Nefret ettiğim yaklaşımlardan biri; 'Ben söylemiştim' söylemi.
Hele, aradan uzunca bir süre geçtikten ve insanlar; neler söylenip, neler söylenmediğini, unutmaya başladıkları zaman. Bu arada, beni daha çok sinirlendiren bir tutum da; belli olaylar ve belli kişiler hakkında, birbirinden çok farklı değerlendirmeler yapan ve kesinleşen sonuç ne olursa olsun,
'Ben söylememiş miydim' diyen insanlar. Böyle bir tutum, başkalarını budala yerine koymak değil mi? 'Ben söylemiştim...' demiyorum ama yıllardan beri inatla ve ısrarla dile getirdiğim bir gözlemim vardır. Kimilerinin aksine, dini duyarlılıkları yüksek oranların tümünü, bir İslam şeriatı devletinin peşinde sanmak da yanlıştır; laik ve çağdaş düzenimize sahip çıkma konusunda, çok hassas olanların dinsiz ya da dine karşı olduklarını sanmak da haksızdır.
Türkiye'de, dini duyarlılıkları yüksek olan insanların; bir İslam şeriatı düzeni içinde yaşamak arzusu içinde olmadıklarını dile getirdiğiniz zaman; birileri, hemen İran İslam Cumhuriyeti örneğini getirirler ve bizdeki 'İslamcıların' (!), takiyye yaptığını iddia ederler. Bu öyle bir iddiadır ki; aksini ispat etmeniz mümkün değildir. Birilerinin takiyye yapmadığını, nasıl ispat edebilirsiniz ki?..
Oysa ki, bu insanların beklenti, umut ve talepleri; 'daha iyi bir yaşam'dır. Yani, daha geniş ve sağlıklı bir konut, daha güvenceli ve yüksek gelirli bir iş, çocuklarına daha iyi bir eğitim, daha kolay ulaşılabilir sağlık hizmetleri, vs... Ve bu 'değişimi' sağlayabileceğine inandıkları siyasal partilere, oylarını verirler. İstanbul'un, 'tutucu' olarak nitelendirilen gecekondu bölgelerinin, 1970'li yıllarda Ecevit ve CHP'ye yönelmesinin sebebi de buydu; 2000'li yıllardaki, AKP ve Tayyip Erdoğan başarısının arkasındaki sebep de budur. AKP'nin 'dinci' olması falan değil. (Zaten benim değerlendirmeme göre; AKP dince değil, dini duyarlılıkları yüksek olan, liberal bir partidir.)
Peki bu toplumda, bir İslam şeriatı düzeni kurmak isteyenler yok mu? Elbette var. Fakat bunlar yüzde 3'ü geçmezler.
Türkiye'de; laik ve çağdaş düzenimizin korunması konusunda, çok hassas olan insanlarımız arasında, 'ateist' ve 'dinsiz' olanların oranı, yüzde 1 bile değildir. İbadetle ilgili olarak, çok eksikleri olsa bile, inanç konusunda asla kuşku duyamazsınız.
Özellikle 'askeriye', bu konuda çok duyarlıdır. Mescidi ya da camii olmayan; kışla, karakol ve askeri okul bulamazsınız. Fakat kimileri, Silahlı Kuvvetlerimiz'i bu konuda zaaf içinde göstermeye özel bir önem verirler.
Türkiye'de, bir İslam şeriatı düzeni tehlikesi olmadığını dile getirdiğim toplantılarda; yukarıda da değindiğim gibi, hemen İran örneğini dile getirirler. Ve benim bunu görmemi; kimi zaman 'saflıkla'; kimi zaman da 'bilgisizlikle' değerlendirirler. (Kendileri müthiş bilgili ya...)
Oysaki Türkiye, inanılmaz bir hızla değişiyor. İnsanlarımız, 'kapanmak' değil; 'dünyaya açılmak' istiyorlar. Gene, her zaman verdiğim bir örnek vardır. Mustafa Kemal'in yaşamakta olduğu, 1920'lerde ve 1930'larda; bir referandum yapılsa ve 'hilafet düzenini mi istersiniz, laik cumhuriyetin devamını mı istersiniz?' sorusu sorulsa, halkın yüzde 70'i, yüzde 80'i, hilafetten yana oy verirdi. Aynı referandumu bugün yapsak, (Saadet Partisi ve AKP'nin aldığı oyları da dikkate alarak söylüyorum), halkımızın yüzde 90'dan fazlası, laik Cumhuriyetten yana oy kullanır.
Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Fethi Bey'in, 1930'da İzmir'de nasıl karşılandığını anımsamak gerek. Evladı ölen baba, yavrusunun cesedini getirip, Fethi Bey'in ayaklarının dibine seriyor ve 'Bu ilk şehidimiz' diyor; 'hepimiz şehit olmaya hazırız'...
Bu yaralı babaya, (mealen) bu sözleri söyleten, neydi acaba? Atatürk düşmanlığı mı? Elbette değil. Fakat düzenden rahatsızdı... Toplumumuzda, bugün de rahatsızlıklar var. Ama tepkilerin ortaya çıkışı, çok daha demokratik.
Yukarıda yazdıklarım, en azından son 20-25 yılda; yazılı ve sözlü olarak, dile getirdiklerim ve savunduklarım. Bir zamanlar; 'birileri', bu görüşlerim nedeniyle beni fena halde suçlarlardı. Şimdi, Sayın Baykal'ın, beni de şaşırtan ve hatta biraz da kızdıran açılımından sonra, kendilerini toparlamaya! çalışıyorlar.
Baykal'ın beni neden şaşırttığını; son birkaç yazımda anlatmaya çabaladım. Yapılanlardan çok, daha sonra söylenenler, garip kaçtı. İnsanları aptal ve sınırsız unutkan, sanıyorlar. Oysa ki, 'başörtüsü rahatsız olduğumuz bir şey değildir', diyerek; konuyu noktalasalar, gerçekten bir şeyler değişebilirdi. Fakat işin içine kara çarşaf, ardından sarık ve cübbe girince, işler arapsaçına döndü. Bakalım nasıl toparlanacaklar...
Bugün