Her biri gıda mühendisi, ziraat mühendisi, doktor,
veteriner, biyolog ve kimyager gibi mesleklerden oluşan; Amerikalı, AB’li, Arap,
İsrailli, Çinli ve Türklerden oluşan gruplar bir adaya bırakılırlar.
Amerikalı
bir yetkili tüm dünyaya projenin amacını ‘dünya
tarımının geliştirilmesi için çözüm arayışları’ olarak açıklar ada ve proje
hakkında şu bilgileri verir:
Ada da hiçbir haberleşme aracı yoktur.
Okyanusun ortasındaki bu adadan, yüzerek de olsa
kıyıya ulaşmak mümkün değildir.
Katılımcıların beş yıl süreyle burada yaşamaları
zorunludur.
Bu yaşam süresi içerisinde kendilerine yetecek
kadar tohum ve su mevcuttur.
Bilimsel çalışma yapabilecekleri laboratuar ve
teknik imkânlarda hazır bulunmakta ve her dilden binalar dolusu eser burada
kendilerini beklemektedir.
Süper gücün verdiği bilgiler doğruysa bu çalışma
başarıyla sonuçlanacak ve artık açlıktan kimse ölmeyecektir.
Bu nedenle tüm dünya ajandalarını beş yıl sonraki
iki binli yıllara ayarlamış, sonucu sabırsızlıkla beklemeye başlar.
***
Katılımcılar adada topluca yaptıkları ilk
toplantılarında birbirlerini yakından tanımak için iki hafta süreyle hiçbir
bilimsel çalışma yapmamaya karar verirler. Bu sürede her şey serbesttir ve sohbet,
oyun ve eğlenceler birbirini izler.
Mevsim bahardır. Tanıma ve tanışma süreci
bitmiştir. İkinci toplantı yapılır.
Toplantı öncesi oyun ve eğlenceden beş yıllık
çalışma vadesinde yapacaklarını düşünmeye, akletmeye ve hatta plan yapmaya
vakit bulamayan Türk ve Arap’lardan hiçbir istek çıkmaz.
Amerikalılar, adada bazı kurallar olması gerektiğini
ve bu kuralları icra edecek bir yönetim seçilmesini önerirler. Aday olarak da
bir Amerikalıyı sunarlar.
İsrailliler, kendilerinin seçilmişliklerini ileri
sürerek buna itiraz ederler; ancak buranın geçici bir yer olduğunu, AB’nin
kendilerine karşı duramayacağını, Arap ve Türkleri her halükârda kandırıp
iktidarı ellerinden alacaklarını düşünürler.
AB’liler bin bir türlü bürokratik handikap içinde
bir çözüm bulamamıştır. Müslümanlardan biri seçileceğine, varsın ABD’li olsun
diye düşünürler.
Sonuçta Amerikalılar kendilerine ayrıcalık yapılacağı
vaadiyle herkesi kandırır ve adanın Amerikalı başkan ve yardımcısını seçerler.
Bu günleri iyi değerlendiren İsrailliler, adayı
karış karış gezmiş münbit bölgelerine eski ahitten cümlelerin yer aldığı
taşları dikmişler bile.
Bölgelerin paylaşılmasına gelince, bölgede bir
keşif yapılmasını önermişler. Öneri kabul edilmiş. Gezi sırasındaki taşları
delil gösteren İsrailliler, bu bölgelerin “Yahova” tarafından kendilerine vaat
edildiğini iddia etmişler.
Tartışma büyür. Çinliler, olaydan uzaklaşmayı ve
kıyıdan kendilerine bir yer edinmeyi isterler. Bu kavgadan sürekli kendisinin
karlı çıkacağını düşürür. Çin çekimser kalınca başkanın oylarıyla bölge İsraillilere
bırakılır.
İsrailliler daha az yer alsalar da en münbit
bölgeleri elde etmişlerdir. Aslan payı ise Çinli ve Amerikalılarındır.
AB’liler, Araplar ve Türkler ise hala gelişmelerin
farkında değildir.
Adada saflar netleşmiş ve gruplar ayrılmış,
çalışmalara başlanmıştır.
Amerikalılar, kendi aralarındaki toplantıdan sonra
ilk iş olarak Arap ve Türkleri ziyaret ederler. Kendilerine işbirliği önerilir.
Stratejik ortalık gibi masallar anlatır. Kıyametin yaklaştığından söz edilir. Kendilerine
her türlü bilgi sunulabileceği vaadinde bulunulur. Çinlinin hırsız, AB’cilerin
aşırı kuralcı, İsraillilerin oyun peşinde olduğundan söz ederler. Bölgede nöbet
tutmaları gerektiğinden bahisle, taşları iyi korumaları öğütlenir.
Ardından Çinliler gelir ziyarete… Kendilerinin
ABD’lilerin tüm teknolojilerini ele geçirdiklerini, çok ucuza üretim
yapacaklarını, İsraillilere karşı topraklarını korumaları karşılığında, her
türlü desteği vaat ederler.
AB’liler nasıl bir plan uygulayacakları konusundaki
müzakereleri çok uzadığından bir türlü ziyarete vakit bulamazlar.
Herkes kendine yetecek kadar bir şeyler ekmiş,
zaten bahar da geçmiştir. Vakit hasat vaktidir ve herkes harmandan umutludur.
Kimse kimseye muhtaç değildir.
Bütün bir kış planlar yapılır, karşılıklı geziler
birbirini izler. Vaktin çokluğundan, tarlaların veriminden bahsedilir.
Bu sırada Amerikalılar, Çinlilerin çalışmalarından
tedirgindir. İsraillilerle işbirliği yaparak teknik çalışmalarını paylaşamaya
karar verirler. Laboratuarda geliştirdikleri tohumları AB’li, Arap, Türk ve
Çinlilerin tarlasına atarlar gizlice... Komşuya iyilik babından ara sıra ilaçlı
su bile verirler. Hatta verimi artırması için geliş gidişlerde geliştirdikleri
ilaç ve gübreler hediye edilir. Bu yardımları alanlar çok mutludur fakat verenin
mutluluğuna diyecek yoktur. Bu işe bir türlü akıl erdirilemez. Durum, dostluk
ve stratejik ortaklığa bağlanır.
Bir yandan diplomasi, diğer yandan çalışmalar devam
eder. Her gelişlerinde iştah kabartan meyveler, sebzeler getirirler. Üçüncü yıl
da bitmiştir. Araplar ve Türkler hala zamanın bolluğundan söz etmekte, düşmanın
önerilerini tartışmakta, AB’liler ise bin bir tür eylem planı, evrak, kayıt,
kürek hazırlamaktadırlar.
Derken aşırı huzurdan sıkılmış olsa gerektir ki, birkaç
Türk ve Arap dünya cennetinden ebedi cennete göç eder. Her ülkeden birer doktor,
merhumlara otopsi raporu hazırlar. Raporda, böbrek yetmezliği, kalp krizi gibi
sebepler yazmaktadır. ‘Takdiri ilahi... Vadesi yetti öldü, diye not düşerler.’
Dördüncü yıl da bitmiştir. Geride bir yıl vardır.
Son kez ekimler yapılır. Fakat Türk, Arap ve Çinlilerin tarlasına ekilen tohumlar
yeşermez. Dost, komşu ve stratejik ortak, imdada yetişir. ‘‘No dert, no
problem’ işte tarla işte tohum istediğin kadar götür’ mesajları verilir.
Son günler yaklaşmıştır. Vedalaşma vakti gelip
çatar. Bir veda partisi verilir. Parti sonrasında birkaç Çinli, Arap, Türk hatta
AB’li mezkûr raporda belirtilen nedenlerle, vadeleriyle öl(dürül)ür. Geriye dört
AB’li, üç Çinli, bir Arap bir de Türk kalmıştır.
