Bu ülke yeni bir darbeyi hak ediyor mu? Bu darbenin zamanı çoktan geldi, hatta geçiyor mu? Şayet bir darbe gerekli ise ne zaman yapılmalı?
Ergenekon iddianamesinin delil klasörlerini okuduk. Kuvvet komutanları Başbakan'a ?posta? koymaya çalışıyorlar. İmam Hatip'li olmasından rahatsızlar? Kur'an Kursu yönetmeliğinden rahatsızlar? Hatta başbakanın müsteşarından bile rahatsızlar? Her türlü kanun ve yönetmeliğin kendilerine sorulmasını istiyorlar.
Haksızlar değiller elbette. Silahlı güç onlar olduğuna göre, istediklerini yapma hakları var, demektir. Adam Smith'in iktisat teorisi gibi 'bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' diyecek halleri yok ya!
Güç sizde ise o gücün gereğini yaparsınız. Asıl sorun, gücün gereğini yerine getirmemenizdedir. Kaldı ki içeride yeteri kadar sert olmadıklarını düşünenlerin, dışarıda gereğini yapmak için her türlü girişimde bulundukları gün gibi ortada?
Özellikle 31 Mart darbesinden bu yana, darbesiz yaşamak hayal olmuştur. Kimilerimiz ilk darbeyi 27 mayısçıların yaptığını sanır. Bu ülkedeki darbelerin sayısı, sayılamayacak kadar çoktur. Birilerinden saymasını istesek; 27 Nisan, 28 Şubat, 12 Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs derler. Bazıları 31 Martı'da eklerler. Bu son liste öğrenmemize izin verilenlerden ibaret...
Türkiye yolgeçen hanı gibi herkesin darbe yaptığı bir ülke haline getirilmiş. Ancak darbe yapma hakkına sahip kişiler henüz darbe yapmış değiller. Türkiye'nin darbe tarihini II. Mahmud'un Yeniçeri Ocağı'nı lağvetmesine kadar götürmek gerekir. Bu süreç, darbeler tarihinin başlangıcı olduğu kadar Batılılaşmanın da önemli kilome
Jön Türkler (Genç Osmanlılar) ve İT (İttihat ve Terakki)'lerin darbeler tarihinde çok önemli rolleri vardır. Jön Türkler, 30 Mayıs 1876'da Sultan Abdülaziz'e karşı ilk darbelerini yaparlar ve 1867'de tahta, Mason olduğu bilinen ve aklî sorunları bulunduğu iddia edilen V. Murad'ı çıkarırlar. Bu darbede İngiliz parmağının olduğu kesindir.
Abdülhamid'le 'Kanun'u Esasi' üzerinde anlaşılması ve Mithat Paşa'nın 31 Ağustos 1876 darbesiyle, V. Murad'ın üç aylık sultanlığı sona erdirilir. Bu darbe ile birlikte, halen de devam eden 'darbeler anayasaları' dönemi başlamıştır. Her darbe kendi anayasasını inşa ediyor. Bütün bir ülke darbe anayasalarından kurtulmak için bütün enerjisini harcıyor. Buna rağmen de kurtulamıyor.
Selanikli Mason Sabetayist (dönme)'ler ile İT'lerin örgütlediği ve tarihe 31 Mart Vak'ası diye geçen darbe süreci, 13 Nisan 1909'da başlamış, 27 Nisan 1909'da Sultan II. Abdulhamid Han'ın tahtan indirilmesi ile sona ermiştir.
Enver, Talat ve Cemal Paşaların eliyle kurulan yeni oligarşik ve militarist düzen, Osmanlı'nın sonunu hazırlamış ve Osmanlı Paşası, Mustafa Kemal ve Arkadaşları; Osmanlı'ya son darbeyi vurarak yeni bir devlet kurmuşlardır. Yeni devleti yönetenlerin hemen hepsi yine askerlerdi.
1 Kasım 1922'deki Saltanatın ilgası ile Osmanlı Devleti, 03 Mart 1924 tarihli Hilafetin ilgası kararıyla da İslam Birliği son darbesini alıyordu. Bu sürece itiraz edenleri bekleyen süreci Paşa; ??Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir? diyerek özetleyecektir.
Mustafa Kemal Paşa'nın vefatına kadar karşılıklı birçok darbe planı yapılmış, ancak çoğu başarısız kalmıştır. Bu dönemin başarılı girişimlerinden biri de muhalif hareketlerden, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın (3 Haziran 1925) kapatılmasıdır.
