Dolar

34,4174

Euro

36,3288

Altın

2.829,00

Bist

9.420,42

El-Kaide örgütünün zayıf ve güçlü yanları

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-09-28 15:04:00

El-Kaide örgütünün zayıf ve güçlü yanları
Kanlı 11 Eylül olaylarının üstünden 9 sene geçti. El-Kaide, Müslümanları batıyla evrensel bir savaşa, kendi toplumlarını da iç savaşa sürüklemeye devam ediyor. Bu da herkese, bu örgüte gözlemci bir bakışla bakmak sorumluluğunu yüklüyor.

Bu makalede, ahlâkî ve pratik yönlerden el-Kaide örgütünün zayıf ve güçlü noktalarına hızlıca göz gezdireceğiz. Kapsamı gittikçe yaygınlaşan ve gün geçtikçe daha çok halklaşan bu fenomenin daha iyi anlaşılmasını temenni ediyoruz.

Birçok Müslüman için El-Kaide’ye ahlâkî ve stratejik bir hüküm vermek çok zor. Bunun sebeplerini 4 noktada toplayabiliriz:

İlki; Bu örgüt çoğunlukla meşru amaçlarla fakat meşru olmayan araçları kullanarak savaşıyor. Amacın meşru olması aracı mübahlaştırıp, aracın meşru olmaması zül sayılmıyor.

İkincisi; Ümmet, liderlerinin sorumluluktan kaçması ile öyle bir noktaya geldi ki, vicdanı rahat etmese de, saldırgan düşmanla mücadelede her aracı kullanmayı mübah görüyor.

Üçüncüsü; El-Kaide’nin yabancı mihraklarla savaşı, ahlâki yönden bir zayıflıktır. Zira meşru olmayan amaçlar için meşru olmayan araçlar kullanıyor. Hâlbuki araç da amaç da sorunu çözmüyor.

Dördüncüsü; Örgüt üyelerinin verdikleri iman içerikli mesajlar ve bu yolda yaptıkları fedakârlıklar, bazı vicdanlı Müslümanların onları eleştirmesini zorlaştırıyor.

Özellikle bu son nokta üzerinde durulması gereken bir nokta. Mısırlı strateji yazarı arkadaşım Vail Adil’in dediği gibi “fedailik oyunu”nun canlı bir örneği. Vail geçen haftaki “fedailik oyunu”nun prensipleri ve fikirleri uğruna hayatlarını “feda eden” o insanlara nasıl güven duyduğumuzu açıklıyordu.

Böyle gelişigüzel bir şekilde onlara güvenmemiz hiç de bilgece değil. Bilakis aklımızı cebimize koyduğumuzun göstergesi.

Karışıklık çıkarabilecek bu durumla başa çıkabilmek için Vail, fedakârlık mızrağıyla aklımızı nişan alan fikirlere karşı tetikte olmamız, fikir ne kadar cazip olsa da, içine karışmış olan fedakârlık, emek edebiyatını ayıklayıp, her türlü hileden arındırılmış bir şekilde gerçeği tüm çıplaklığıyla görmek için uğraşmamız gerektiği görüşüründe. Sırf sahiplerinin gayreti ve fedakârlığı ile ayakta duran nice görüş ve fikir akımı var.

Fedailik bazen yanlış kararların kelini örtmek için kullanılan peruktur, insanlara akıl oyunları oynayarak yanıltır. Akıl sahiplerinin işi ise keli göstermek için peruğu çekmektir.

Şüphesiz El-Kaide fedailikleri Vail Hoca’nın tespitleriyle birbirini tamamlıyor. Nitekim el-Kaide, transparan cüppesinin altında hatalı siyasi kararları ve ölümcül stratejik tercihleri saklıyor. Ahlâkî karmaşa da cabası!

Peygamber efendimiz ve Raşit halifeler zamanında da Müslümanlar bu tarz ahlâki ikilemle yani bazı komutanların yaptığı aşırılıklarla yüz yüze gelmişlerdi.

