Hindistan’ın Keşmir’deki ölümcül şiddetin artışı konusunda işaret ettiği yön, kuşatılmış durumdaki Pakistan’ın çok geçmeden mevcut sel afetlerinden bile daha büyük bir krizle karşı karşıya kalabileceğini gösteriyor. Her iki tarafın tamamı üzerinde hak iddia ettiği ve daha önce iki savaş yaşanmasına neden olan bölünmüş bölge üzerindeki gerilimin canlanması, Hindistan-Pakistan barış görüşmelerinin tadını çoktan kaçırdı. Britanya ve ABD için daha önemlisi, yeni bir Keşmir savaşının dağınık durumdaki Afgan stratejilerini rayından çıkarabilecek olması.
Keşmir’in başkenti Srinagar’da yıllardır tanık olunan en büyük Hindistan karşıtı protestolarda 50’ye yakın insan öldü, yüzlercesi de yaralandı. Sorun, polisin 11 Haziran’da 17 yaşındaki bir öğrenciyi öldürmesiyle alevlendi. O zamandan beri binlerce genç Müslüman Hintli, güvenlik güçlerinin Cammu Keşmir hükümetinin ve eski kuşak ayrılıkçı liderlerin düzeni tesis etme çabalarını boşa çıkarıyor.
Hep aynı hikâye
İran’ın yenilgiye uğrayan ‘yeşil devrimi’ni hatırlatan bir biçimde, genç protestocular cep telefonu mesajlarının yanı sıra sosyal paylaşım sitelerini kullanarak örgütlendi. Öfkeleri bilhassa şu meşhur ‘kara yasalar’a (yani Hintli güvenlik güçlerine şüphelileri durdurma, arama ve ceza görmeden vurma yetkisi veren Silahlı Kuvvetler Özel Yetkiler Yasası) odaklıydı. Dayak, gözaltılar ve sokağa çıkma yasakları işleri daha da vahim hale getirince, 2008’de Keşmir’in yeni umudu olarak seçilen başbakan Ömer Abdullah eski yönteme geri döndü ve Delhi’den asker takviyesi istedi.
Bu huzursuzluğun hem kendiliğinden geliştiğine hem de Cammu Keşmir’in
Müslüman çoğunluğuna yönelik yıllardır devam eden ihmal, ayrımcılık ve baskıdan kaynaklandığına dair birçok kanıt olmasına rağmen, Hint hükümeti eski hikâyeye sarılıp Pakistan’ı suçladı. Delhi İslamabad’ı sürekli olarak, Keşmir’i istikrarsızlaştırmak için 2008’de Mumbay’da düzenlenen saldırılardan sorumlu tutulan Leşker-i Tayyibe gibi militan İslamcı grupları gizlice desteklemekle itham etti. Şimdi de aynı noktaya dönerek, olayların arkasında Pakistan’ın olduğunu söylüyor.
İçişleri Bakanı Palaniappan Chidambaram geçen hafta Hint parlamentosuna şöyle hitap ediyordu: “Pakistan Cammu Keşmir’deki stratejisini değiştirmiş görünüyor. Muhtemelen iç karışıklıklardan daha fazla fayda sağlayacaklarına inanıyorlar. Fakat halkın kalbini ve zihnini kazanabilirsek... bu planların
boşa çıkarılabileceğinden eminim.”
Potansiyel olarak son derece tehlikeli olmasalar, bu iddialara gülüp geçilebilir. Hindistan, Pakistan’ın veya Pakistan içindeki unsurların Hint yönetimindeki Keşmir’e burnunu soktuğuna inanmakta çok da haksız değil. Ayrılıkçı ajitasyon 1989’da başladığından beri en az 50 bin insan öldü ve bu şiddet büyük oranda
dışarıdan gelen müdahaleye, militanlara ve silahlara atfedilebilir. Böyle söylemediyse de, Britanya Başbakanı David Cameron’ın geçenlerde Bangalor’da Pakistan’ın ‘terör ihraç ettiğine’ dair sarf ettiği sözler, Afganistan için olduğu kadar Keşmir için de geçerliydi. Hindistan’dan gelen sıkı alkışın sebebi de buydu zaten.
