"Cemaat"ten veya "Camia"dan veya "Hizmet"ten değilim ama Hocaefendi ağladığında kendimi tutamaz ağlarım.
Bu sefer de öyle oldu; Hocaefendi ağladı ben de ağladım.
Hayır, ağlayan kimi görse dayanamayıp ağlayan zırlaklardan değilim. Öyleleri var ki, onlar ağlar ben gözyaşlarına lanet ederim.
Lakin Hocaefendi ne zaman ağlasa ağlarım.
"Cemaat"ten değilim ama kuvvetle muhtemel onlara gelen küfürler ve tehditlere ben de maruz kalıyorum.
"Satılmış, vatan haini" lafları gırla gidiyor; en hafifi de, "Siz Fethullahçılardan hesap soracağız" tehdidi.
Sayın Başbakanımız'ın malum daveti üzerine ulusalcı zevat yine (mail yoluyla) maval okumaya başladı: "Senin 'Hocaefendi'n' gelemez tabii; ona CIA karar verir.."
Ulan cibilliyetsizler!
Hem vatanından kopartıp Amerika'da yaşamaya duçar ediyorsunuz, hem de "dönmesine CIA karar verir" diyorsunuz!
Neyse, irfanı ve izanı kıt bu şebeklere laf anlatamayız, biz iyisi mi mevzumuza dönelim.
Sayın Başbakan'ın Türkiye'ye daveti üzerine Hocaefendi'nin yapacağı konuşmaya ağlayacağımı söyleseydiler inanamazdım.
Bu ülkenin kudretli Başbakanı, Hocaefendi'yi vatanına davet etmişti: "Bu hasret bitsin.."
Leyla Zana'dan Tarık Ziya Ekinci'ye kadar birçok insanın "Kürt sorununu" çözse çözse ancak o çözer diyebileceği kadar kudretli bir Başbakan'ın davetiydi bu.
Kudretli ve sözünün eri.
Vatan hasretini Türkiye'den getirilen toprakları koklayarak dindirmeye çalışan Hocaefendi'nin bu davete icabet edeceğini düşünmüştüm.
Yanılmışım!
Hocaefendi gözyaşlarını döke döke neden "davete" icabet etmeyeceğini anlattı.
Bu da, o şarkıdaki gibi yine bize "hasret var" demekti.
Mehmet Barlas lafı hiç eğip bükmeden şöyle dedi: "Başbakan Erdoğan'ın yıllardır Amerika'da yaşayan Fethullah Gülen'e yaptığı 'Sıla hasreti artık bitmelidir' çağrısına Gülen'den gelen 'Dönmeyeceğim' cevabı, tabii ki 'İşin rövanşı peşinde koşan birileri'ni sevindirmiştir.." (17. 06. 2012, Sabah)
Halbuki...
Hocaefendi, civanmertlik olarak ifade buyurduğu söz konusu davete icabet etmemesini, "işin rövanşı peşinde koşan birileri"ni sevindirmemeye bağlamıştı.
Mehmet Barlas üstadımız mezkur gerekçeyi inandırıcı bulmamış demek ki.
Bugün gazetesinden Nuh Gönültaş arkadaşımız da Başbakan'ın davetini inandırıcı bulmamış: "Üç beş gün önce 'Devlet içinde devlet, olmaz öyle şey' gibi cümleler söyleyip arkasından yapılan gurbet güzellemesi bana inandırıcı gelmiyor.." (17. 06. 2012, Bugün)
Hüseyin Gülerce abimi havalara uçuran "davet veya çağrı" anlaşılan o ki, Nuh kardeşime inandırıcı gelmemiş.
Bu da gayet normal.
"Hocaefendi Türkiye'ye neden gelemez" (16. 6. 2012, Yeni Şafak) başlıklı naçizane yazımda, Başbakanımız'ın TT Arena'daki davetinden sonra Hocaefendi'nin Türkiye'yi teşrif etmediği her gün, "niye gelmiyor" sorusunun hemen herkesin zihnini daha çok meşgul edeceğini söylemiştim.
Olan da olacak olan da budur.
Sayın Başbakan, Hocaefendi'nin konuşması üzerine sorulan soruya, "Hocaefendi'nin dönüşü için hiçbir yasal mani söz konusu değil. Takdir kendilerine aittir. Allah sağlık ve afiyet versin.." cevabını verdi.
Başbakan açık seçik şekilde "Hocaefendi" demekle, sevgili Yıldıray Oğur kardeşimin dünkü yazısının yarısını ofsayta düşürmüş oldu.
Çünkü "Fethullah Gülen, henüz kimse onu açıkça adıyla çağırmadığı için dönmüyor olmasın Türkiye'ye..." demişti.
Yazısının geri kalanını da bizzat kendisi ofsayta düşürdü: "Türkiye'den çıkan en ciddi küresel aktör de cemaat. Bir cemaat mensubu Güney Kore'de karşımıza TV yıldızı, Japonya'da futbolcu, Afrika'da madenci, Amerikan Kongresi'nde lobici olarak çıkabilir. Hatta cemaat mensupları içinde Türkiyelilerin oranı her yıl düşüyor, cemaat melezleşmeye başlıyor. O yüzden Gülen'e 'dön' demek Muhtar Kent'e gel babanın marketinin başına dön demek gibi bir şey.." (17. 06. 2012, Taraf)
Demek ki mesele Hocaefendi'nin adının telaffuz edilmesi değilmiş.
Ofsayta düşmekte de yadsınacak bir şey yok.
İlk kez açık seçik konuşulmaya başlandı; bu yolda Ahmet Kaya'nın dediği gibi "mum gibi sönenler" de olacak, ofsayta düşenler de!