Bir söz söylerken, bir amel yaparken Allah’ın (c.c) rızasına paralel düşme arayışı da denebilir buna.
Yani bir kalb kıvamından bahsediyoruz. Riyadan uzak, sâf, samimi, sevgi ve bağlılıkla elde edilen rüçhaniyet. Hakka ve hakikate yaklaştıkça artan, uzaklaştıkça da azalan manevî bir değer.
Mutlak muhlis olmak, mutlak anlamda Allah’ın rızasına râm olmak hâliyle mümkündür. Eskiler onu; “kalbi garaz şüphesi ve zan eğriliğinden temiz tutmak” diye de tarif etmişlerdir.
‘Sanallaşma’ya gelince.
Sanal, Latince asıllı ‘simulation’ sözcüğünü karşılamak üzere dilimizde kullanılmaktadır. Simulation/sanal; bir şey varmış gibi yapmak; varmış gibi hissediyor olmak hâlini ifade eder. Postmodern kültüre rengini vuran, yani gerçeklerin görüntüye indirgendiği bir vasatın adıdır, sanallaşan dünya.
Anlamın görüntüde buharlaştığı, görüntünün gösterdiği dünyadır. Bir diğer ifade ile, sanalın gözlerden kaçırdığı ve hakikat yerine ikame ettiği imaja dayalı dünya.
Dijital çağın çocukları, sanalı, bizi kuşatan gerçeklikten daha yoğun yaşıyor bugün. Sanal ve hakikat yer değiştirmiştir. Sanallaşan bir dünyada müslümanca hissedişler de sanallaşmaktadır.
Hâlbuki, müslümanca yaşamak, kalbin müslümanca hissetmesine bağlı. Müslümanca hissedebilmek için de sanalın dışındaki hakikatle temasta bulunmak gerek. Bir yetimin başını sanal aracılığıyla okşayamazsınız meselâ.
Sanal dünya, eğlenceyi, hüznü, bilgilenmeyi sunduğu gibi dinî ve dine dair olanı da sunabileceği vehminde. Buna teşne sanal dünyanın Müslümanı da, metafizik gerilimlerini popüler dinî içerikli tv programlarında, cd yahut internet üzerinden aramaktadır.
Kur’an tilâveti izleğinden yola çıkarak meseleyi açalım biraz.
Anlamın derinliğinden yoksun, okuduğunun muhtevasını gayri müdrik sesi en güzel popüler kârileri tilâvet yarışına sokuyor, sanal dünya. Kur’an, bir sanatçının okuduğu bir şarkı-türkü seviyesine iniyor muhatabın gönül titreşimlerinde. Sanatçıların ses renklerinin kalitesi eşliğinde bir mûsıkî icrası şölenidir ekrandan bize yansıyan. Sanalın zumlamasıyla okunanın muhtevası değildir, okuyanın ses rengidir muhatabı coşduran.
Hz. Peygamber’in haber verdiği kıyamet alâmeti yani.
Hani tefekkür, hani tedebbür?
Sanal dünyada irad edilen tilâvet bir mûsıkî tadından başka bir şey bırakmıyorsa muhatabın dimağında, sarsmıyorsa buyruklarıyla gönlünü, metafizik âleme bir çağrıda bulunmuyorsa, ekran üzerinden ancak sanal hisler üretiyorsa...
Sanal, insan kalbi ve aklını tembelleştiriyor. Dikkatleri görüntüye mıhlıyor. Gözler hakikate kapalı iken sanala dikizleniyor.
Sizce kurban verilen nedir?
Meselâ, Mekke’de Kâbe manzaralı otel odaları neden rağbet görmektedir? Görüntüye sahip olunca hakikate sahip olunacağı gizli sanısı ağır basmasın sakın?
Dindarlık da sanallaşıyor işte. Sanalı kontrollü yaşamak yerine, sanalın kontrolüne girince, bu da kaçınılmaz olur zaten. Kalpleri mütmainliği bir türlü yakalayamayan Müslümanların varlığını, biraz da böyle görüyor âcizânem.
Kur’an; “Onlar inanan ve Allâh’ı anmakla gönülleri huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller, ancak Allâh’ı zikirle mutmain olur.” (Rad: 28) demektedir. İnsan dünyası sanallaştıkça kalbin sezgi, aklın idrak gücü de zayıflamaktadır ve dolayısıyla mütmainliğe de ulaşamamaktadır.
Sanallaşan bu dünyada yara alan kavramlarımızdan birisi de “ihlâs”tır.
Gönül dünyasının sâf ve temiz olmasıyla alakalıdır ihlâs. Bir şey ne zaman karışıklıktan arınırsa o zaman sâf ve temiz olur. Sâf ve temiz kalb sahibinin amelleri de sâf ve temiz olur.
Amellerin niyetlere göre olması da bununla alakalıdır. Şeytanın en büyük hilesi de niyetlere riya, kibir, başka başka dünyalıklar karıştırmak değil midir zaten.
Modern dünyada davranış biçimlerinin kıvranarak haykırdığı “Beni gör!” çabası, niyetlere bulaşmış bir virüstür ve bu virüsü büyüten de sanal dünyanın “imaj putu”dur.