Arap âleminin kadim edebiyatçılarından Amr bin Bahr el Cahiz "el-Buhala" (Cimriler) adlı kitabındaki bir kıssada şunlara yer verir: “Bir şair Horasan valisini öven bir kaside okumuş, bitirince vali “aferin” demiş. Sonra kâtibine şaire on bin dirhem vermesini emretmiş. Şair sevincinden havalara uçmuş. Onun bu halini gören vali “Demek seni bu kadar memnun etti” demiş ve ödülü yirmi bin dirheme çıkarmış. Şair kabına sığmaz olmuş. Şairin daha da sevindiğini görünce “ne kadar artırırsam sevincin de o kadar artıyor” demiş. Ve ödülü kırk bine çıkarmış. Şairin sevinçten kalbi duracakmış. Valinin kâtibi atılmış: “Sizden gelen kırk dirheme bile razı olacakken siz ona kırk bin veriyorsunuz!”. Vali “Yazıklar olsun sana! O kadarcık mı verecektin ona?” demiş. Kâtip “sizin emrinizi yerine getirmekten başka bir seçeneğim var mı? diye sormuş. Vali: “Seni ahmak! Bu adam bizi sözleriyle memnun etti, biz de onu sözümüzle memnun ettik. Benim aydan daha güzel, aslandan daha güçlü olduğumu, dilimin kılıçtan daha keskin, emirlerimin derhal uygulanır olduğunu derken elle tutulur şeyler mi söyledi. Hepimiz biliyoruz yalan söylediğini. Ama yalan söyleyerek memnun etti bizi. Biz de onu sözlerimizle memnun ediyoruz, ödüller veriyoruz, onunki yalansa bizimki de yalan. Yalana doğru sözle, söze fiil ile karşılık vermek helak olmaktır” demiş.”
Görünen o ki, ABD Başkanı Barak Obama, Müslümanlarla Horasan şairi gibi konuşmaya alıştı. Kastim, kendini ifade edemeyen bir önceki selefi George Bush’un söyleme cimriliğini gösterdiği birkaç göstermelik cümle sarf edip, Horasan valisinin dediği gibi "evlerine alıp götürecek bir şey vermedi."
Başkanlığı devralma konuşmasında Obama, Müslümanlarla teamülde, ortak çıkar ve karşılıklı saygı esasına dayalı, yeni bir yol izleyeceğini açıklamıştı.
Kahire’deki konuşmasında, Mısır’a "ABD ve İslam âlemi arasında yeni ilişkilerin başlangıcını araştırmak için" geldiğini söyledi ve birçok alanda yardımlaşmayı vaat etti.
Endonezya’daki hitabında, Müslümanlarla ilişkileri düzeltmeyi bir öncelik yapacağını ve ABD’nin İslam’a karşı savaşmadığını savaşmayacağını tekit etmişti.
Eğer Obama’nın İslam âlemine yönelik konuşmalarında bir doğruluk payı varsa, o da, Kahire’deki konuşmasına göre, deliğin daha da genişlediğini, güvenin yok olduğunu, özellikle soğuk savaş döneminde İslam ülkelerini "özel isteklerine bakmadan, sadece temsilci" edinen ABD ile ihtilaf tarihinin daha da derinleştiğini ikrar etmesidir. ABD Başkanı biraz daha açık olmaya çalışsaydı, o "Temsilci" veya "İşçi" konumunun olduğu gibi devam ettiğini ve ABD’nin, İslam ülkelerinin yöneticilerini halklarının maslahat, özgürlük adalet isteklerine karşı en çok kullandığı batı ülkesi olduğunu ilave ederdi.