Sahih-i Buhari’de geçen bir hadiste, Halid bin Velid’in (ra) Müslüman olup, teslim olmalarına rağmen bir kavmi öldürme emri verdiğini duyunca peygamber efendimiz (sav)’in ellerini gökyüzüne kaldırıp 3 defa “Allah’ım Halid’in yaptıklarından sana sığınırım/beriyim” dediği rivayet olunur.

İbn-i Teymiye bu olayı “Halid bin Velid’in (ra) dini ve fıkhî hükümlere başkaları kadar vakıf olmayıp, isabetli bir karara varamaması şeklinde yorumlamıştır. Cahiliye döneminde Halid bin Velid ve o kavim arasında bir sorun olduğu, bu yüzden ölüm emri verdiği de söylenir.” (Minhacu’s –Sünne 487/4)

Fakat peygamber efendimiz nasıl yorumlanırsa yorumlasın bu aşırılıktan Allah’a sığınmış, öldürülenlerin diyetlerini ödeyerek durumu düzeltmiştir. Biz de bu durumdan çok önemli bir ders çıkartıyoruz; zorluğuna ve inceliğine rağmen savaş ve harp hukukunda dahi ahlâki ilke ve prensiplerden ödün vermemeli ve bu konuda çok net olunmalıdır.

Bu olaydan çıkardığımız iki mühim ders var:

1- Mücahitler eleştirilemez diye bir kural yok. Bilakis onlar da her beşer gibi hata yapabilir. Bize düşen onlar hata yaptıklarında düzeltmek, bir kötülük yaptıklarından bundan Allah’a sığınmaktır. Sırf Allah yolunda cihad ediyor, ümmeti korumak ve savunmak için hayatını feda ediyor diye ahlâkî bir ilkeden ödün verdiklerinde eleştiri oklarını indirmek yakışık almaz.

2- Mücahitlerin aşırılıklarından Allah’a sığınmak cihat müessesinden ya da Müslümanların korunaklı kalesi, ümmetin zırhı olan mücahitlerden uzaklaşmak, beri olmak anlamına gelmez.

Nitekim peygamber efendimiz (sav) Halid bin Velid’in (ra) davranışından Allah’a sığınmıştır, O’ndan değil! O’nun hatalarından dolayı cihadı iptal etmemiştir. Bilakis Halid bin Velid (ra) bu olaydan sonra dahi O’nun en büyük komutanlarından biridir. Bu da tedebbür etmemiz gereken ince bir tutumdur.

Bazen etik kaygılar pratik hususlarla çarpışabiliyor, karışabiliyor. Halid bin Velid ile alakalı bir başka olayda bunun bir örneğini görüyoruz. Beni Suleym kabilesinde bazı Müslümanlar dinden dönmüştü. Dolayısıyla Ebu Bekir (ra) Halid bin Velid’i onlara gönderdi. Halid bin Velid onları bir meydana toplayıp yaktı. Haber Hz. Ömer’e ulaşınca hemen Ebu Bekir’e (ra) gitti ve şöyle dedi: “Allah’ın azabıyla azaplandıran adamı geri çek.” Ebu Bekir dedi ki: “Vallahi Allah’ın düşmanına çekilen kılıcı kınına sokmam!... Halid’e emretti ve (yalancı peygamber) Museyleme’nin üzerine sürdü.”(Musannef Abdurrezzak 5/212, Musannef İbni Ebi Şeybe 6/547)

Hz. Ömer ahlâki değerleri göz önüne alarak insanların yakılarak öldürmesine karşı çıkan bir tutum sergilerken, Hz. Ebu Bekir hem ameli/pratik hem ahlâki olan boyutuyla bakıyordu. Öyle ki mürtedler İslam’ın gücünü görmeliydi vs… Hz. Ebu Bekir tüm dikkatini Museyleme’ye ve ondan gelecek tehlikeye yöneltti.

