Üstelik en üst düzeydeki konularda ve en kesin biçimiyle...
Gençliğimizde de böyle miydi, anımsamıyorum. Ancak günümüzde; özellikle gençlerin, daha az okumaları konusunda, ciddi mazeretleri var. Bilgisayar, internet, yüzlerce kanallı televizyonlar; istesek de, istemesek de; çocuklarımıza, okuyacak zaman bırakmıyor. Koca, koca kitaplar devirerek ulaşabilecekleri bilgilere; bilgisayarlarının, bir tuşuna dokunarak ulaşabileceklerini düşündüğümüz zaman, 'evladım oku', demek konusunda, fazla ısrarcı olamıyoruz.
Maalesef, 'okumanın, o büyük zevkini', tadamamış gençlerimize; bu konuda, ne söylesek inandırıcı olamıyoruz. Bu konudaki tek tesellim; zaman, zaman kaldığım Avrupa ülkelerinde ve çok eskilerde gittiğim ABD'de, benzer şeylerin yaşanması. Almanya'da, popüler toplumsal bilim kitaplarının satışları, yüz binlerle ifade edilirdi. Şimdilerde, on binlerle ifade ediliyor. Eskiden, herhangi bir Avrupa kentinde, herhangi bir kamu ulaşım aracına bindiğiniz zaman; ayakta kalanlar dahil, yolcuların çoğu kitap okumaya çalışırdı. Şimdilerde; otobüste, tramvayda, trende vb. kitap okumaya çalışan insanların sayısı, çok azaldı.
x x x
Evet; bizde de, okuyanların sayısı, (en azından bazı konularda), hızla azalıyor. 'Çılgın Türkler' gibi, bazı popüler yakın tarih kitaplarının; kimi edebiyat ürünlerinin, çok büyük satışlara ulaşmalarından, memnuniyet duyuyorum. Fakat, gene yakın çevremden biliyorum ki; bu kitapları alanların önemli bir bölümü, aldıkları kitapları okumuyorlar. Bazı kitaplar, 'moda' oluyor ve çok satılıyor. Ancak, okunmuyor...
Bu arada; o türden kitapların, 'korsan baskıları' yapılıyor ve bir 'hırsızlığa', zemin oluşturuyor. Hele, bu türden korsan ürünleri alanların, öyle savunmaları var ki; sinir oluyorum. Neymiş, 'korsan olmayan ürünler, fazla pahalıymış. Alamıyorlarmış...'
ne diyelim. Böylelerini, Allah'a havale etmek gerek...
Bugün bu konulara girmemin nedeni, cumhuriyet tarihimizle ilgili olarak; en basit konuların bile, yeterince bilinmemesi. Daha önceden duymuş, ya da okumuş olsalar da; insanlar, bildiklerini de unutuyorlar. Ve müthiş bir 'bilgi kirliliği' içinde, saçma sapan şeyler dile getiriyor ve inatla savunuyorlar.
Bu konudaki akıl dışı yalanlardan biri, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını, Samsun'a taşıyan Bandırma vapuruyla ilgili olarak, 6-7 yıl önce ortaya atılmıştı. Bandırma vapurunun, 200 metreden daha uzun, neredeyse bir transatlantık olduğu, iddia edilmişti. Bu konuda; bir yazımda, Ankara Belediye Başkanı Sayın Melih Gökçek'e de, haksız suçlamalarda bulunmuştum. Sonunda anlaşmıştık.
x x x
Kulaktan dolma ve yalan-yanlış, tarih bilgisi olan birileri, yeni bir şey öğrenmişçesine ve (kendi akıllarınca) sevinçle; Mustafa Kemal'i, Anadolu'ya geniş yetkilerle gönderen kişinin, Sultan Vahdettin olduğunu ve Mustafa Kemal ve beraberindekileri heyetin, Anadolu'ya gitmesini mümkün kılan hükümet kararnamesinde, Sadrazam Damat Ferit'in de imzası olduğunu, ilan ederler. Hatta, 'Yakın tarihimizin bir sırrını açıklıyoruz', gibisinden; yalan, yanlış manşet atanlar da olmuştu.
Buna karşılık, Atatürkçülerin aynı derecede bilgisiz bir bölümü; bunu, Atatürk'e hakaret olarak sayarlar ve 'Ne münasebet. Bunu nerden çıkarıyorsunuz...', derler.
Oysaki Atatürk bunu, kendi anlatmış ve Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün yaşadığı dönemde, bunu kaleme almış ve yayınlamıştı. Ama kim yaza, kim okuya...
x x x
Mustafa Kemal, Vahdettin'e veda etmeye gittiği günü, (mealen) şöyle anlatır. Veda etmek için, Yıldız Sarayı'na gitmiştir. Sultan Vahdettin, bir pencerenin önüne oturmuş, toplarını kente çevirmiş bulunan düşmen donanmasının gemilerine bakmaktadır.
Mustafa Kemal odaya girince, karşısında yer gösterir. Kısa bir süre, değişik konularda konuştuktan sonra; elini, yanındaki sehpanın üzerinde duran, siyah ciltli kalın bir kitabın üzerine koyar ve 'Paşa' der, 'şimdiye kadar yaptığın hizmetler, bu kitaba girdi. Fakat seni şimdi, daha önemli hizmetler bekliyor...'
Mustafa Kemal bu sözler üzerine veda eder. Sultan'ın odasının dışında, padişahın yaveri beklemektedir. Bir kese uzatır ve padişahın armağanı olarak, takdim eder. Kesenin içinde, değerli bir cep saati vardır.
Falih Rıfkı'nın aktardığı anılarda, Mustafa Kemal'in bu konudaki yorumu da vardır. 'Padişahın beklediği, onun saltanatını kurtarmam idi. fakat benim kafamda, memleketin kurtuluşu vardı...' demektir.
x x x
Tüm bunlar, yazılı çiziliyken ve yayımlanmışken; yalan, yanlış bilgilerle, her gün 'Amerika'yı yeniden keşfetmenin...', ne anlamı var?
Ayrıca, 'Anafartalar Kahramanı' olarak tanınan ünlü bir generalin; böyle bir izin olmaksızın, İşgal Kuvveleri Kumandanlığından, 'vize alabilmesi', mümkün mü? Ve böyle bir izin için, bir 'hükümet kararnamesi', olması gerektiğini düşünemezler mi? Ve böyle bir kararname, sadrazamın imzası olmadan çıkar mı?..
'Mütareke İstanbul'u, çürümüş ve çökmüştü. Fakat Anadolu, direnebilirdi.
Tek gereken şey, 'eşgüdüm sağlayabilecek', bir liderdi. İşte bu lider, Anadolu yolundaydı...