Bu konuda kimileri çok iyimser; kimileri de çok karamsar. İyimser olanlar; "bu iş bitti artık barış geldi" derken; kötümser olanlar "hiçbir şey değişmedi üstelik bu imza ile kardeş Azerbaycan'ı da kırdık" diyorlar.
Bence; iyimser olanlar da kötümser olanlar da haklı değil. Atılması gereken bir adım atıldı. Bunun neler getireceği zaman içinde belli olacak. Şimdiden bir şey söylenemez. Daha doğrusu bir şeyler söylemek için vakit erken...
x x x
Yukarıdaki paragrafta "atılması gereken adım" cümlesini kullandım.
"Nereden çıktı bu gereklilik?" sorusunu sormayın. Dünya üzerinde hiçbir devlet tek başına siyaseti belirleyemiyor. Siyasetçilerimiz; ne denli inkâr ederlerse etsinler; bölgemizle ilgili yeni bir ABD planı var ve Türkiye'nin Ermenistan'la ilişkilerini düzeltmesi bu planın bir parçası.
ABD'nin bölgemizle ilgili daha önceki planı; bir anlamda Türkiye'yi "dışlayan" bir plandı. Ülkemizin "muhalefetinin" sürekli olarak BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) çerçevesinde; ABD'nin Türkiye'yi görevlendirdiği dile getirilirse de; ABD "Teskere buhranı" sonrasında; bir anlamda Türkiye'yi gözden çıkarmıştı.
ABD Türkiye'yi kullanamadan Irak'a girmişti ama doğrusu amacına da ulaşmıştı. Gene bazı yazarlar ve akademisyenler; ABD'nin işgali izleyen dönemdeki sıkıntılarını dikkate alarak "ABD başarılı olamadı" diyorlar. Bence haksızlar. Zira ABD'nin bu projeyle iki amacı vardı: Bunlardan biri; "petrol bölgesine" girmek ve kalıcı bir "pozisyon" elde etmekti. İkinci amaç ise; İsrail'in güvenliği konusundaki "duyarlılığını" hissettirmekti. ABD ilk aşamada bu iki amacına ulaştı.
Fakat "kalıcı pozisyon" konusundaki beklentisinde "yanlış ata oynadı." Daha doğrusu; yanlış ata oynadığını anladı...
ABD Kuzey Irak Kürtleri'ne büyük yatırım yapmıştı. Körfez Savaşı sonrasında binlercesini götürmüş ve eğitmişti. Irak Savaşı sonrasında; Kuzey Irak Kürt Bölgesi'nde 80 bin peşmerge olduğunu öğrendiğim zaman inanamamıştım. Benim tahminim 10-15 bin kişilik bir peşmerge ordusu idi.
İşte ABD Irak'ı parçalamayı ve Kuzey'de kurulacak bir Kürt devleti ile; hem bölgedeki çıkarlarını; hem de İsrail'in güvenliğini koruyabileceğini düşündü. Neocon'ların görüşlerinin temsilcisi Dışişleri Bakanı C. Rice; "bölgenin haritalarını değiştireceğiz" deme cüretini gösterirken kafasının içindeki buydu. Oysaki bu bölgeyle ilgili olarak yapılan planlarda Türkiye'nin onayı alınmazsa ve katkısı sağlanmazsa; o planın hiçbir uygulama şansı yoktur.
ABD'nin politikası; biraz da "teskerenin reddi" sonrasında belirlendi. Türkiye'nin (hele epeyce ümit verdikten sonra) bu talebi reddetmesi; nerdeyse bir Türkiye düşmanlığı yarattı. (Ünlü çuval olayı da o dönemde yaşandı. Allah'tan; oradaki sorumlu komutanlarımız soğukkanlılıklarını korumuşlar.) Fakat sonunda ABD bu politikanın uygulanma şansı olmadığını anladı. ABD'de Bush'un yerine seçilen Obama; dikkatini Afganistan ve Pakistan'a odaklamak isteyince bölgemizle ilgili yeni projeler üretmek zorunda kaldılar.
X x x
ABD ürettiği yeni Ortadoğu Projesi'nde; kaçınılmaz olarak bölgeyi terk edeceğini öngörüyor. Ve Irak'ı parçalayıp bir Kürt devleti kurduğu zaman; bırakın bu devlet vasıtasıyla bölgenin huzur ve güvenini sağlamayı; bu mutasavver devletin varlık ve güvenliğini bile sağlayamayacağını anladı. Ve işte o zaman; Türkiye'nin bölgesi ve kendisi için öneminin bilincine yeniden vardı.
ABD bölgeyi kısmen terk ederken; ardında huzurlu ve çatışması az bir Ortadoğu bırakmak istiyor. Zira hem bölge petrolünü kontrol altına aldı hem de İsrail'e karşı Suriye ve İran'dan gelecek tehditlerin önünü bir ölçüde kesti. Ve bu koşullar altında; Türkiye'nin Kürt ve Ermeni sorunlarının çözümlenmesi konusunda katkı sağlamak istiyor.
ABD'nin bunun istemesi; Türkiye'nin buna karşı çıkmasını mı gerektirir? Böyle mantık olur mu?..
Türkiye'yi yönetenler (her kim olurlarsa olsunlar) "ABD'nin böyle bir planı varsa buna uymamamız gerekir. Çünkü ABD'nin lehine olan şey Türkiye'nin aleyhinedir" mi diyeceklerdir? Uygulanacak bir politika her iki tarafın da lehine olamaz mı? Her iki taraf da yarar sağlamaz mı?
x x x
Bundan 10 küsur yıl önce ABD, Öcalan'ı "şartlı olarak" paketler ve teslim ederken "ABD bunu bize verdiğine göre bir menfaati vardır. Kabul etmeyelim" mi deseydik? Rahmetli Ecevit "üzümü yiyin bağını sormayın" dediği zaman; kimse itiraz etmemişti.
Bugün bir "umuda" bile karşı çıkanlar o zaman "dut yemiş bülbül" gibiydiler.
Aklın yolu bir olmalı...
x x x
Toplumların unutkanlığına, hafızalarının güçsüzlüğüne güvenen kişiler çok gülünç oluyor. Geçenlerde; bir televizyon programında Sayın Rauf Denktaş'ın "çözümsüzlük politikasını" aklı sıra savunan bir gazeteci, Denktaş'ın ve destekçilerinin; Annan Planı'nı desteklediğini söyleyince; "çüş" dememek için kendimi güç tuttum.
Öyle durumlar var ki; insan terbiyesini korumakta zorlanıyor...