El-Kaide ile karşılaştıracak olursak, Halid bin Velid nazarıyla bile tehlikeli ve pervasızca davranıldığını görüyoruz. Halid bin Velid’in (ra) aşırılıkları arada bir olan, kasıtsız ve İslam ahlâkının genel çerçevesinde istisna edilen durumlardı. Aynı zamanda, Halid bin Velid’in şerefli sicili düşünülecek olursa çok basit hatalardı. Fakat el-Kaide tamamen İslam’da savaş ahlâkına ters düşecek adımlar atıyor.

El-Kaide’nin masum insanların kanına susaması konuşmalarından ve fikir yapısından anlaşıldığı üzere azgın tekfir pisliğine bulaşmış olmasındandır. Öyle ki onun kazanmasını isteyen müslümana bile, saldırgan kâfire karşı alınması gereken tavrı reva görüyor. Masum müslümana zalim düşman muamelesi yapıyor, şeraitte asla yeri olmayan çürük teviller ile kan akıtmayı mübahlaştırıyor.

Oysa hakiki mücahit, fıkhî hükümlerin detaylarında veya akidevî meselelerin yorumunda aynı görüşte olmasalar da kendi tarafındaki Müslümanlara karşı yumuşak, korumacı, anlayışlı olmalı. Kuran-ı Kerim’de peygamber efendimize ve ashabına atfedilen sıfat da bu değil midir? “inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. ” (Fetih suresi/29)

Bilgelik ve şefkat, mübarek Ramazan ayında Dünya Kudüs gününde kendilerini havaya uçuran o insanlara ne kadar uzak!

Eğer El-Kaide’nin yönetici kadrosu ve destekçileri müslümana ve kafire sert davranmayı, dostu düşmanı bir bilip hedef almayı, bilgelik ve şefkatten uzak durmayı İslam ümmetine faydalı bir iş sanıyorsa, ciddi bir şekilde yanılıyor, tarihten ibret almıyor demektir.

Bu ahlâkî çöküşün özü, El-Kaide’nin kozunun, bazı amaçlarının meşru olması, dezavantajının ise kullandığı araçların meşru olmamasıdır.

Ne El-Kaide ne de diğer cihad eden örgütler hem amacın hem aracın meşru olmasını gerektiren ahlâkî yapıya kavuşmadıkça Müslümanların kalplerini kazanamayacaktır.

Örgüt bu şekilde devam ederse akıbeti ahlâki çöküş, hezimet olacaktır. Tabii ardında yeryüzünün birçok yerinde İslam ümmetine pahalıya mal olacak yangınlar çıkardıktan sonra.

Zayıfların gücü hedeflerinin meşruluğunda gizlidir, kullandıkları araçların gücünde değil. Güçlülerin zayıf noktası ise hedeflerinin meşru olmamasındadır.

El-Kaide’nin araçları meşru olmadığı sürece hem kendisi hem de ümmet ahlâki ve stratejik boyutta çok önemli bir kazancını kaybedecektir.

Ahlâkî ve stratejik boyutları bırakıp, taktiksel olarak baktığımızda El-Kaide’nin güçlü taraflarını 3 noktada toplayabiliriz; saflarındaki fedakarlık ruhu, önleyici güvenliği ve beşeri kaynaklarının çeşitliliği.

El-Kaide örgütünün canlarını feda etme potansiyeli, kendini patlatmaya dayalı yöntemleri hezimete uğramaz bir güç haline getirdi. Ölümü arayan varsayımlarla hezimete uğratmak çok zordur. Dünyanın en güçlü orduları dahi bu tür saldırıları karşısında bir dalı dahi kıramıyor.

El-Kaide üyelerini düşünen, planlayan, istediği gibi hareket eden beşeri bombalara çevirdi. İranlı yazar Emir Tahir’in dediği gibi keşfetmesi zor olan “The bomb that talks and walks / Yürüyen ve konuşan bombalar.” Onun için onları tespit etmek ve amaçlarından vazgeçirmek çok zordur.

