Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Geçmişte kalanlar...

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-11-19 05:45:00

Geçmişte kalanlar...
 
Geçenlerde; günlük bir gazetede ilginç bir haber okudum.

Kürt kökenli Rojin Ülker bir köşe yazarını şikâyet için geldiği Bakırköy Adliyesi'nde az kalsın tutuklanacakmış. Diyarbakır'da yaptığı bir konuşma nedeniyle hakkında dava açılan Rojin; ifadesini biraz gecikmeli olarak verince hakkında verilen bir tutuklama kararının "düşümü" unutulmuş. Ve beraat kararı alınmasına rağmen; bu karar ilgili birimlere gönderilmeyince; "yakalama kararı" devam etmiş. Ve Bakırköy Adliyesi'ne giden Rojin için tutuklama işlemi başlatılmış. İş sonunda açığa kavuşmuş ama gereksiz bir yıpranma süreci yaşanmış.

Okuduklarım; bana 1980'lerde yaşadığım bir olayı anımsattı. 12 Eylül'ün; "alacakaranlık günlerinde" idik. "Karanlık" değil "alacakaranlık" sözcüğünü bilinçli olarak kullandım. Bin bir sahtekârlık ve çirkin numaralarla "sözde" demokrasiye geçmiştik. Fakat bu öyle bir demokrasi idiydi ki; "böyle demokrasi olmaz; bu olsa olsa çok partili rejimdir" demek bile suçtu. Kimilerinin hâlâ "özledikleri" ve beni çıldırttıkları "Turgut Özal", "bangır bangır" demokrasiye geçtiğimizi dile getirirken, 12 Eylül'ün getirdiği tüm antidemokratik yasalar ve yasalardaki antidemokratik düzenlemeler yürürlükteydiler.

Düşünün ki; devletimizin ve toplumumuzun; "siyasal", "toplumsal" ve "ekonomik" yaşamlarını düzenleyen tüm yasalar 1983'ün Nisan ayıyla Aralık ayı arasında; ya tümüyle ya da önemli ölçüde değiştirilmişti. Bugün hâlâ o yasalarla yaşamaktayız. Ne "siyasal partiler" yasası değiştirildi ne "seçim yasası." İşte bu nedenle her parti başkanı "diktatör yetkileriyle" parti başkalığı yapıyor ve milletvekili genel seçimlerinde ülke çapında yüzde 10 barajı devam ediyor. Hatta Özal ülke barajına ek olarak bir de "bölge barajı" getirerek seçimlerin "temsil özelliğini" iyiden iyiye azaltmıştı. Ama halkımız müthiş özlüyor... Ne diyelim?..

x x x

O dönemde; Aziz Nesin'in öncülüğünde bir protesto hareketi başlamıştı. Daha doğrusu bu yönde örgütlenilmeye çabalanıyordu. Şimdi bambaşka vadilerde "at koşturan" Yalçın Küçük, o hareketin bir diğer öncüsü idi. Yapılan şey bir "protesto metninin" hazırlanması ve imzalanması idi. Basında "aydınlar dilekçesi" olarak isimlendirilen bu dilekçeye ben de imza atmıştım. Ancak; sanıyorum rahmetli Türkan Saylan benim durumumda olanların yani devlet memurluğu devam edenlerin isimlerinin basına açıklanmasının sakıncalı olacağını düşünerek; isimlerimizin basına verilmesine engel olmuştu. Fakat emniyette elbette isimlerimiz vardı ve gruplar halinde dava açılırken, sanıyorum üçüncü grupta yargılanacaklar arasında ben de vardım.

Fakat sıkıyönetim mahkemesinde ilk birkaç grubun yargılanması yapıldıktan sonra dava düştü ve hepimiz beraat ettik. Doğrusu bir ceza alacağımızı da hiçbir zaman düşünmemiştim.

x x x

Aradan epey bir zaman geçmişti. Bir gün fakültedeki masamda bir not buldum. Emniyette bir komiser benimle görüşmek istiyordu. Bir de telefon numarası vardı. Aradım elbette. Benimle görüşmek istediğini belirterek bir gün sonrasına randevu verdi. Doğrusu benim de işime gelmişti. Çünkü Gayrettepe'deki Emniyet Müdürlüğü'ne yakın bir büroda hazırlanmakta olan bir ansiklopediye madde yazıyordum ve elimde bitmiş bir sürü madde vardı. "Oradan oraya giderim" diye düşünmüştüm.

Gerçekten; bir gün sonra Emniyet'e giderek komiser beyi buldum. "Hocam sıkıyönetim mahkemesinden sizi aradılar. Görüşmeleri gereken bir konu varmış. Sizi şimdi oraya göndereceğiz" dedi. Ben hâlâ işin ciddiyetini anlamamıştım. "Yarın uğrarım" diye yanıtladım. Ismarlanan "orta kahvenin" rahatlığı içindeydim...

"Biz bir araba hazırlatıyoruz sizi göndereceğiz" dedikleri zaman da işin ciddiyetinden uzaktım. Ama ayağa kalktığımda "Yerinize oturun" diye ses yükselince başıma gelecekleri anladım.

Günlerden Cuma idi. Selimiye'ye gittiğimizde eğer eve haber veremezsem iki gün kimse beni bulamazdı. Neyse çok nazik bir memurla; özel olarak hazırlanmış bir minibüse binerek Selimiye'ye gittik.

x x x

Selimiye'ye gidene kadar en azından nezaket sürüyordu. Ama kapıdan içeri girince; beni getiren memur kapının yanındaki görevlilere "teslimi" yaparken; bir asker "duvara dön ve geriye bakma" emrini (!) verdi.

"Eyvah" dedim "Pazartesiye kadar buradayız. Sonrası Allah kerim..."

Daha sonra beni getiren memur ve iki askerle birlikte başsavcının makamına çıktık. Bu arada; çok sayıda öğrencim orada gazete muhabiri olarak çalıştıkları için biraz rahatladım ve evime haber vermelerini söyledim.

Başsavcı büyük bir odada çalışıyordu. Odada ayrıca beş altı sekreter vardı. Beni görünce "Hayrola Hocam" dedi. "Neden geldiniz?.."

Beni getiren memur kendilerinin aradığını söyleyince "Canım o dava çoktan kapandı size bildirilmedi mi" sorusunu sorduktan sonra bana döndü ve "Yorduk sizi Hocam kusura bakmayın" diyerek bir "orta kahve" daha ısmarladı. Sonra oradaki kızlardan birini azarladı ve neden gerekli bildirimlerin yapılmadığını sordu. O arada yurtdışına çıkmak isteseymişim sınırda tutuklanacakmışım...

Çıkışta minibüs falan yoktu elbette. Beni getiren memurla Kadıköy'e yürüdük ve vapurla evimize döndük. Yaşasın demokrasi...


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara