Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Bir insan serüveni-Ali Adnan

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-05-08 08:03:00

Bir insan serüveni-Ali Adnan
Son zamanlarda TRT'de yayınlanan bir dizi çok ilgimi çekti.

"Bir insan serüveni" ya da "Ali Adnan" adını taşıyan bu dizi; 27 Mayıs Devrimi'yle devrilen ve maalesef utanç verici bir biçimde idam sehpasında yaşamını yitiren rahmetli Başbakan Adnan Menderes'in yaşamını anlatıyor. Tabii bu arada o günlerin Türkiye'sini de; enfes belgesel görüntülerle gözler önüne seriyor.

Önce; bu konudaki yaklaşımımı bir kez daha dile getirmek istiyorum. Biraz aşağıda dile getireceğim nedenlerin ışığı altında; 27 Mayıs'a yaşamım boyunca sahip çıkmaya çabaladım. Fakat üç değerli devlet adamını ipe götüren ve 15 aileye de bu korkuyu yaşatan; Yassıada Adalet Divanı'nı hukuk ve adalet adına kara bir leke olarak görürüm. 27 Mayıs'ı yapanların en büyük şansızlıkları; belki de hataları bu yargı süreci olmuştur. Bu süreci bir “şanssızlıktan" çok; bir "hata" olarak görme eğilimindeyim. Zira bu adamları seçen ve yargı sürecini yönlendirenler kendileri idi.

Eğer 27 Mayıs 1960 sonrasında; böyle saçma sapan bir yargılama süreci yerine o güzel "1961 Anayasası" hazırlandıktan sonra hızla seçimlere gidilse ve dürüst bir seçim sonrasında; ortaya çıkacak Meclis'e yetkiyi devretseydiler; hem insanlar kafalarındaki demokrasi kavramını netleştirir hem kutuplaşma sonra erer hem de DP'nin başlattığı ekonomik kalkınma hamlesini sürdürmek mümkün olurdu. Ve Türkiye; ne 12 Mart 1971 müdahalesini yaşar; ne 1970 sonrasında sokaklar kan gölüne döner ne de 12 Eylül "rezilliği" yaşanır idi. Şimdi (kendilerince haklı olarak); 27 Mayıs'la 12 Eylül'ü aynı kefeye koyanlar; "o da darbe idi bu da darbe..." diyemezlerdi. Çok yazık ettiler...

***

Celal Bayar halkın Adnan Menderes'e duyduğu büyük sevgiyi "sihirli bir muhabbet" olarak isimlendirirmiş. Bu diziden öğrendiğim bu tanım; beni gerçekten çok derinden etkiledi. Yaşım çok küçük olduğu için; "hayal-meyal" hatırladığım bir dönemdi o. Fakat özellikle 1957 sonrasını oldukça net hatırlıyorum. Zira yaşım 13-14 olmuştu. Ve hatırladıklarım; hiç de özgürlükçü şeyler değildi. O hatırladıklarımı zaman zaman bu köşede dile getirdim. Fakat bir kez daha bazı hususları hatırlamak ve sizlere de hatırlatmak istiyorum.

Bir demokraside iletişim en az özgür seçimler kadar önemlidir. Hele; 50'li yılların çok yetersiz koşulları düşünüldüğü zaman. İşte en kolay ulaşılabilinecek olan; günlük gazeteler inanılmaz bir baskı altında idiler. "Kağıt tahsisi" ve "resmi ilan silahı" gazeteleri iktidarın eline tutsak etmişti. Günümüz gençleri "kağıt tahsisinin" ne olduğunu bilmezler biraz açmam gerek. O günlerde; kağıt ithal etmek pek mümkün değildi. Gazeteler SEKA'nın kağıdına muhtaçtı. Bunun için de "tahsis" yapılırdı. Ama eğer muhalifsen bu iş oldukça zordu.

Bu türden baskılara rağmen bazı gazeteler; "efelenmek" isterse Ceza Yasası'nın basınla ilgili maddeleri yaşama geçerdi. Kimi gazetelerin birinci sayfalarında kimi sütunlar kazınır ve beyaz çıkardı. Ankara Cezaevi'nin bir bölümü gazetecilere ayrılmıştı. Buraya "Ankara Hilton" adı verilmişti.

***

Bu türden örnekleri çoğaltmak mümkün. Fakat benim bugün niyetim Demokrat Parti'yi eleştirmek değil. Böylesine inanılmaz "sihirli bir muhabbetle" sevilen Adnan Menderes'in trajik sonunu hazırlayan anlayışın sergilenmesi.

Çocuk denebilecek bir yaşta DP'ye müthiş tepki duyarken; ileriki yaşlarımda bazı şeyleri sorgulamaya başlamam; çok severek okuduğum ve babamgillerin üniversite arkadaşları olduğunu bildiğim için büyük saygı duyduğum Samim Kocagöz'ün; "Yılan Hikayesi" başlıklı romanıyla oldu. "Onbinlerin Dönüşü", "Kalpaklılar", "Doludizgin" vb. pek çok romana ve hikayeye imza atan Samim Kocagöz; belli olaylara ve doğrulara dayanmayan roman yazmaz. Bunu bildiğim için; "Yılan Hikayesi"ni büyük bir ilgiyle okudum.

Olay çok özetle; Batı Anadolu'da bir köyde DP'nin örgütlenişini işliyordu. Askerde gözü iyice açılan ve bilinçlenen bir delikanlının; halka nasıl öncülük ettiğini ve "yerleşik egemen güç"ün bu işleri baltalamak için başvurduğu oyunları anlatıyordu. Gerçekten başka bazı edebiyat dışı kaynaklarda da; DP'nin ilk örgütlenişi sırasında bunların "kominist" (!) (komünist değil) oldukları iddiasının yoğun olarak kullanıldığını duymuştum.

* *

Peki böyle sağlıklı bir halk hareketi ve "sihirli muhabbet" nasıl olmuş da idam sehpalarına kadar gitmişti? Böyle şeyler eski çağlarda olurdu ama; 20. Yüzyıl'da olmaması gereken şeylerdi.

Bu gidişatın "bam teli"; Demokrat Parti ve rahmetli Menderes'in demokrasi anlayışlarıydı. Gerçekten; "çoğunluk iradesini" milli irade zannederek; canlarının istediği her şeyi yapabileceklerini zannettiler. Bunun en somut örneği; bir DP TBMM Grup toplantısında milletvekillerine "Sizler isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz" biçimindeki hitabıdır.

Evet; bir demokraside "egemen olan irade" elbette çoğunluğun iradesidir. Ancak bu irade "her şeyi" yapmaya yetmez. Çoğunluğun özgürlüğünün sınırı vardır ve bu sınır azınlığın iradesinin başladığı yerdedir. (Korkarım; günümüz siyasetçileri arasında da bu sınırı bilmeyenler var...)

Çok yazık oldu. "Sihirli bir muhabbetle" sevilen Adnan Menderes'in kaybının yanı sıra; Türkiye de en azından bir 30-40 yıl kaybetti. Çok yazık...

 

Bugün

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara