Son zamanlarda, asla yerinde olmak istemeyeceğim insanlar, Anayasa Mahkemesi'nin üyeleri idi.
Gerçekten; onlardan biri olmaktansa, Kemal Alemdaroğlu'nun rektör olduğu bir üniversitede, öğretim üyesi olmayı bile tercih edebilirdim!..
Anayasa Mahkemesi'nin, deneyimli ve değerli üyeleri; Anayasa Mahkemesi kararlarının, gerekçe açıklanmadan açıklanamayacağına dair Anayasa hükmünü, bilmezler mi? Elbette bilirler. Gene aynı hukukçular; Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa değişikliklerini; sadece, şekil bakımından inceleyebileceğini ve denetleyebileceğini, bilmezler mi? Elbette bilirler. Fakat olaylar, öyle gelişti ve bu değerli hukukçularımızı öylesine zorladı ki; (eminim), hiç istemedikleri halde, kendileri hukuk kurallarını çiğnediler.
Evet; Anayasa Mahkemesi, sıradan yasa değişikliklerini, ?esastan? inceleyebilir ve denetleyebilir. Ama, Anayasa değişiklikleri konusunda, böyle bir inceleme ve denetleme yetkileri yoktur. Fakat, yakın tarihimizde; ne tür gelişmelerin, Anayasa Mahkemesi kurulmasını zorunlu kıldığı düşünülürse, böylesi bir denetlemeye, mecbur kaldıkları ve bunun sonunda, maalesef, ?hukuk devleti? anlayışını, zedeledikleri anlaşılır.
Perşembe günkü yazımda; bugün yazmakta olduğum konumun, bazı işaretlerini vermiştim. Eğer elinizin altında, ya da yakınlarda, o yazıyı bulabilirseniz; bir kez daha gözden geçirmenizde, çok fayda olabilir. O yazımda, demokrasilerdeki ?çoğunluk ilkesinden? söz etmiş ve çoğunluk iradesini ele geçiren siyasal gücün, tek başına, tüm toplumu ilgilendiren kararlar alamayacağına, işaret etmiştim. Gerçekten; demokrasinin temel kurallarından biri, belki de en değerlisi; bir demokraside, çoğunluk karşısındaki azınlığın da, yaşamaya ve iktidar olmaya, hakkı olmasıdır. Ülkeyi; elbette, çoğunluk iradesine sahip olanlar yönetir. Ama, canlarının istediği her şeyi, yapamazlar.
Türkiye'de; Demokrat Parti, bu konuda iyi bir sınav veremedi. Ellerinde bulunan gücü, sınırsız bir güç zannettiler. Menderes'in, ?sizler isterseniz, hilafeti bile geri getirebilirsiniz?, cümlesi; işte bu anlayışı dile getiren, çok talihsiz bir cümle olmuştu. Elbette, tek örnek bu değil. Ülkeyi, hızla 27 Mayıs'a götüren olayların hemen tümünün ardında; siyasal iktidarı ele geçirmiş bulunan çoğunluk iradesinin, gücünü denetimsiz kullanmak istemesi, yatıyordu. Denetimsiz bir güç, herkese zarar verir.
TBMM Genel Kurul Salonu'nda, başkanlık kürsüsünün arkasında, ?egemenlik kayıtsız şartsız milletindir?, yazıyordu. Fakat egemenlik hakkını, millet adına kullananların denetlenmemesinin, demokrasiye de zarar verdiği görülüyordu. İşte bu yaşananlar; Türkiye'de, ?egemenlik kullanımını?, bir biçimde, ?denetleme? yoluna götürdü.
1961 Anayasası, yeni bazı kurumlar getirdi. Örneğin, nispeten daha olgun ve bir kısmı, ?atanmış? siyasetçilerden oluşan, bir ?Cumhuriyet Senatosu?; genişletilmiş yetkileriyle, ?Danıştay?, ?Yargıtay?; ?Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu?, ?Özerk Üniversiteler?, ?Özerk TRT? ve ?Anayasa Mahkemesi? vb., bu arada düşünülmelidir.