Önleyici güvenlik konusunda da el-Kaide gayet güçlü gözüküyor. Dünya çapında takipler yapılsa da yönetici kadrosunu uzun zamandır suikastlardan koruyabilmiştir.

El-Kaide’nin Halid Şeyh Muhammed ve Remzi bin Şeybe başta olmak üzere ikinci saftan bazı önderlerini kaybetmiş olması da sanırım 11 Eylül gibi büyük çaplı saldırıların ve planların tekrarlanmasını engellemiş oldu. Fakat, baş koltuğun her zaman Usame bin Ladin ve Zevahiri gibi dünyaca tanınan iki kişi tarafından yürütülmesi yüksek düzeyde güvenliğe sahip olduklarını gösteriyor.

Amerika bu iki isimden sadece birini tutuklasa dahi, bu örgüt yapısında manevi bir çöküş ve çatlak oluşturacaktır.

El-Kaide’yi güçlendiren üçüncü etken ise, faydalandıkları kaynakların genişliği ve çeşitliliğidir. Teorik olarak dünyada ki her Müslüman, El-Kaide için bir asker niteliğindedir.

Askeri birliklerini farklı ülkelerden ve farklı ırklardan oluşturmaktadır. Bu nedenle El-Kaide’yi takip etmek kolay değil… Amerika’nın bir türlü başarıya ulaşamamasının nedeni de budur.

El Kaide örgütünün taktik bakımından zayıf yönlerini de üç başlıkta toplayabiliriz; Savaş alanındaki çalışmalarına oranla tutarsız ve zayıf kalan siyasi söylemleri bunlardan biri.

Örneğin 11 Eylül saldırıları ne kadar büyük bir hasara yol açsa ve tüm dünyayı ayağa kaldırsa da siyasi mesajı bu kadar büyük olmamıştır. El Kaide lideri Ladin’i 20 yıl takip eden eski CIA mensubu Michael Scheuer bile istihbarat bazında “mükemmel bir operasyon” olarak tanımladığı saldırının hedeflediği siyasi mesaj çok küçüktür.

İkinci taktik hatalarından biri de, tüm dünyayı operasyonlarına hedef göstermesidir ki bu gereksiz yere birçok düşman kazanmasına neden olmuştur. Sadece hedefe odaklanmak, birçok alakasız suçlamadan muaf kalmalarını sağlayacaktır.

Üçüncü hataları ise, Filistin Davası’nı ihmal etmeleridir. Ümmeti harekete geçirmek ve taraftar kazanmak amacıyla bile olsa Kaide ahlâki ve siyasi nedenleri ileri sürerek Filistin’in yanında olması gerekirken, fiili olarak hiçbir katkıları bulunmamaktadır.

Filistin konusuna önem gösterirse, tüm Müslümanların vicdanlarına hitap edip her an kendisini feda etmeye hazır bir kitle elde edecektir.

11 Eylül saldırılarından dokuz yıl sonrasında bugün El-Kaide’nin önünde iki yol görünüyor, ya daha çok faaliyette bulunan, bölen ve parçalayan tekfir propagandalarının ve söylemlerinin azaltıldığı ve Filistin Davası gibi toplumsal konulara el atıp bir özgürlük hareketine dönüşecek ya da dağılıp farklı alanlarda kimi güçlü kimi zayıf dünyada etkisi olmayan küçük gruplara ayrılacaktır.

Her şeye rağmen şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, El-Kaide varoluş sebepleri ortadan kalkana kadar – ki bu uzun süre içerisinde beklenmedik bir şey - yok olmayacaktır.

İslam Ümmeti zulüm altında olduğu müddetçe, Müslüman önderler de zayıf kaldıkça ve kendilerinden başkalarını düşünmemeye devam ettikçe, öfkesiyle harekete geçip cihad bayrağını kaldıranlar ve sonu olmayan savaşlara girenler hep olacaktır.

*Timeturk yazarı Moritanyalı düşünür ve yazar.

Bu makale Zeynep Serdar tarafından tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER

Galatasaray'dan Mauro Icardi iddialarına cevap

Haber Ara