Dolar

35,1981

Euro

36,7471

Altın

2.968,65

Bist

9.724,50

Bahreyn'de çözüm: Şiilere adil davranmak…

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-03-31 11:35:58

Bahreyn'de çözüm: Şiilere adil davranmak…



Amerikalı gazeteci Nicholas Kristof, 16 Mart günü, Bahreyn konulu gerçekten düşündürücü bir yazı kaleme aldı. Bahreyn emniyet güçleri, yine aynı gazetenin çalışanı olan bir arkadaşını, Michael Slackman’ı yakalamış ve silah doğrultarak ecel terleri döktürmüştü. Neyse ki Slackman soğukkanlılığını yitirmeyerek pasaportunu çıkarmış ve Amerikalı bir gazeteci olduğunu söyleyince işin rengi değişmiş, kendisine: - “Korkma!... Biz Amerikalıları severiz. Aradığımız sen değilsin. Biz, Şiileri arıyoruz” denmişti.

Slackman, başından geçenleri: - “Sanki aradıkları insan değildi, sıçan avına çıkmış gibiydiler” diyerek yorumladı. Nitekim benzer şekilde Albay Kaddafi’nin, dikta rejiminde yaşamayı istemeyen özgür Libyalılara “sıçanlar”, “mikroplar” ve dağarcığındaki bilumum aşağılayıcı sıfatlarla hitap edişini ekran başında hep birlikte izledik.

Bağımsızlığını kazandığından bu yana Bahreyn Şiileri, gerek politik gerekse sosyal açıdan dışlanmışlıktan şikâyetçi durumdalar. İngiliz resmi kaynaklarına göre ülkenin %66’sı Şii, Sünni Bahreyn kaynaklarına bakılırsa bu oran %55 dolaylarında.

Mezhepçi rekabetin rakamların güvenilirliği üzerinde ciddi kuşkular bıraktığı ortada. Kuşku duyulmayan husus, Bahreyn Şiilerinin politik ve idari açıdan demografik gerçeklerle bağdaşmayan bir temsil oranına sahip oluşu. Ordu ve emniyet gibi bazı yönetim mekanizmaları neredeyse tamamen Şiilere kapalı. Yaşadıkları bölgeler, Sünnilere oranla ülkenin daha geri kalmış, daha az kalkınmış kesimleri. Bu sosyal eşitsizlik, zaten patlamaya hazır bir zemini barındırıyorken, Arap devrimleri fitili ateşlemiş oldu.

Aslında ülkedeki Şiilerin üzerinde İran kartını demoklesin kılıcı gibi kullanarak işin içinden sıyrılmak bir açıdan mümkündü. Böyle bir bağlantıyı kim yok sayabilirdi ki?... Bu durum, her ne kadar reform taleplerinin reddi için geçerli olmasa ve Sünnilerin mezhepçi tutumunu ortadan kaldırmasa bile kendi içinde tutarlı bir gerekçe üretebilirdi.

Fakat Arap devrimleri, böyle bir argümanı çoktan ikna edici olmaktan çıkardı. Tunus ve Mısır örneklerinden ilham alan değişim talepleri sözkonusu artık. Bizzat İran’ın kendisi bile bu örneklerden etkilenmişken, Bahreyn’deki taleplerin İran bağlantılı olduğunu iddia etmek akılcı durmuyor.

Bahreyn’in önündeki en büyük sorun, mezhep temelli bölünme olarak görülüyor. Radikal mezhepçi yaklaşımın doğurduğu kapalı zihniyet, kimi Sünni ve Şiileri ortak yaşama konusunda hayli olumsuz görüşlere itmiş durumda. Adalet ve özgürlük gibi kavramların yekdiğerini de kapsayan, ortak değerler olduğunu idrakte ciddi bir zorlanma sözkonusu.

Bahreynliler arasında mezhepçiliğin açtığı derin uçurum, Şiileri yönetimle karşı karşıya getirirken, Sünnilerin kollanmasını da beraberinde getirdi. Bugün üzerinde kafa yorduğumuz konu, adalet kavramı ekseninde Şiileri tatmin ederken, Sünnileri de denklemin dışına itmeyecek bir anlayışa ulaşılıp ulaşılamayacağı.

Bahreyn Sünnilerinin şunu kavramaları gerekiyor: Şiilerin konumlarına dair en ufak bir iyileştirme yapılmaksızın yönetimce sürekli kollanıp gözetilmelerinin uzun vadede başarısız bir strateji olduğu ortada. Özellikle de dayatmayı esas alan yönetim şekillerinin ya kökünden devrildiği ya da reformlara yöneldiği Arap coğrafyasında.

Bu noktada Sünnilere düşen görev, politik reform sürecinde aktif rol alarak Şiilerin konumlarıyla orantılı şekilde sosyal ve politik imkânlara kavuşmasına yardımcı olmaları. Ülke menfaati bunun böyle olmasını gerektiriyor. Böyle olmazsa, ülkenin yarını da olmayacak zaten.