Gene son yazımda; Türkiye Cumhuriyeti'nin dayandığı, üç temel ilke üzerinde durmuş ve ?halk egemenliği?, ?çağdaşlık? ve ?laiklik? olan bu ilkelerin, değiştirilmesinin mümkün olmadığını; zira bunların, Cumhuriyetimizin temel felsefesi olduğunu, dile getirmiş ve dünya üzerindeki her devletin, değişmez bir kuruluş felsefesi olduğunu, söylemiştim.
Ben; AKP'nin, Türkiye'de laik düzeni değiştirip, bir ?İslam şeriatı düzeni?, kurma niyetinde olduğuna, inanmıyorum. En azından şimdilik, böyle bir niyetlerinin olması, mümkün değil. Kaldı ki; eğer böyle bir niyetleri olsaydı, bu kadar uzun süre saklamaları, mümkün olamazdı. Fakat toplumumuzda, en az yüzde 15-20'lik bir kitle, AKP'nin takiyye yaptığına inanıyor ve samimi bir endişe duyuyor. AKP iktidarı, bu endişeyi ortadan kaldırma konusunda, yetersiz kaldı. Bu insanlar, ne yapabilirdi? Türkiye'de, kendini ?laik? ve ?Atatürkçü? olarak tanımlayan insanların, kendilerini rahatlattıkları konu; laik devlet tehlikeye düşerse, Silahlı Kuvvetler'in, buna izin vermeyeceğine dair inançtır. Fakat bu konudaki gayretler, bir ölçüde sonuçsuz kalınca, iş Anayasa Mahkemesi'ne düştü.
Anayasa Mahkemesi'nin sayın üyeleri, eminim pek de gönüllü olmaksızın; AKP'yi, ?antilaik düşüncelerin odağı?, olarak gördüler. Fakat partiyi kapatmaya da hukuki bir gerekçe bulamadılar. Ve bilinen sonuç ortaya çıktı. Açıkladıkları gerekçe, kimseyi tatmin etmedi. Karar, tatmin edici değil ki, gerekçe tatmin edici olsun. Bir fırtına geldi ve (umalım), geçti gitti.
Anayasa Mahkemesi'nin, deneyimli ve değerli üyeleri; Anayasa Mahkemesi kararlarının, gerekçe açıklanmadan açıklanamayacağına dair Anayasa hükmünü, bilmezler mi? Elbette bilirler. Gene aynı hukukçular; Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa değişikliklerini; sadece, şekil bakımından inceleyebileceğini ve denetleyebileceğini, bilmezler mi? Elbette bilirler. Fakat olaylar, öyle gelişti ve bu değerli hukukçularımızı öylesine zorladı ki; (eminim), hiç istemedikleri halde, kendileri hukuk kurallarını çiğnediler.
Evet; Anayasa Mahkemesi, sıradan yasa değişikliklerini, ?esastan? inceleyebilir ve denetleyebilir. Ama, Anayasa değişiklikleri konusunda, böyle bir inceleme ve denetleme yetkileri yoktur. Fakat, yakın tarihimizde; ne tür gelişmelerin, Anayasa Mahkemesi kurulmasını zorunlu kıldığı düşünülürse, böylesi bir denetlemeye, mecbur kaldıkları ve bunun sonunda, maalesef, ?hukuk devleti? anlayışını, zedeledikleri anlaşılır.
Perşembe günkü yazımda; bugün yazmakta olduğum konumun, bazı işaretlerini vermiştim. Eğer elinizin altında, ya da yakınlarda, o yazıyı bulabilirseniz; bir kez daha gözden geçirmenizde, çok fayda olabilir. O yazımda, demokrasilerdeki ?çoğunluk ilkesinden? söz etmiş ve çoğunluk iradesini ele geçiren siyasal gücün, tek başına, tüm toplumu ilgilendiren kararlar alamayacağına, işaret etmiştim. Gerçekten; demokrasinin temel kurallarından biri, belki de en değerlisi; bir demokraside, çoğunluk karşısındaki azınlığın da, yaşamaya ve iktidar olmaya, hakkı olmasıdır. Ülkeyi; elbette, çoğunluk iradesine sahip olanlar yönetir. Ama, canlarının istediği her şeyi, yapamazlar.
