Bu konu "demokrasi" olacak. Demokrasi, demokrasi ve gene demokrasi...
Ve söze W. Churchill'in ünlü değerlendirmesiyle başlamak istiyorum:
"Demokrasi berbat bir rejimdir. Fakat rejimlerin en az berbat olanıdır."
X x x
Bundan önce de birkaç kez değinmiştim. 1974 yılında; "Demokrasi Teorisi" başlıklı bir tezle, "siyasal teori" alanında doçent olmuştum. Bu çalışmamı, 1976 yılında bastırılınca; kitabın en başına, ünlü Fransız edebiyatçısı Victor Hugo'nun, "93 İhtilali", başlıklı eserinden kısa bir parça koymuştum. Bu kısa parçada, Victor Hugo'nun yaptığı değerlendirme; (bence), gerek bireysel yaşam ve gerekse toplumsal yaşamın, her noktasını açıklamakta:
"Sonuçtan dolayı insanı yermek ya da övmek, toplamdan dolayı rakamları yermek ya da övmek gibi olur. Geçecek şey geçer, esecek rüzgar eser. Ebedi huzur bu poyrazlardan müteessir olmaz. İhtilallerin üzerinde gerçek ve adalet fırtınaların üzerindeki yıldızlı gökler gibi sürüp gider..."
Çoğu taraflarını, yanlış bilsek bile; binlerce yıllık insanlık tarihinde sayısız yönetim biçimleri olmuştur. Fakat bu binlerce yönetim biçimi temelde üç kaynaktan birine dayanır. "Yönetenler" ya ellerindeki, "zorlama gücüne" dayanarak yönetirler ya tanrı ve din adına yönetirler ya da bir biçimde "yönetilenlerin iradelerinin sonucuna göre" yönetirler.
Yönetimin bu son kaynağı, genellikle "özgürlükçü" rejimleri ortaya çıkartır ve çok farklı biçimleriyle "demokrasiler" de bu başlık altında incelenirler. Fakat bir kez daha vurgulamakta fayda var ki çok farklı demokrasi tanım ve uygulamaları vardır.
X x x
Diğer yönetim biçimleriyle ilgili olarak, tartışacak çok şey vardır ama "özgürlükçü rejimlerin" hedefi, insanların mutluluğu olsa gerektir. Elbette bu çerçeve içinde, demokrasinin hedefi de insanların mutluluğudur.
İnsanların, nasıl mutlu olacağı konusunda da çok farklı görüşler ortaya atılabilir. Kimilerine göre insanların mutluluğu; "sağlıklı olmak", "güvenceli bir işe sahip olmakla" sağlanabilir. Ama kimileri bunu yetersiz bulur. "Düzenli bir aile yaşantısı", "sağlıklı çocuklar" vb. gibi unsurlar eklerler. Kimilerine bunlar da yetmez. "Çevre koşulları", "kültürel gereksinimlerin karşılanması" vb. gibisinden unsurlar eklerler.
Kimileri ise; "özgürlüğü" her şeyin öncesinde gerekli bulurlar. Eğer özgürlük olmazsa; bunların hiçbirinin hiçbir değeri olmayacağını düşünürler.
Bazı insanlar, bu düşünceye karşı çıkarlar. "İnsanlar aç olduktan sonra, özgürlüğün ne kıymeti var" derler. Ve çok ilginç ama bazen bu düşüncelerinde samimi de olabilirler.
Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında; sayısız örneklerini gördüğümüz, sol otoriter rejimlerin kendilerini "aklama" arayışları aslında bu anlayış çerçevesinde açıklanabilirdi. Gerçekten, başta Sovyetler Birliği olmak üzere Avrupa'daki "Doğu Bloku" ülkeleri bu hedefe odaklanmışlardı.
Tüm gençliğim boyunca ve geçtiğimiz yüzyılın sonlarında, Doğu Bloku'nun çökmesine ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasına kadar bu ülke yönetimlerinden, hep kuşku duydum. Zaten, "Marksist" ve "sosyalist" olduklarını asla düşünmedim. (Zaten gençliğimizde Sovyetler Birliği'ne "Sosyal emperyalist" derdik...)
Ancak, bu rejimler yıkıldıktan sonra ve ABD pervasız tavırlarla dünyaya yön verme çabalarına girişince yaptığım değerlendirmeleri yeniden gözden geçirmek gereksinimi duydum.
Evet, bu ülkeler vatandaşlarına liberal anlamda özgürlük verememişlerdi ama kendi tabirlerince "ekonomik özgürlük" adına bir insanın gereksinimini duyabileceği hemen her şeyi vermişlerdi. Basit ölçüler içinde de olsa sağlık sorunlarını çözmüşlerdi. Eğitim, istihdam, konut, kültürel gereksinimler, güvenceli emeklilik, vb. konularda da pek sorunları kalmamıştı. Ama sistem çöktü...
X x x
Evet, sistem çöktü. Zira insanlar, o "diğer özgürlükleri" de talep ediyorlardı. Ne olduğunu pek bilmeden ve yaşamadan...
1990'ların sonunda ve 2000'lerin başında; kimi pişmanlıklar ve eskiye özlem ifadeleri duyduysak da bugün o sesler de tükenmiş gibi görünüyor.
İnsanlık galiba, farklı bir yerlere doğru gidiyor.
Fazla uzatmak istemiyordum ama yazımın başından beri, totaliter rejimlerden söz ettim ve buralarda yaşananları anlattım. Ama "özgürlükçü" ya da "liberal" demokrasilerde de hiç "baskı" olmadığı zannedilmemelidir.
Buralardaki "baskı" genellikle "siyasal çıkar" sağlamaya, yöneliktir ve kavramların saptırılmasından ya da yanlış yorumlanmasından kaynaklanır.
Örneğin; bir siyasetçi "Benim için demokrasi amaç değil, araçtır" dediği zaman bunu, "Bence bir siyasi rejimin amacı insan mutluluğudur demokrasi bunun aracı olabilir" anlamında da dile getirmiş olabilir; "Ben kendi bölgemin özerkliğini istiyorum" anlamında da kullanabilir. Bunun ayrımlanması çok zordur.
Konuya, devam edeceğim.
Bugün