Eğer Sünniler yönetimin adaletli davranması noktasında insiyatif almayı beceremezlerse, koz Şiilerin eline geçecek. Mevcut yönetime karşı ABD ile uzlaşmak onlar için hiç de zor olmayacak. Nitekim bu bize çok da uzak bir senaryo değil. Daha dün Irak’ta Kürtlerin yanında Şiiler de ABD ile birlikte hareket etmedi mi?... İşte o zaman Bahreyn Sünnilerinin sonu da tıpkı Irak Sünnileri gibi olacak. Konjonktürü doğru okuyamadıkları, kendilerini buna göre güncelleyemedikleri için değişim dinamiklerinin kurbanı olacaklar.

Bugünkü Arap devrimlerinin şafağında, özgürlükler sözkonusu olduğunda önceliğin bireyin kendisinde olduğu gerçeğini kavradı Arap halkları. Bireyin özgürleşmediği bir ortamda vatanın özgürlüğü mümkün olabilir mi?... Bireyin kendi özgürlüğü sözkonusu olunca kiminle ne şekilde ittifak yapıldığının önemi de kalmıyor. Arap halkları nezdinde Libya’ya müdahale eden batılı güçlerin gördüğü geniş destek bunun bir göstergesi.

Durum her ne olursa olsun Amerikalılar ne Şii, ne de Sünnidir. Onlar, bölgede 5. Filoya yani Amerikan varlığına inanan, Körfez kıyılarına ve petrol kuyularına duydukları ilgiyi sürekli kılacak kimselerin arayışındalar. Bölgenin Şiileşmesi ya da Sünnileşmesi pek de umurlarında değildir.

Bahreyn Şiileri, ülkedeki monarşi rejimini, politik Sünni sermayenin bir parçası olarak görmek durumundadır. Ne şiddet yanlısı tutum, ne de mezhepçi çekim gücü bu saltanatı bitirmeye yetecek potansiyele sahip değildir.

Bahreyn rejimi, tıpkı monarşiyle yönetilen diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi, sömürgecilik döneminin öncesine dayanan doğal politik gelişimin bir parçası olarak derin sosyolojik köklere sahiptir.

Britanya modeli olarak bilinen, sistemi içerden onarmayı öngören reformist değişim yöntemi, monarşiyle yönetilen Arap devletleri için en uygun modeldir. Ordunun yönetim piramidinin tepesini oluşturduğu devletlerde ise Fransız ve Amerikan modelleri uygun olabilir.

Eğer Şiiler, mevcut bölünmüşlük durumunda taleplerini daha makul seviyeye çekmezlerse Bahreyn’i zor günler bekliyor olacak. Maalesef Bahreyn’deki “Cumhuriyet için Birlik” oluşumu, zihni esnekliğe sahip ve reel politiğe uygun tavırlar sergileyen “Uyum Hareketi”nin aksine gerginliğe dayalı politik seyrine devam ediyor.
 
Körfez İşbirliği Konseyi, Katarlı düşünür Dr. Muhammed Müsfir’in de dile getirdiği gibi, alelacele yapılacak bir askeri müdahaleden daha yapıcı bir şekilde soruna çözüm getirebilir. Siyasi müdahale, askeri bir müdahaleden daha sağlıklıdır. Bahreyn halkının bugün ihtiyaç duyduğu şey de budur.

Körfez İşbirliği Konseyi’nden arabulucuların Bahreyn monarşisiyle Uyum hareketi arasında görüşmeleri bir an önce başlatması çözüm yönünde atılacak ilk adım olacaktır. Diyalog sürecinden çıkacak öneriler, bugünkü bölünmüşlüğün rehabilitesi yolunda bir politik ortaklığın hayata geçmesini temin edecektir.

Bu ortaklığı pekiştirecek unsurlardan birisi de sultan tarafından atanıp milletvekilleri tarafından onaylanacak geniş yetkilerle donatılmış bir Şii başbakanın işbaşına getirilmesi olacaktır. Kabinenin yarısı Şiilere verilecek, atanmış ve seçilmişlerin taksiminde bu orana riayet edilecektir. Politik özgürlükler herkesi kapsayacak şekilde genişletilecek, geri kalmış bölgeleri desteklemeye dönük sosyal politikalar ivme kazanacaktır.

Lübnan’da olduğu gibi, bu ortaklığın anayasal hükme bağlanması ilk etapta zorunlu değildir. Kısa vadede uyumu sağlayacak şekilde sosyal bir sözleşme yeterli olacaktır. Uzun vadede anayasal monarşiye geçiş ve mezhep kimliğinin üstünde bir vatandaşlık kavramını geliştirecek politik kültür değişimi bu sayede zemin kazanabilir.