Hemen her darbe anayasayı lağvederek kendi anayasasını yürürlüğe koymuştur. 27 Mayıs 1960'da Menderes hükümetine karşı yapılan darbe; bir yanıyla Mustafa Kemal Paşa'nın anayasası ortadan kaldırarak darbe geleneğinde yer alan anayasaları değiştirme modasına uyar. Son örnek ise 1980 darbesinin, 82 anayasasıdır. Ancak bu bazen 28 Şubat'ta olduğu gibi anayasa yerine kanun değişiklikleri ve yargı kararlarıyla anayasadan daha etkin bir süreci ortaya çıkarır. Tıpkı 27 Nisan'ın 367 ve geçtiğimiz yılki anayasa değişikliğinin iptalinde olduğu gibi...
Askerlerin Ergenekon iddianamesine yansıyan 'yasaları bize sormadan değiştiriyorsunuz' serzenişi bu yüzdendir. Aslında TBMM'de askerlerden oluşan bir komisyon oluşturularak bu yasaların askerlerin eksiksiz şekilde denetimden geçirmesi sağlanabilir. Hatta yönetmelik çıkaran her kuruluşta, askerî bir temsilcisi bulunmalı ve yönetmeliği askerler açısından incelemelidir.
Neler söylediğimin farkındayım. 'Siz sormadınız madem ben söyleyeyim'. Neler oluyor kardeşim, demeyin de söyleyeyim. Her siyasi partinin genel başkan yardımcılarından biri, general rütbeli bir asker olmalı ve atamayı genelkurmay başkanı yapmalıdır.
Ne var bunda? İki yüz yıldır durum çok mu farklıydı? Bunlar sizi çok mu rahatsız etti? Dilerim öyle olsun ki; basiretiniz bağlanıp, akıl yürütme gücünüz ortadan kalkmasın.
Prof. Dr. Metin Heper 12 Eylül'ü kast ederek, askerlerin Beyoğlu'ndan jiplerle geçişini 'yaşasın ordu' şeklinde alkışladıklarını aktarıyor. Bu kadar geriye gitmeye ne gerek var! İki yıldır, Cumhuriyet Mitingleri'nde yapılan bundan farklı bir uygulama mıdır? Danıştay Başkanı, 'İktidarın yetkisi sınırsız değil' diye darbecilerindeki hakkın halk tarafından seçilen mecliste olmadığı iddiasını üstü kapalı dile getirerek, ?değiştiremezsiniz? demiyor mu? Sanki anayasayı değiştirecek güç, iktidarmış gibi.
Demek ki sivil sandığımız bazı kimseler, askerlere güvendikleri kadar sivillere güvenemiyorlar. Haksızlar mı peki? Elbette değil. Kim elindeki gücü kaybetmek ister ki? Askerde olsa yargıçta olsa siyasetçi de olsa elindeki gücü kaybetmek istememesi doğaldır.
Hatırlayınız; seçim barajlarını değiştirmek istemeyenler, siyasi parti yasalarını değiştirmek istemeyenler, hep bu yasaların müeyyideleri ile karşı karşıya kalmadılar mı? Şimdi muhalefet sivil bir anayasa çalışmasını baştan reddediyor. Bunu da anlayışla karşılıyorum. Çünkü onlar bugüne kadar gelebilmelerini halka değil; militarizme borçludurlar. Öyle olmasa parti mezarlığında onları da görüyor olmayacak mıydık?
Türkiye'nin geldiği durum yeni bir darbeyi kaçınılmaz kılıyor. Yok yok militarist darbe şakşakçıları hemen sevinmesin. Bu darbeyi militarist güçler değil halk yapmalıdır. Halk anayasasını; karşıtların korkuları, endişeleri ve vehimlerine bırakmadan değiştirmelidir.
Bu yüzden ülke sivilleşmeli ve kuvvet komutanlarına başbakanların karşısında selam durmaktan başka seçenek bırakmayan bir sivil anayasayı, inşa etmelidir. Bunun için ?sivil? bir ?darbe? şart. Bu darbe, bugüne kadar alışageldiğimiz, karşımızda namlular gördüğümüz, kellelerin havada uçuştuğu bir darbe değil; hiçbir kimsenin yok sayılmadığı, gücün değil hakkın ve adaletin tesis edildiği bir sivil hareketten söz ediyorum.
Biz değiştirmezsek birileri değiştirecektir. Ama gelin değiştiren biz olalım.