Amerikalılar ve İsrailliler dost olduklarını
göstermek isterler. ‘Ülkelerinize giderken mahcup dönmeyin. Alın bu tohumlardan
istediğiniz kadar götürün ve tarlalarınıza ekin. Böylece ölen kardeşlerinizin
acısının hafifleyeceğini umuyoruz’ diye centilmenlik yaparlar.
Çinli, ‘bu akılsız Amerikalı anlayıncaya kadar ben
bu tohumları kopyalarım …’ diye düşünür. Arap, petrol kuyularını aklına
getirir; “salak Amerikalı sende tohum varsa bende de petrol var” diye
kibirlenir. AB’linin aklına bir hinlik gelmez, gelse de aklı hala bürokratik
evraklardadır ve bunu düşünmeye vakti de yoktur.
Türk ise dünyanın en münbit topraklarında yaşadığını,
on binlerce tohumunun olduğunu, Tarım Bakanlıklarının gen bankası kurduğunu,
kendi kendilerine yettiklerini düşünür ve ABD ile aralarının açılmaması
gerektiği fikriyle alır tohumları…
Havada helikopterler görünür. Vedalaşırlar. Birer
hatıra fotoğrafı çektirilir. ABD’li diğerlerine birer kâğıt uzatır ve ‘herkes
adını, soyadını ve iletişim bilgilerini doldursun ve imzalasın’ der. Hatıra
olarak saklayacağını söyler. İsrailli ‘ben daha önce vermiştim’ diyerek
kaytarınca, ABD’li ‘evet’ der, ‘zaten sen verdin’. “Sizde verin de maille size
birer suretini çerçeveletip göndereyim.” AB’li ortakları sormaları gerektiğini,
daha sonra gönderecekleri sözünü verirler.
Çinli de vermek istemez ama Arap ve Türk imzaladıktan
sonra o da imza atmaya mecbur kalır.. Sonuçta herkesi memleketine döner.
Ölenlerin vadeleriyle öldüğüne dair belgeleri ibraz
edilir ve herkes getirdiği tohumun kendi buluşu olduğunu, verimliliğini,
haşerata karşı yararlarını, raf ömrünü, dayanıklılığını, besleyiciliğini anlata
anlata bitiremez.
Yeni bir ekim mevsimidir. Gelen tohumlar ülke
sathında ekilir. Mahsulleri kapanın elinde kalır. Herkes mutludur. Yeniden ekim
mevsimi gelmiştir ama tohum yoktur. Banka akıllarına gelir. Getiriler bankadaki
tohumları ve ekerler ama nafile. Tohumlar ya çıkmaz ya da meyve vermez.
Akıllarına adadakiler gelir. Yeniden tohum rica
ederler. Tohum boldur ama karşılığında ya petrol istenir ya da Meclislerden
yeni kanunlar… Veren çok mutludur, alanda. Yıllar birbirini kovalar gibi
gözükse de henüz üç, beş sene geçmiştir. Ülkede herkes ya ölüm döşeğinde hastadır
ya da kısırdır. Amerikalıların ve İsraillilerin tohumu, “gerçek” bir tohumdur.
Tarlaya ekilir ancak hasadı insan üzerinden yapılmaktadır.
Yıl, 2023 olmuştur. 100 milyon olması beklenen
ülkenin nüfus, gerilemiştir... Artık ülkede her iki kişiden biri kısırdır...
Geri kalanlar bir gün işe bir gün diyaliz makinesine gitmekteler... Bir kısmına
ise aralıksız ensülin iğnesi yapılmakta...
Ama o ülkenin çok zeki çocukları ve bankalarda
bekleyen tohumları vardır. Bu tohumlar tarlalarda yeşermese de, önemli
değildir. Nasılsa bir bankamız vardır.
İşte o ülke Türkiye... Ninnilerle uyu Türkiye... Sakın uyanma! Nasıl olsa gideceğin yer cennet(!) Sen o hayal cennetine odun taşı. ABD ve işbirlikçileri senin için iyi şeyler düşünmeye devam ediyor nasılsa!