Sünni-Şia çekişmesinden uzakta, aktif diplomasi yürüten bir Katar, Bahreyn’de sosyal barış ve politik reform sürecinde insiyatif alabilir. Katar’ın peşinden diğer körfez ülkeleri kendilerine düşen rolleri yerine getirebilir. Körfez ülkelerindeki emniyet ve istikrarın temini yanında zarardan başka bir şey getirmeyecek olan başka güçlerin bölgeye müdahalesinin önüne geçilmesi böyle mümkün olacaktır.

Bugün körfez bölgesinde kriz kaynağı durumundaki Bahreyn, doğru adımlar atılırsa politik reformun, yöneten-yönetilen ilişkinde karşılıklı güven ve anlayışın simgesi, mezhebe dayalı sorunların aşıldığı bir örnek ülke haline dönüşecektir.

Bölgede Bahreyn Sünnilerini korumaya-kollamaya dönük biraz da mübalağalı tavrın, yerel ve bölgesel ölçekte anlaşılır bir tarafı olduğunu görmek gerekir. Yine de politik ve moral değerler, Bahreyn Sünnilerini destekleme noktasında en iyi çözümleri sağlayacak kılavuzdur. Şiilere adil davranarak sosyal barışı temin etmek, her iki mezhep arasında uzlaşma zeminini tesis edecek politik reformları hayata geçirmek suretiyle Bahreyn adalet ve özgürlüğün hüküm sürdüğü bir ülke haline gelecektir.

Sünnilerin alışılmadık şekilde mezhepçi katılığa bürünerek Şiilerin politik katılımına ve sosyal adalete karşı durması, kısa vadede sorunları halının altına süpürse bile uzun vadede kendilerine hiçbir yarar sağlamayacaktır. Her şeyden önce bu tutum, kendi vatandaşlarına karşı yapılmış bir haksızlık ve zulüm olacaktır.

Sünni-Şii meselesi etrafındaki derin hassasiyeti anlıyorum. Ve biliyorum ki, birçoğumuzu kurgulanmış tarih algısı esir almış durumda. Her iki kesimde de toptancı bir anlayış hâkim. Şiiler, Sünnileri tarihi süreçte işledikleri politik zulümlerle, Sünniler ise Şiileri hainlik ve suikastlerle anıyor.

Şayet bugün Bahreyn’in yarısı Şii değil de Hıristiyan olsaydı çözüm daha kolay olurdu. Körfez bölgesinde her iki toplum arasındaki derin tarihi çatlağı tamir etmek sanıldığı kadar kolay değil. Böyle hassas bir konuda açıksözlü ve samimi yaklaşım, kalıcı barışın temininde yegâne yol olarak görünüyor.

Bu nedenle, bugün söyleyecek sözü olan ve eli kalem tutan herkesin sorumluluğu; Sünnileri Şiilere karşı duyulan güvensizlikten, politik ve sosyal haklarını görmezden gelme tavrını sürdürmekten alıkoyması, Şiileri de Sünnilere karşı tarihi perspektifin çizdiği olumsuz yaklaşımdan ve intikam duygusundan uzakta tutmasıdır.

Bir kere şunu tekrar hatırlayalım… Ehl-i Beyti Kerbela’da şehid eden Sünniler değildi. Bu katliamı işleyenler, mezhebi ve meşrebi her ne olursa olsun zalimlerdi. Nitekim ne Şiilere, ne de Sünnilere taraf olmak Moğolların umurunda olmadı. Putperestler, kılıçlarını her iki tarafa sallamakta tereddüt göstermediler. Bağdat’taki halifenin üzerine çöreklenmeden önce Alamut kalesini alıp, buradaki Şii egemenliğine son verdiler. O zaman halifenin veziri olan İbn Alkami Şii idi ve onlarla ittifak içindeydi. Buna karşın Musul hâkimi Bedreddin Lü’lü’nün gönderdiği ordu Alamut’a yardıma geldi. İbn Kesir der ki: “Musul sahibinden Moğollara ve müttefikleri Bağdatlılara karşı yardım etmek üzere Alamut’a asker geldi.” El Bidaye 13-200. Dün Moğol eliyle, bugünlerde Amerikalılar eliyle Bağdat’ı harap eden vezir Alkami’nin şahsında karakterize olan birliğe ve dirliğe düşman zihniyettir.

Halklarımız, acı hatıraların biteviye tekrarlandığı bu kısır döngünün esaretine girmeyecek olgunluğu göstermek durumunda. Daha dün İnci meydanında kafatası parçalanmış Bahreynli göstericiler gördük. Otomobille ezildikten sonra protestocular tarafından vahşice linç edilen polis resmi hala gözlerimizin önünde. Artık bu görüntüler geride kalmalı, tekrarı olmamalı. Bu tür yürek yakan olaylar, ortak geleceğimizi dinamitlemekten, Körfez bölgesini durulması mümkün olmayan bir kaosa sokmaktan başka bir şey sağlamaz. 
 
Timeturk için tercüme: Süleyman Şahin

 

Haber Ara