Türkiye'de; Demokrat Parti, bu konuda iyi bir sınav veremedi. Ellerinde bulunan gücü, sınırsız bir güç zannettiler. Menderes'in, ?sizler isterseniz, hilafeti bile geri getirebilirsiniz?, cümlesi; işte bu anlayışı dile getiren, çok talihsiz bir cümle olmuştu. Elbette, tek örnek bu değil. Ülkeyi, hızla 27 Mayıs'a götüren olayların hemen tümünün ardında; siyasal iktidarı ele geçirmiş bulunan çoğunluk iradesinin, gücünü denetimsiz kullanmak istemesi, yatıyordu. Denetimsiz bir güç, herkese zarar verir.
TBMM Genel Kurul Salonu'nda, başkanlık kürsüsünün arkasında, ?egemenlik kayıtsız şartsız milletindir?, yazıyordu. Fakat egemenlik hakkını, millet adına kullananların denetlenmemesinin, demokrasiye de zarar verdiği görülüyordu. İşte bu yaşananlar; Türkiye'de, ?egemenlik kullanımını?, bir biçimde, ?denetleme? yoluna götürdü.
1961 Anayasası, yeni bazı kurumlar getirdi. Örneğin, nispeten daha olgun ve bir kısmı, ?atanmış? siyasetçilerden oluşan, bir ?Cumhuriyet Senatosu?; genişletilmiş yetkileriyle, ?Danıştay?, ?Yargıtay?; ?Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu?, ?Özerk Üniversiteler?, ?Özerk TRT? ve ?Anayasa Mahkemesi? vb., bu arada düşünülmelidir.
Gene son yazımda; Türkiye Cumhuriyeti'nin dayandığı, üç temel ilke üzerinde durmuş ve ?halk egemenliği?, ?çağdaşlık? ve ?laiklik? olan bu ilkelerin, değiştirilmesinin mümkün olmadığını; zira bunların, Cumhuriyetimizin temel felsefesi olduğunu, dile getirmiş ve dünya üzerindeki her devletin, değişmez bir kuruluş felsefesi olduğunu, söylemiştim.
Ben; AKP'nin, Türkiye'de laik düzeni değiştirip, bir ?İslam şeriatı düzeni?, kurma niyetinde olduğuna, inanmıyorum. En azından şimdilik, böyle bir niyetlerinin olması, mümkün değil. Kaldı ki; eğer böyle bir niyetleri olsaydı, bu kadar uzun süre saklamaları, mümkün olamazdı. Fakat toplumumuzda, en az yüzde 15-20'lik bir kitle, AKP'nin takiyye yaptığına inanıyor ve samimi bir endişe duyuyor. AKP iktidarı, bu endişeyi ortadan kaldırma konusunda, yetersiz kaldı. Bu insanlar, ne yapabilirdi? Türkiye'de, kendini ?laik? ve ?Atatürkçü? olarak tanımlayan insanların, kendilerini rahatlattıkları konu; laik devlet tehlikeye düşerse, Silahlı Kuvvetler'in, buna izin vermeyeceğine dair inançtır. Fakat bu konudaki gayretler, bir ölçüde sonuçsuz kalınca, iş Anayasa Mahkemesi'ne düştü.
Anayasa Mahkemesi'nin sayın üyeleri, eminim pek de gönüllü olmaksızın; AKP'yi, ?antilaik düşüncelerin odağı?, olarak gördüler. Fakat partiyi kapatmaya da hukuki bir gerekçe bulamadılar. Ve bilinen sonuç ortaya çıktı. Açıkladıkları gerekçe, kimseyi tatmin etmedi. Karar, tatmin edici değil ki, gerekçe tatmin edici olsun. Bir fırtına geldi ve (umalım), geçti gitti.
BUGÜN