Fakat Nation dergisinin yazarlarından Barbara Crosette’e göre, sorunun merkezinde Delhi’nin 1947’deki bölünmeden beri güttüğü at gözlüklü Keşmir politikası var; bu politika, BM’nin kendi kade-
rini tayin referandumu taleplerini görmezden gelmeye, seçimlere hile karıştırmaya, seçilmiş hükümetleri manipüle etmeye veya devirmeye, ekonomik kalkınmayı ihmal etmeye dayanıyor.
Crosette şöyle yazıyordu: “Şiddet birçok Keşmirli’nin kendisini hâlâ Hindistan’ın parçası olarak görmediğinin ve asla da görmeyeceğini düşündüğünün hatırlatıcısı. Hindistan Keşmir’de yüz binlerce asker ve paramiliterden oluşan bir güç bulunduruyor ve bölgenin yaz başkenti Srinagar’ı, sık sık sokağa çıkma yasakları ve silahlar altındaki bir kampa dönüştürdü. Medya katı kısıtlamalara maruz bırakılıyor. İşkence ve insan hakları ihlallerine dair kanıtlar apaçık ortada.” Yazara göre, İsrail’in Filistinlilere muamelesiyle yapılan kıyaslamalar boşuna değildi.
Hindistan’ın ‘kalpleri ve zihinleri’ kazanmaktaki başarısızlığı, düşünce kuruluşu Chatham House’dan Robert Bradnock’un yakın dönemde yaptığı bir çalışmada da açığa çıktı. Buna göre, Keşmir’in Pakistan’la Hindistan arasındaki kontrol hattının her iki tarafındaki toplam yetişkin nüfusunun yüzde 43’ü bölgenin bağımsızlığını desteklerken, aynı nüfusun yüzde 21’i Hindistan’ın parçası olmak
istiyordu (ikinci gruptaki kişilerin neredeyse hepsi hattın Hindistan tarafında yaşıyor). Cammu Keşmir’de Pakistan’a katılmak isteyen pek kimse de yoktu.
İnsanların çoğunluğu ihtilafın kişisel olarak kendileri için ‘çok önemli’ olduğunu söylerken, yüzde 81’i işsizliğin en büyük sorun olduğunu belirtiyordu. Bunun ardından da yolsuzluk geliyordu.
‘Bütün bir kenti vuramazsınız’
Şiddet muhtemelen Ladakh’taki sel ve Ramazan’ın yaklaşması nedeniyle son günlerde hız kesse de, bölgedeki yorumcular Delhi’nin verdiği karşılığı sert bir dille eleştiriyor ve daha kötü günlerin kapıda olduğu uyarısında bulunuyor.
Times of India gazetesinden MJ Ekber, Pakistan’daki generallerin ‘1971’de Bang-ladeş’in Keşmir nedeniyle kaybedilmesinin intikamını’ almaya çalıştığını öne sürüyor, ama önce şunları yazmayı da ihmal etmiyordu: “11 Haziran’daki bir ölüm kaza denilip geçiştirildi. Delhi’nin uykusundan uyanması sekiz hafta aldı ve o zaman da sıkıcı klişeleri ısıtıp önümüze sürmekten başka bir şey yapmadı. ‘Gördüğünüz yerde vurun’ emrinin hiçbir etkisi yok: Bütün bir kenti vuramazsınız.”
ABD, Britanya ve BM Hindistan’ı kızdırma korkusuyla suskun kalma eğiliminde. Fakat Washington Post’ta yazan Pakistanlı yazar Muhsin Hamid, seslerini çıkarmalarının kendi çıkarlarına olduğunu vurguluyor. Afganistan’da kalıcı bir anlaşmanın Hindistan ve Pakistan’ı müzakere masasına oturtmak yönünde ‘ortak çaba’ gerektirdiğine dikkat çekiyor ve bu da, en başta Keşmir ihtilafına son verilmesi anlamına geliyor. Yine Muhsin Hamid’e kulak verip yazıyı bitirelim: “ABD Afganistan’daki savaşından... biraz olsun olumlu sonuç almayı umuyorsa, Keşmir’de çözümü öncelikler listesinin üst sıralarına
taşımak zorunda.” (11 Ağustos 2010) The Guardian / Radikal