ise yük taşıyan, eti haram olan, cinselliği olmayan dolayısıyla üreyemeyen sun’i türdür.
Âlimler bu durumu; ‘hayırlı olanı hayırsızla, iyiyi kötüyle değiştirmek, evlâ ve hikmete uygun olanı bilmemek’ olarak tevil ediyorlar.
Hem devletin, hem de birçok aklı sâninin meşrulaştırmaya çalıştığı ebter, katır -yani yeniden üreme genleri yok edilmiş veya zayıflatılmış -hibrit- tohumlar, -hibrit- bodur ağaçlar ve -hibrit- hayvanlar;
1) Tabiatta Sünnetullah gereği meydana gelen etkileşime benzemezler,
2) Tescil gerektirirler,
3) Ticari bir metadırlar,
4) Kısırdırlar -her yıl yeniden satın alınması gerekir-,
5) İlaç koliktirler -tarım kimyasalları olmadan verim vermezler-,
6) Besin değerleri düşüktür,
7) Fiziki açlığı giderip, biyolojik açlığı yeterince gideremedikleri, pestisit ve antibiyotik içerdiklerinden sağlıksızdırlar!
Bu yasa çıktığında iktidar/muktedir tartışmaları vardı ama artık yok. Muktedir olamadıkları gün yapamadılar diyelim. Peki, muktedir olunca hata hâlâ devam ediyorsa…
www.twitter.com/ozerkemal
www.kemalozer.com