Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

6 Ekim 1923

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-10-06 07:41:00

6 Ekim 1923
 
İstanbul'un kurtuluşunu gençlik yıllarımda; Refet (Bele) Paşa'nın Mondros Mütarekesi sonrasında İstanbul'a gelişi olarak düşünürdüm.

Gerçekten; Mudanya Mütarekesi 11 Ekim 1922'de imzalanmasından sonra 15 Ekim 1922'de yürürlüğe girmiş ve 19 Ekim 1922'de Refet Paşa ve Gülcemal vapuru ile gelen Türk Birliği, Kabataş'tan karaya çıkmıştı.

Konuya hakim değilken; Refet Paşa'nın ve askerlerinin İstanbul'a gelmesiyle İstanbul'un kurtuluşunun gerçekleştiğini düşünür ve "6 Ekim nereden çıktı?" derdim. Oysaki daha sonraları Mudanya Mütarekesi'nin imzalanmasına rağmen İstanbul'daki işgalin (çok etkisizleşmiş olsa bile) devam ettiğini; fakat "zaptiye işlerinin" bize verildiğini öğrenmiştim. Doğrusunu isterseniz müthiş bir anlamsızlık. Lozan'da barış antlaşması imzalanmasaydı işgal devam mı ediyor olacaktı?..

Aslında "mütareke" demek; savaşan orduların silahlarını bırakmaları ve barış anlaşmasının imzalanmasını beklemeleri demektir. Eğer barış görüşmelerinde bir anlaşma sağlanamazsa; ordular silahlarını yeniden alır ve savaşa devam eder. Mudanya Mütarekesi sonrasında böyle bir savaş olasılığı pek kalmamış olmasına rağmen; İstanbul'daki işgal bir yıl kadar devam edecektir. (Herhangi bir etkisi olmasa bile...)

 x x x

Doğrusu; müttefiklerin Mondros Mütarekesi koşulları uyarınca; İstanbul'u düzen sağlamak bahanesi ve geçici kaydıyla işgal etmeleri de mantık ve uluslararası hukuka aykırı bir eylemdi. Zira; Osmanlı imparatorluğu; Suriye Cephesi'nde 1. Dünya Savaşı'nı kaybetmesine karşın Doğu Cephesi'nde ve Çanakkale'deki savaşları kazanmıştı ve İstanbul işgal edilmemişti. Gerçekten 1453'ten 13 Kasım 1918'e dek; tam 465 yıl Osmanlı İmparatorluğu'nda kalmıştı. Fakat Mondros Mütarekesi'nde Rauf Orbay kendisine dayatılan ağır koşulları kabul etmek zorunda kalmıştı. Özellikle mütareke metninin 7. Maddesi; müttefiklere "gerekli gördükleri bölgeleri geçici kaydıyla" işgal yetkisini vermekteydi. Zaten imparatorluğun idam fermanının son noktası da bu 7. Madde olmuştu.

İstanbul da bu anlayış çerçevesinde 13 Kasım 1918'de; "geçici" kaydıyla "fiilen" işgal edilmiş ve bu fiili işgal 16 Mart 1920'de; İngiltere'nin İstanbul'u "resmen" işgal etmesine kadar sürmüştü.

Dünya üzerinde savaş sırasında işgal edilmeyen bir başkentin; mütareke masasında işgal edilmesi rastlanan bir durum değildir. 1. Dünya Savaşı'nın "suçlusu" sayılması gereken Almanya'nın başkenti Berlin de; Avusturya'nın başkenti Viyana da savaş sonrasında işgal edilmemişti. Fakat İstanbul bu acı kaderi yaşamak zorunda bırakılmıştı.

"Batılı"nın çifte standartlarının ilginç bir örneği...

 X x x

13 Kasım 1918'deki işgal; sözde "geçici" idi ama kendine "Selanik Fatihi" denilmesinden pek hoşlanan Fransa'nın Doğu Orduları kumandanı General d' Esperey haysiyet kırıcı bir "şov" yapmıştı. Askerlerini Sirkeci'den karaya çıkartmış ve bu askerlerin önünde iki dizginini iki Senagalli askerin tuttuğu beyaz bir atla Sirkeci'den Beyoğlu'na kadar bir "zafer yürüyüşü" yapmıştı. Bando eşliğinde ve top sesleri arasında gerçekleşen bu yürüyüşe İstanbul'un gayrı Müslimlerinin yaşadığı semtlerde büyük tezahürat yapılmıştı. 8 Şubat 1920'de yaşanan bu olayın yanıtı; bir gün sonraki "Hadisat" gazetesinde "Kara Gün" başlığıyla Süleyman Nazif'in kaleminden verilmişti: "... Fransa Kralı 1. Fransua'yı Şarlken'in mahpusundan kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca sarmış bir ümmetin kader defterinde böyle bir elem verici satır da varmış.

Herhalde geçicidir." (Türkçeleştirerek alıntıladım TA.)

Refet Paşa bu ucuzluğa kaçmadı. Askerlerini Kabataş'tan karaya çıkardı ve başlarına geçerek; Tophane, Karaköy, Eminönü, Divan yolu, Beyazıt üzerinden Fatih'e gelerek Fatih Sultan Mehmet türsende yürüyüşü noktaladı.

Bu kez roller değişmişti. Galata Köprüsü'nün Beyoğlu tarafında müthiş bir sessizlik ve korku egemenken; köprünün Eminönü tarafında hiç yaşanmamış bir sevinç gözleniyordu. İstanbul askerlerini bağrına basıyordu...

 X x x

Fakat İstanbul'un "resmen kurtuluşu"; 6 Ekim 1923'te Şükrü Naili (Gökberk) Paşa'nın kumandasındaki ordu birliklerinin İstanbul'a girmesiyle gerçekleşti. Gerçekten Lozan Antlaşması'nın imzalanmasından ve onaylanmasından sonra; yaklaşık 5 yıldır İstanbul'da yuvalanan müttefik kuvvetler; Dolmabahçe rıhtımında Türk bayrağını selamlayarak teknelerine bindiler ve gemilerine geçerek İstanbul'u terk ettiler.

İstanbul'un Türk-Müslüman halkı bir bayram daha yaşarken; işgal sırasında; evlerini, sofralarını, yataklarını yabancı subaylara açan "işbirlikçiler" müthiş bir korku içindeydiler. Bu görev subayların bir bölümünün çocuklarını ellerine alan kimi kadınlar; Dolmabahçe sırtlarında "bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz?" diye ağlaşıyorlardı.

İşbirlikçilerin değişmeyen kaderi...

 X x x

Kaderin ilginç bir cilvesi olarak; aynı gün yani 6 Ekim 1923'te Damat Ferit Paşa, Nice'de öldü.

Ulusal mücadeleye karşı olan ve baltalamak için tüm olanaklarını kullanan bu kişinin; aynı gün ölmesi "kaderin cilvesinden" başka neyle açıklanabilir ki?..

 


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara