Gerek Silivri yargılamaları gerekse Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın yargılanmasının başlaması vb. nedenlerle "12 Eylül sona erdi" gibisinden bir düşüncenin yaygınlaştığını görüyoruz.
Acaba 12 Eylül gerçekten sona erdi mi? Yoksa yapılacak çok şey mi var?
12 Eylül'ün sona ermesi için yasal mevzuatımızdaki kirliliklerin temizlenmesi gerek.
Zira bunlar; insanların yaşamlarını ciddi sıkıntılara sokabiliyor.
Bugün 12 Eylül bitti zannedilen bir dönemdeki iki hatıramı sizlerle paylaşmak istiyorum.
İnsanlarımızın dayanılmaz acılar çektiği bir dönemde yaşadığım iki sıkıntının lafı bile edilmez ama gene de Kenan Evren'in yargılandığı bir dönemde bunları sizlerle paylaşmak istedim.
Demokrasi mi çok partili yaşam mı?
1983 Aralık ayında yayınlanan Varlık Dergisi'ne bir yazı yazmış ve yapılan milletvekili genel seçimleriyle;
demokrasiye değil çok partili yaşama geçildiğini ve kendimizi aldatmamamız gerektiğini vurgulamıştım.
Birkaç gün sonra Selimiye'deki askeri mahkemeden bir celp geldi.
12 Eylül'ün uygulama ve yasalarını eleştirenlere 6 ay hapis cezası öngören yasa maddesiyle; derginin yazı işleri müdürü Filiz Nayır Deniztekin'le birlikte hakim karşısına çıkartıldık. (Üstelik bu ihlal yayın yoluyla yapılınca; öngörülen ceza 1 yıla çıkıyordu.)
Bu ne biçim bir demokrasiydi ki "Bu rejim demokrasi değil çok partili yaşamdır" dediğimiz için bir yıl hapsiniz istenebiliyordu.
Filiz'le ortak avukatımız; çok erken kaybettiğimiz değerli arkadaşım Raif Ertem'di. Yargılama öncesinde "Sizi kahraman yapayım mı" diyerek dalga geçmişti.
"Aman bu işi uzatma bitir" demiştik.
İlk duruşmadan sonra yasanın 9 Aralık 1983'te çıktığı; derginin aralık başında yayınlandığı görülünce davadan vareste kılındık.
Ama rahmetli Raif defalarca Selimiye'ye gidip gelmek zorunda kalmıştı. Askeri savcı epey üzüldü ama sonunda beraat ettik...
Bir iletişim ihmali!
1980'lerin ortasıydı. Okuldaki ağır ders yüküne rağmen gelir artırmak için Meydan Larousse'a uluslararası ilişkiler ve cumhuriyet tarihi ile ilgili madde yazıyor ve Levent'teki merkezlerine haftada bir giderek yazdıklarımı bırakıyor, yeni madde başlıklarını alıyordum.
Bir sabah okula geldiğimde erken saatte bir telefon geldiği ve terörle mücadeleden bir komiserin beni aradığını ve aramamı istediğini söylediler.
Hiç unutmuyorum günlerden cuma idi. Ve o gün Larousse'a gidecektim. Tabii hemen telefon ettim.
Çok nazik bir komiser Gayrettepe'deki Emniyet Müdürlüğü'ne kadar gitmem gerektiğini ve bir evrak işi olduğunu söyledi.
Zaten Levent'e gideceğimi düşünerek hemen o gün gelebileceğimi söyledim. Birkaç nezaket sözcüğünden sonra telefonu kapadık.
Emniyet müdürlüğünde söz konusu komiseri gördüm ve meseleyi sordum.
"Bir evrakın tamamlanması için sizi Selimiye sıkıyönetim mahkemesinden istiyorlar, gidip görüşmeniz gerek" dedi.
Bir an düşündüm ve hafta başında gidebileceğimi, o gün çok yoğun olduğumu söyledim.
"Biz sizi göndereceğiz Hocam" dedi.
"Bugün çok işim var pazartesine giderim" dediysem de "Biz sizi göndereceğiz bir araba hazırlatıyoruz" yanıtını aldım.
"Siz zahmet etmeyin ben giderim" dediğimde "Buyurun oturun Hocam" dedi. Ses değişmiş, yükselmişti.
Neticede bir polis refakatinde ve resmi bir polis minibüsüyle Selimiye Kışlası'nın nizamiyesine dayandık.
İçeri girince yanımdaki memur arkadaş girişin soluna geçmemi ve yüzümü duvara dönmemi istedi.
Giriş muamelelerini yaptırıyordu. Derken bir askere emanet edilerek içeri alındım.
Doğrusu ciddiden endişelenmiştim. Buraya getirildiğimden kimsenin haberi yoktu. Selimiye'ye alınan kimi arkadaşlarımıza günlerce ulaşamamıştık.
Günlerden cuma olduğu için savcıyla ne zaman konuşabileceğim de belli değildi.
Derken içeride hemen hepsi öğrenci olan genç gazeteciler bizi karşıladı. Ne olduğunu sordular ve bilmediğimi söyledim. Gerçekten bilmiyordum. "Eve haber verin" dedim.
Sonra savcılık bürosuna geçtik ve Barış Derneği davası nedeniyle arama emri olduğunu fakat davanın aylar önce düştüğünü öğrendik.
Başsavcı fena halde kızarak; sekreterlerden birine bu durumun emniyet ve sınır kapılarına neden bildirilmediğini sordu. Ufak bir iletişim sorunu ve ufak bir ihmal olmuştu.
Tekrar "hoca" olmuştuk. Savcı bey "Birer kahve içelim Hocam" dedi.
Kahvelerimizi içtik, beni getiren memurla bu kez yürüyerek Kadıköy'e geldik ve eve döndük. Vapurdaki kahveleri memur arkadaş ödedi.
12 Eylül'ün izleri kolay silinmiyor. O yasalar hâlâ yürürlükte...