Çok açıktır ki, hatta Obama’nın kendi sözlerinden bile bu anlaşılıyor, deliğin genişlemesinin ve güvenin kaybolmasının sebebi, İslam âlemi değildir, asıl sebep ABD siyasi elitidir. İslam ülkelerinin Virjinya ormanlarında veya Nevada ormanlarında askeri üsleri yoktur, ABD yöneticileri içerisinde casusları bulunmuyor, bir kısım yerli Amerikalıları topraklarından atan faşist devletler değildir… Diğer devletlere yıkıcı yaptırımlar uygulamıyor…
Obama, ABD siyasi elit tabanını öyle bir deldi ki, verimli siyasi bir hitap veya anlamlı bir konuşmayla açıklamak mümkün değil. Kenyalı göçmen babadan, serseri Amerikalı anadan olan Afrikalı siyah gencin, ABD yönetime getirilmesinin ardındaki sırrı keşfetmek için vakit daha erken. O ülke ki, birçok siyasi kapı hala da Afrikalı vatandaşlarının yüzüne kapalıdır, atalarının asırlarca orada yaşamalarına rağmen.
Obama (Babamdan Dramlar) adlı kitabında, ABD’nin ırkçı kültürünün bazı belirtilerini keşfetmektedir. Mesela anne tarafından ninesi soy olarak bir Kızılderili kabileye mensup olduğunu zikredip bu neslin, ninesinin annesi için çok aşağılayıcı bir kaynak olduğunu ve her hatırlatışta yüzünün kızardığını, bu sırrı kendisiyle kabre götürmeyi temenni ettiğini söylüyor (s: 31). Ve bir defa beyaz bir gencin kendisine babasının yamyam olup olmadığını sorduğunu hatırlatıyor (s: 80).
Obama, ABD yönetim zirvesini deldiği gibi, dünya barışına zerre kadar katkı yapmadığı halde, kadir bir gücün sayesinde Nobel Barış Ödülünü de aldı. Obama’ya bu değerli ödülü teslim eden kişilerin, onu Nelson Mandela, Martin Luther King ve Mahatma Gandhi gibi halklarını hikmet ve cesaretle özgürlüğe götüren dev liderlerin mesabesine çıkarma girişiminde, o bağışı yapmaya sevk eden nedenleri araştırmak da daha erken… Ama tarih yanlışa merhamet etmez, durumsal güçlerin tartılarına boyun eğmez.
Obama, ABD siyasi elitin tabanını keskin ok gibi deldiğine göre, şimdi Müslüman zihniyeti, süslü cümleler ve soğuk övgülerle delmeye tamah edecek. Oysa bunu başarması imkânsızdır. O, hayali bir imparatorluğun şerefinin peşine takılarak, İslam âleminin dört bir yanında savaş alevini yakan; bilimsel, maddi, manevi güçlerinin bütün imkânlarını kullanarak, nerde olursa olsun Müslümanları vurmaya yönlendiren bir devleti yöneten kişidir… Obama adı çıkmış selefinin hatalarını düzeltme, ülkesinin ülkelerimizde yaktığı savaş ateşini söndürme yerine, Afganistan’daki ABD güçlerini arttırdı. Ve bugün Irak’ta askeri işgalini, stratejik ilişkiler ve güvenlik işbirliği adı altında siyasi bir işgal ile değiştirmeye çalışıyor.
Obama’nın kendi seçimiyle Hıristiyan olması, kendi anlatımına göre veya Chicago’dan arkadaşı Yahudi avukat Alan Solow’un dediği gibi ilk Yahudi ABD başkanı olması mühim değil (Haartz gazetesi, 13-11-2008). Hatta İslam’ı bir küfür olarak algılayan taassupçu Amerikalıların vasıf ettiği "İmam Obama" lakabını taktığı gibi imanını gizleyen bir Müslüman olması da mühim değil. Müslümanları ilgilendiren, ABD’nin İslam âlemine yönelik olan politikasıdır, devlet başkanının kişiliği dini değil. İsrail ABD siyasi elitini, ABD hükümetlerini esir aldığı ve dolayısıyla bizim yöneticilerimizi, bizim yöneticilerimiz de bizi esir aldığı sürece, Müslümanlar arasında birileri, Şair Ahmet Matar ile birlikte şu şarkıyı söyleyerek, zulmü kaldırmaya, adaletsizliği yok etmeye ısrar edecektir:
Ben rahmetli bağışlayan Rabbin kuluyum
O hikmetli yücedir
Ben kulların kalıntılarından biriyim
Kölelerin kölelerinden bir grup dışında
Bütün ülkede geri gelen olmadığı zaman.
Obama, Cakarta’daki konuşmasında "şüphe ve güvensizlikten" kurtulmaya ve birlikte yaşamak, yardımlaşmak için "ortak zemin oluşturmaya" çağırdı. Ancak ortak zemin oluşturmak, ortak insaniyeti itiraf etmeyi gerektirdiğini unuttu. ABD altı milyon Yahudi göçmeni, bir buçuk milyar Müslüman’dan daha önemli görüyor, bütün istila ve işgal güçleri sömürü hatasından tövbe ettiği halde, İslam ülkelerini istila etmeyi kolay sanıyor; bize demokrasi nasihatinde bulurken, Müslüman halkları köleleştiren despotçuları destekliyor… Dolayısıyla birlikte yaşama ve yardımlaşma için ortak zemin hiçbir zaman olmayacak, kaldı ki sevgi ve ihtiram olsun. Çünkü bazılarımızı kutsal bazılarımızı değersiz, bazılarımızın kanı pahalı, haysiyeti dokunulmaz diğer bazılarımızın kanı ucuz haysiyeti aşağılanmış saymak, ortak insaniyeti inkârdır.
Bazı Müslümanlar, Amerika’nın İslam’a yönelik olumsuz önyargısından dolayı büyük gamlar çekmekte, onun için, 11 Eylül saldırılarından sonra İslam’a yönlendiren saldırı selleri ortasında, Obama’nın sözlerinde İslam’a yönelik bazı olumlu kelimelerin geçmesi onları sevindiriyor, duygularını okşuyor.
Aslında o saldırılar bazı gizli nefretleri ortaya çıkardı, ancak Amerika’nın İslam’a yönelik kini yeni değil, son on yılda el Kaide Örgütünün şiddetinden doğmadı, Amerika kültünde derin kökleri var; Kristof Kolomb’un Amerika kıtasına giderken, kendisini bu keşif seferine gönderen İspanya Kralı Ferdinand ve Kraliçesi İsabella’yı övdüğü günlüklerine kadar dayanmaktadır. Kolomb, Kral ve Kraliçeyi Muhammed dinin ve diğer bütün sapıklık ve bidatlerin – tabirine göre - düşmanları diye övmekte; Gırnata şehrini işgal ederken İspanya’da kalan Müslümanları da imha ettiklerini anlatıp şöyle devam etmekte: “Kızıl Köşk üzerinde Krallık bayrağınızın dalgalandığını kendi gözlerimle gördüm… Müslümanların Kralı kent kapısından çıkıp ellerinizi öptüğünü gördüm…”
Prof. Dr. Jack G. Shaheen (Gerçek Kötü Araplar) ve (Arap Televizyonu) adlı kitaplarında, Hollywood ve diğer Amerika basınında 19. yüzyıl sonundan 20. yüzyıl başına kadar yaklaşık bir asırdır İslam’a yönelik olumsuz önyargıyı derinleştirmek için sistematik ve koordineli olarak çalışmaların olduğunu açıklamaktadır.
Müslümanlara yönelik olumsuz önyargı, 11 Eylül kanlı saldırılarının veya bazı Müslüman fertlerin, ABD’nin bazı haksızlıklarına karşı işledikleri anarşist tepkilerin sunucu olduğunu söylemek doğru değildir. Aslında bu köklü bir görüntüdür, Müslümanların yaptıklarından çok Müslümanlara yapılanlarla alakalıdır. Müslümanlara ve Araplara yapılan zulmü meşru göstermek için bu şeytani görüntünün oluşturulması, senelerce besleyip devam ettirilmesi gerekiyor, Müslümanların ABD’ye yönelik konumlarına bakmaksızın. Onun için bu çarpık görüntü, ABD dostu ve düşmanı olan bütün Müslüman ve Arapları eşit olarak kapsamaktadır.
Müslümanların ABD’den bekledikleri, sevgi, muhabbet ve o olumsuz görüntülerin değiştirilmesi değil, bu taleplerin mühim ve legal olmasına rağmen. Aslında Müslümanların istekleri bundan çok daha azdır, o da ABD’nin Müslümanların kanlarına ve mallarına sayı göstermesi ve gerek kendi ordusuyla direk ve gerekse yönetici ve Siyonist dostları aracılığıyla dolaylı olarak uyguladığı zulümleri kaldırmasıdır.
Obama eğer Amerika vatandaşlarının emniyeti ve güvenliği hakkında gerçekten ciddi ise, terörün kökünü kazımak çok kolay, bu da İslam âleminin ABD ve müttefikleri tarafından uğradıkları mağduriyeti kaldırmaktan geçer. Eğer bunu yapmayacaksa ki yamayacaktır, bu durumda süslü hitaplar soğuk cümleler kurmakta haklıdır; Müslümanlar da her insan gibi etten kandan ibarettir, kendilerine zulüm yapanlardan nefret edip tüm güçleriyle buna karşı mücadele edeceklerdir, en zayıf iman derecesi olan kalple nefret olsa dahi.
Obama annesinin dedesini anlatırken, Amerikalı bir şahsiyet olduğunu söylüyor, çünkü "tecrübe, bilgi, dar ufuk ve saflık duygularından" oluşan o garip karışım onda da vardı. (Babamdan Dramlar: 35) Bu Amerikalı şahsiyet için doğru bir teşhistir. İslam âleminde de "dar ufuk ve saflık duyguları" olanlar vardır anacak onları boğazlayan, topraklarını işgal eden ve kuvvetlerinin hedefine koyanları sevecek kadar değil.
Obama’nın ballı sözlerini hararetle alkışlayan Müslüman ve Araplar oldu, Türkiye, Mısır ve Endonezya parlamentosundan yaptığı konuşmalarını öven makaleler yazıldı, hatta Amerika’ya inançsal bir putperestlikle bağlı olanlar, sözlerini açıklamak manalarını şerh etmek için konferanslar da düzenledir. Obama’nın Kahire’deki konuşmasını tartışmak için 300 Arap aydının bir araya getirildiği bir toplantı düzenlendi; "ABD ile İslam âlemi arasındaki ilişkiler… Yeni bir başlangıç" adı altında yapılan İskenderiye konferansı gibi.
Çok kişi, Obama’nın hitaplarını açıklayan şerh eden tatlandıran ballandıran tatlı güzel şerh ve haşiyeler yazdı… Bu, yeterlidir… Eğer Obama’nın sözlerine bundan fazlasını verirsek, sözü eylemle karşılarsak, işte o Cimri Cahiz’in tabiriyle "açık hüsran olur".
İslam âlemine tavsiyem, Obama’ya Horasan valisinin şairine gösterdiği muameleyi göstersinler; o bizi sözleriyle sevindirdi biz de onu; fakat ne bize yitirilmiş bir hakkı geri verdi ne de bize yönelik bir tek haksızlığı kaldırdı, oysa ülkesinin ümmetimize karşı haksızlıkları ne çoktur.
Aslında ben cimriliği ve cimrileri sevmem ama Cahiz’in (Cimriler) hakkındaki kitabını, İbnü’l Cevzi’nin (Ahmaklar ve Gafiller) hakkındaki kitabından daha çok severim.
Tercüme: Timeturk – Burhan Genç